on üç : siz beni hiç aramadınız ki?

(burada başladı, burada da bir önceki bölüm var)

neymiş, bu telefon çalıntı mıymış? bak şimdi... benim gibi biri nasıl olur da telefon falan çalar? insan sarrafı olmanız gerekmiyor mu sizin? olmadı caddenin çocuk çetesine katılayım, aklı bir karış havada süzülen genç kızların cep telefonlarını çantalarından tereyağından kıl çeker gibi... işe bak, bir paket margarin alıp saçımdan bir tel koparıp şunun bir deneyine mi girişsem acaba ulusal televizyonlarımızın birinin sabah programında? maymunum ya ben... maymunlaştırdılar beni... devletin hiçbir kurumuyla alakadar olmamaya çalışmaktan asosyal olacaktım neredeyse, yıllarca başarıyla uzak durdum aptalca sorulardan, anlamsız dokümanlardan, sinir bozucu beklentilerden.... ölü müymüş diri miymiş, kimmiş kim değilmiş! ölüsünden değil dirisinden kork diyen adamla konuşmak istiyorum! ben neden insanları rahatsız ediyormuşum! komiser efendi; ben namusumla ekmek parasını çıkarmaya çalışan etlide sütlüde aman işte sıradan bir adamım; ne demek insanları rahatsız etmek! aksine onlar beni rahatsız ediyor.... bak, diyor bir de, gençsin efendi birine benziyorsun, ne istiyorsun elalemin özel hayatından, diyor... allahtan mevcut kriminal anlayışa girip de sabaha kadar tutmadılar beni cop soslu nezarethanede... hoş başlarına bela olurdum heralde, hayatımı bana yapılmış olan bu haksızlığın nedeni olan insanların cezalarını bulmalarını sağlamaya harcardım... ya da adardım... evet bunu yapardım, çünkü ben haksızlığa gelemem! ben haksızlığa gelirim, bayılırım diyen de yoktur ha! ama ben gerçekten haksızlığa gelemem; küçüklüğümde de gelemezdim! ne oldu, elde avuçta bir şey yok işte, bıraktınız beni... ama buna da gerek yoktu! allahtan cep telefonuyla şarj cihazına el koymadılar.... kıçıma sokacam ya! ne yapacağım ben bunları? bir medyum bulayım, hazırlasın tılsımlı fincanını, ulaşalım teyzeye... sizin fincan şimdi çok yazar isterseniz cep telefonundan ulaşmaya çalışın, nasıl olsa fatura ihtiyar gevezeye girecek? hay allah cezamı versin! hayatımın hiçbir döneminde sevmemişimdir hortlak hayalet öykülerini; şimdi en saçma sapanının ortasındayım... başında mıyım yoksa? bardak dolu yahu; sonundayım! evli evine köylü köyüne... adalet sistemimizi yerinde incelemiş olmak da yanıma kalsın...

kalmaz!

“alo?”
“hanımefendi şunu keser misiniz?”
“nasıl?”
“bakın... bu kadar saçmalık yeter! dört duvar arasında kalmak insana düşünme fırsatı veriyor... gerçi ben bunu karakoldan çıktıktan sonra düşündüm ama fark etmez... amacınız ne bilmiyorum ama nasıl bir iş çevirdiğinizi biliyorum! siz müesser hanımın gelinisiniz ve büroma kendini müesser hanım olarak tanıtan birini gönderip beni kandırdınız... telefonda da sesinizi değiştirdiğiniz çok belli oluyor... şimdi bana amacınızı söyleyin!”
“galiba işler karıştı...”
“lütfen daha fazla uzatmayın!”
“sizinle görüşsek iyi olacak...”
“evet çok iyi olacak!”
“büronuza geleyim ben... bir saat sonra uygun olur mu?”
“uygun olur tabii neden olmasın...”
“oldu...”

oldu tabii... hemen bir ses kayıt cihazı bulmalıyım... tüm konuşulanları kaydedip benimle dalga geçen komisere dinleteceğim... alın bakalım, işte buyrun, kimmiş ruhsal olarak bazı sorunlar yaşayan! ruhsal olarak bazı sorunlar dendiğinde bile midem allak bullak oluyor. sadece midemde değil sol kolumda da karıncalanmalar gerçekleşiyor! mideme ve sol koluma alerji yapıyor böyle aptalca laflar... hem sizin ruhunuz var mı komiser efendi? ruhunuz nerenizde, yani size nerenizdeymiş gibi geliyor? akıl sağlığı demiş olsanız bile karıncalanmam olur benim biliyor musunuz! hoş bendeki karıncalanmalar umurunuzda bile değildir... kaşıyıverelim geçer, biraz kriminal araştırma tedavisi herkese iyi gelir... orta asyadan gelir gelmez, gördüğümüz ilk anadolu ağacının dalını koparıverdik zaten... orta asyada ağaç ne gezer... gerçi orada da dağ bayır taş doludur... taşla kriminal araştırma olmaz... sopayla eh işte... elektriği bulmasaydı batı medeniyeti, ne halt yerdik!
ne diyorum ben yahu! şu kadına odaklanayım ben... hazırlık yapayım. zihinsel jimnastik, biraz şınav biraz barfiks... derdiniz ne sizin bayan, diye haykırayım suratına, anneniz sayılabilecek bir kadına, kadına değil kadının, manevi varlığını kullanarak ne elde etmeye çalışıyorsunuz? ben banka mıyım hayır değilim, o zaman beni soymaya falan kalkışamazsınız... konuyu değiştirmeyin, amacınızı söyleyin! el kadar çocuğu nasıl bir vicdani muhasebeden sonra kullanmaya karar verdiniz bana bundan bahsedin! sekiz on yaşında bir çocuk nasıl eşcinsel olmaya karar verir bana bunu anlatın! konuyu değiştirmiyorum, özel yaşantınız da beni ilgilendirmiyor ve eşcinsellik hakkında aşağılayıcı düşüncelerim ve tavırlarım asla yoktur ama ibneliğe tahammül edemem anlıyor musunuz! o sersem bebeniz yüzünden tam üç saat yirmi bir dakika özgürlüğüm sınırlandı ve bir dolu silahlı kişinin alay malzemesi oldum... hayır olmadım; onurumla çıktım oradan.... tarih unutmaz, tarihimizi yazan birileri mutlaka olacaktır ve bu talihsiz olayların iç yüzünü tarafsız bir üslupla anlatmakla kalmayacak, tarih yazıcılığında bir mihenk taşı olacak nitelikte bir eser ortaya koyup kültür hayatımızı da zenginleştirecektir... ama bunlar sizi ilgilendirmez! bana tüm gerçekleri anlatın! sakın metafizik alana kaymayın yoksa fena olur... tehdit mi? evet bayan tehdit ediyorum! eğer abuk sabuk şeyler anlatırsanız ben de size bir şeyler anlatmaya başlarım ve kelimelerimin ağırlığı altında eziliveririsiniz! sevimli hayalet casper bile beni yumuşatamaz! asla yumuşatamaz çünkü en sinir olduğum çizgi film kahramanıdır! ben, simpsonları severim... biraz da tom ve jerry’i... evet bunlar da sizi hiç ilgilendirmiyor... sadece size ne kadar ciddi olduğumu belirtmeye çalışıyorum... asıl siz çok hoşsunuz! hayır! siz bari söylemeyin! ciddi olalım... ama olamıyorum? olurum... iş başa gelince ne kadar ciddi olabildiğimi en son karakoldakiler gördü... yani dikkatli baksalardı görebilirlerdi... belki aralarından birkaçı dikkatlidir... bana bu kadarı da yeter...
şimdi kağıdı kalemi elimize alıp bir durum değerlendirmesi yapalım. bir kadın geldi, şarj cihazı bulmamı istedi, buldum, kadının gelini ve torunu kadının dört yıl önce öldüğünü iddia etti, kadını aradım gelininin telefonu çaldı, polis beni alıkoydu... neredeyse üç satır! sonrası da şöyle olacak: gelini büroma gelecek, bana bir şaka yaptıklarını söyleyecek, şarj aleti için ödeme yapacak ve hayatımdan çıkacak... ben de yeni maceralara yelken açacağım. son. bitti mi? evet bitti... birilerine, bakın başımdan ne geçmişti bir keresinde diye anlatacağım.. işte, salak bir öykü hepi topu...
ama bana ne diye şaka yapsınlar ki? tanımadığım insanlar? o halde bir bağlantıları var... eh açıklayacaklardır; o kadar da eşek değiller ya....
yoksa kamera şakası falan mı yaptılar bana! eğer öyleyse intihar etmekten başka bir seçenek bırakmıyorlar bana! yok canım, polis molis... televizyoncularla ortaklık yapmaz ki devletin birimleri... nerede görülmüş! ama hayvan herifler, şaka uğruna işe polisleri de karıştırmış olabilirler... o zaman tazminat davası açarım... tazminat davası açabileceğimi düşünüp şakalarına polisi katmazlar... uyanık fırlamalar... keşke bir kayıt cihazım olsaydı....

kapı? daha on yedi dakika var ama? hay aksi, başka biri değildir umarım... bir sekreterim olana kadar, masama kurulup beklemek hayal bana... şu gıcık kapı zilini de değiştirmeliyim; ev mi burası, cik cik ötüyor!

“sizin ne işiniz var burada?”
“ama konuşmuştuk?”
“bakın... şakanızı anladım... buralarda mı ee... hay aksi ismini de bilmiyorum....”
“yalnız geldim?”
“bana bakın hanımefendi... sizin müesser hanım yerine geçmiş biri olduğunuzu biliyorum... lütfen bu can sıkıcı şakayı kesin! uzatmanın anlamı yok!”
“asıl siz uzatmayın rica ederim! şarj aletini aramanızı istedim ve sizinle ben konuştum! şimdi de istediğiniz parayı verip şarj aletini alıp gideceğim! gerisi neden sizi ilgilendiriyor?”

sinirlendi üstelik mantıklı da konuştu. hay aksi... ama ben, karakol, ölü...

“siz kimsiniz?”
“tanışmıştık?”
“ama sizin ölü olduğunuzu, öldüğünüzü...”
“olur mu öyle şey; siz işinize bakın lütfen....”
“bakayım bakmasına ama birkaç açıklama cümlesine gerçekten ihtiyacım var... üç saat kadar karakolda bekletildim!”
“vah vah... hakikaten üzüldüm... ama benim bir suçum yok ki?”
“nasıl? bakın hanımefendi bana verdiğiniz numarayı aradım ve gelininizin... adı ne bayanın?”
“şenay?”
“öyle mi... ee... şenay hanımın telefonu çaldı... sizin numaranızı aradığım halde?”
“hatlarda belki....”
“hanımefendi hatlarla matlarla ilgisi yok! tamamen dijital bir teknolojiden bahsediyoruz; yani nasıl bir yanlış numara tesadüfü bu kadar isabetli olabilir?”
“numara doğru o zaman....”
“evet... zaten her aradığımda da siz çıkıyordunuz... ama bu gün gelininiz açtı telefonu?”
“siz beni hiç aramadınız ki?”
“aramadım mı? yok canım aradım... galiba...”

bu kadın hayatımı mahvediyor! aklım darmadağın oldu...

“peki bari şuna cevap verin; siz ölü değilsiniz ama neden onlar ölmüş olduğunuzu söylüyor?”
“bakın... isterseniz işimizi halledelim ve her şey bitsin... lütfen daha fazla üzerinde durmayın!”

gevezeliğine ne oldu bu kadının? ağzından laf alamıyorum!

“açıklama yaparsanız sizden para almayacağım...”
“para önemli değil...”
“o halde açıklama yapmamanız için bir neden yok?”
“çok anlamsız bu dediğiniz...”

evet yahu... saçmalıyorum!

“bakın şöyle izah edeyim... polis beni, akıl sağlığımın yerinde olduğuna dair bir rapor getirmem karşılığında serbest bıraktı...”
“yalan söylüyorsunuz...”
“nereden biliyorsunuz?”
“polis öyle iş yapmaz...”

ya bu kadın akıllanmış ya da ben onu aptal yerine koyup hafife almışım... gerçi saçmalıyorum ama bütün ihtiyarlar biraz saf değil midir?
değildir!

“anlaşılan bana hiç bişey anlatmayacaksınız?”
“anlatacak bir şey yok ki? aleti buldunuz galiba?”
“ee... evet buldum... aslına bakarsanız çok da zor olmadı...”

bunu neden söyledim?

“ee.. işte... denedim çalışıyor... tabii pin kodunu...”
“burada bir piriz falan var mı?”
“tabii... ee.. şuradan kullanabilirsiniz...”
“teşekkür ederim...”

telefonun burada şarj olmasını bekleyecek değil heralde....

“ne kadar sürede şarj olur, bir fikriniz var mı?”
“üç beş saat sürer... bilemiyorum... hiç anladığım bir şey değil...”
“ben de anlamam... ama en azından çalıştırabiliyoruz... evet...”

şimdi mesajlarına bakmak isteyecek ve hayal kırıklığına uğrayacak.... kesinlikle acımıyorum...

“işte...”
“eh...”

gülüyor? demek ki bir şey var? hay aksi? olamaz ama? ne yapmalıyım? yine gülmeye başladı... beklemekten başka yapabileceğim bir şey yok...

“aslında ben.. mesajları okuyabileceğinizi pek...”
“biliyorum... düşünmüyordunuz....”
“hayır... yani... sanmıyordum... daha doğrusu kuşkuluydum...”
“önemli değil...”
“ee..”

bari mesajın ne olduğunu söyle... bana dön ve sen seçilmiş birisin diye lafa başla, ben sana tanrı tarafından mesaj aktarılmasını sağlamakla görevli meleğim, tanrının kutsal sözlerini bu telefona gelen mesajlar aracılığıyla insanlara yayacaksın sevgili oğlum, al bu telefonu ve hakikatti anlat insanlara...

“bana bir bardak su getirebilir misiniz rica etsem?”
“tabii... tabii getiririm hanımefendi... ama rica ederim ben mutfaktan döndüğümde yok olmayın!”
“buradayım merak etmeyin...”

üzerine bir bardak su içmeyi gerektirecek bir mesaj... kasanın şifresi, evlenme teklifi, doğum haberi, piyangoda bu hafta kazanacak numara, yemeğin tuz oranı, terör örgütünün bir sonraki hedefi? kim bilir ne? akşamki diziyi kaçırma, gecikme, gitme, gelme, dokunma, koş gel, ceeee! al sana bir bardak tertemiz su.... ölüler su içmez!

“teşekkür ederim...”
“afiyet olsun... anladığım kadarıyla önemli bir mesajdı...”
“önemli mi? ah evet...”
“şarj aletinin işe yaramasına sevindim... hanımefendi, size karşı dürüst olmaya karar verdim... aslında dürüst olmaktan başka bir seçeneğim yok galiba... demem o ki hanımefendi aslında telefonunuzu çalıştırabileceğinizi bile sanmıyordum... gerçekten de çalışmaması lazım aslında... yani sim kartının çalışmaması lazım... sizinle ilgili aklımda bir dolu muamma var hanımefendi... teknoloji dahil olmak üzere bir çok şeyde, gerçekleşmesi olanaksız kabul edeceğim durumlarla karşı karşıya bırakıyorsunuz beni... sanırım...”
“gerçekten mi?”
“evet hanımefendi gerçekten... hatta gerçekten demek bile beni rahatsız ediyor....”
“aslında sizi üzmek istemem...”
“hayır üzmüyorsunuz... siz benim müşterimsiniz... eh, müşteri her zaman haklıdır derler ama ben de bir tüccar değilim... ya da ne bileyim işte satıcı falan...”
“iyi bir insansınız...”
“ee... teşekkür ederim... meraklı olmamı hoşgörün ama gerçekten de merak edilmeyecek gibi değil, gelininiz ve torununuz neden garip davranışlar gösterdi bana karşı?”
“garip davranmıyorlar?”

eveeet... çok güzel...

“o zaman? ee? sizin onlarla ilginiz...”
“gelinim ve torunum.... bundan bahsetmiştim...”
“hanımefendi; zaman makinesine atlayıp, ortaçağda keşişlere diz üstü bilgisayarınızı gösterip, ee argümanları bunun hafızasına atalım böylece saklaması ve koruması çok daha kolay olur deyip, onların sizi şeytanın kız kardeşi olarak yakmak istemeleri karşısında da, bana şu anda baktığınız gibi bakıp, ne var bunda, alt tarafı birkaç diskete ihtiyacımız var, aptal mısınız siz mi diyeceksiniz?”
“nasıl?”
“yani hanımefendi, onlar saçmalamıyorsa, ve bu, gün kadar açıksa, çünkü bana öyle bakıyorsunuz, siz bir yaşayan ölüsünüz ve bu hiç de şaşılacak bir şey değil, öyle mi?”
“ah; olur mu hiç öyle şey....”
“nasıl şey? lütfen benimle dalga geçmeyi...”
“dalga geçmek mi aman efendim...”
“ya da oyun oynamayı bırakın... telefonunuz yanınızda mı?”
“evet?”
“beni arar mısınız lütfen...”
“şimdi mi?”
“evet hanımefendi... en azından teknoloji konusundaki sallantıyı durdurmam gerekiyor...”
“sallantı mı?”
“lütfen benim telefonumu çaldırın....”
“buna gerek yok....”
“rica ediyorum...”

bilim ne işe yarar? adı üzerinde bilmeye yarar... yani kavramaya, anlamaya, açıklamaya, rahatlamaya ve huzur içinde bir uykuya... en azından görünürdeki amacı budur... bir taş düşmüyor mu? bakalım, işte, incecik bir sicimle asmışlar tavana! bu kadar; tekrar atmaya başlayabilirsiniz taşlarınızı, düşecektir... işte bilim budur... bilim rahatlatıcıdır, kas gevşeticidir, oh dedirtir! denmeyecekse bile dedirtir; o denli sağlamdır! işte bilim! işte bilimsel açıklama metotları! işte çalıyor telefonum! arayan “geveze moruk”. aman görmesin....

“evet hanımefendi... teşekkür ederim...”

şimdi deneyimizin kontrol bölümü... bu deneyi ilk ve son kere graham bell yapmıştır her halde... ama telefonu o icat etmedi diyorlardı galiba... her neyse; a telefonuyla b telefonu arandığında b telefonu çaldı.... b telefonuyla a telefonu arandığında...
...çalıyor?

“titreşim modunda mı telefonunuz?”
“hayır?”

niye gülüyor bu kadın?

“alo?”
“...ee...”

bilimsel gelişme gümledi!

“bana... bunun açıklaması gerekiyor... hanımefendi? nasıl olur bu? beni aradığınız numarayı aradım ve... gelininiz miydi o?”
“bilmiyorum ki kimi aradığınızı?”
“sizi!”
“ben karşınızdayım zaten; neden arıyorsunuz beni?”

bu kadın niye gülüyor? ...dalga geçiyor?

“bu olanaksız hanımefendi! nasıl olur da başka biri açar telefonu?”
“aslını soracak olursanız ben, her seferinde aradığım numaranın çalmasına daha çok şaşırıyorum....”
“dalga geçiyorsunuz benimle!”
“hayır; olur mu hiç!”
“belki de benim bilmediğim bir servisi kullanıyorsunuz! tek numara ayrı telefonlarda!”
“bilmiyorum... ben hiç anlamam bu tür şeylerden....”
“olamaz ama... bir telefonda iki hat tamam anlaşılır... ama iki hattın tek telefona... saçma... gerçi yapmışlardır, hayatta her şey olabilir... neler yapıyorlar... ama...”
“güzel dediniz...”
“efendim?”
“hayatta her şey olabilir dediniz?”

öyle mi? her şey mi? hepsi? olacak şeyler ve olmayacak şeyler ayrımına ne oldu? bu ayrımı kim yapıyor, bu ayrımı bizzat hayatın kendisi yapıyor... hayat ne? ben dağıla toplana yalama oldum... hayatta her şey olunabilir... yalama olmak da bir şeydir... her şeyden bir şey... ölüm ne peki? o da bir şey... ölüm hayata dair bir şey, tamam hayata dair ama hayat kelimesinin karşıt anlamlısı... yani hayata dair ama ondan tamamen başka... için dışının içinin dışı gibi mi? ne ki şimdi bu? tekerleme gibi... ne işe yarar bunlar? hayatta her şey olabilir dedikten sonra hiçbir şey bir işe yaramaz ki! hayatta her şey olmaz; bazı şeyler üfürüktür; hayatta bulunmaz... nerede bulunur? sokakta, caddede, ormanda, dağda bayırda bulunmayan... dağılmak yalama olmak gümlemek bunlar da bir şeydir ve hayatta her şey olabilir ama sırayla, ard arda, bağlantılı, ilişkili, anlamlı, bilimsel... ne yani sen ölü müsün! ölü ölü burada oturmuş bana gülümseyebiliyor musun? bu hayat mı şimdi her şeyi olan?

“...aslında hiç gelmemeliydiniz apartmana... adresi laf olsun diye istediğinizi zannettiğimden, hiç düşünmeden alışkanlıkla yazıverdim oraya... sonra aklıma geldi ama...”
“pardon? hanımefendi... affedersiniz... doğrudan soruyorum, saçma bir soru ama sormak zorundayım...”
“buyrun?”
“siz ölü müsünüz?”
“ölü gibi durmuyorum inşallah? hayır ölü değilim...”
“teşekkür ederim...”
“ama dört yıl önce öldüm...”
“...evet...”

sakat!

(bölüm on dört)