İÇBÜKEY YAN(IL)sıMA (3/3)

0 y o r u m
birinci bölüm burada
ikinci bölüm burada
üçüncü bölüm burada başladı


içim her ne kadar boşalmış olursa olsun; beni ben yapan gövdemin ihtişamlı varlığı, bir çınar ağacı olarak benim bu kırda varolan tek ağaç olduğumun reddedilemez bir kanıtıydı.

nedenini bilemediğim bir sebepten ötürü sonumu hazırlayan o eyleme kadar, görülebilen ve tartışmasız hissedilebilen gövdemin yadsınamaz net varlığı, çevremi dolduran olağanüstü doğanın bir nevi tamamlayıcısıydı.

çürüyüp boşalmış içimde koca bir boşluk olmasına karşın, o boşluğu içinde tutabilen, saklayabilen güvenilir bir gövdeye sahiptim.

sözümün özü şu:

içimde oluşan boşluk, hiçbir zaman beni kapsamadı.buna izin vermedim.buradaki kritik nüansı bilmem anlatabildim mi?

ona gelecek olursak …

‘Kirpi’ nin varoluşunun temel dayanağı onu kapsayan kendi boşluğuydu.hiçliği tarafından yutulmuştu.içinde büyüyen boşluğu kontrol edip dizginleyebilecek akli bütünlüğe sahip değildi.yok oluşuna teslim olmuş ve sonunda silinmişti.

dolayısıyla artık varlığını kanıtlayabileceği başka şeylere gereksinimi vardı.o zarif, harikulade tül elbiseyi bu yüzden giyiyordu.fark edilmeye ihtiyacı vardı.görülebilen yalnızca tül elbiseden yansıyan vücut kıvrımları da olsa, buna muhtaçtı.

fakat onu arzulayacak herhangi birinin istediğinde dokunabileceği bir bedeninin olmaması asla değiştiremeyeceği bir gerçekti.

Hezekel’in o ahenkle salınıp duran tül elbisenin içinde ki boşlukta ne gördüğünü hiçbir zaman anlayamadım.gözlerini bu zarif tülden kızın üzerinden alamaması, hayranlık dolu bakışları onun gerçekten de görüp görebileceği en harikulade varlığa baktığını size düşündürür ve şaşırıp kalırdınız.onun bu gerçeküstü bilinci, hayatı sadece o bilincin sınırları çerçevesinde yaşayıp algılaması ve kısmen değersiz bulması ya da en basitçe bilinen ve kabullenilmiş normları, anlamları bile kendi mantık süzgecinde eğip bükmesi, çarpıtıp başkalaştırması ve rayından çıkarmasını bazen anlaşılmaz, yorucu hatta ürkütücü bulurdum.

böyle anlarda, Hezekel’in de o tül elbiseyi aslında bir bedenin taşımadığını bildiğini fakat bunu kabullenmektense hayalinde oluşturduğu bir tanrıçayı, bakmaya doyum olmayan tül elbisenin içine sokmayı tercih ettiğini düşünürdüm.

iyimser ve mantıklı bir yaklaşım değil mi?kabul edilebilir bir açıklama; en azından geleneksel mantığın öngördüğü ölçüde.

aynı mantık kalıbında açıklayamadığım şey ise, tül elbiseli kızın sesini Hezekel’le birlikte benim de duyduğum gerçeğiydi.narin ve kırılgan tondaki sesini, havada süzülüp salınan tül elbisesinin içindeki bomboş hiçlikten duyuyor ve kız konuşmaya başladığında ses rengini eski ve unutulmuş bir ezginin kulağa hoş gelen armonisi kadar melodik buluyordum.

tuhaf ve korkutucu!

seksen iki yılı devirmiş bir çınarın bile, şu uzun ömründe açıklayamayacağı türden paranoid kesitler yaşanabiliyormuş demek ki …

(Devam Edecek)

İÇBÜKEY YAN(IL)sıMA (3/2)

0 y o r u m
birinci bölüm burada
ikinci bölüm burada
üçüncü bölüm burada başladı


Hezekel yorulmaya fırsat bile bulamadan, içi çürümüş yaşlı gövdemin kuru dalları çoktan toprağın üzerine serilmişlerdi!

hep taze tutmaya çalıştığım hafızamda, bu duruma sebep olarak gösterebilecek bir gerekçe bulamıyordum.ondaki bu ani kararlılığın nedenini mantığım bir türlü kabullenemiyordu.

sırtını yaşlı gövdeme her yaslayışında parçalanmış ve bloke edilmiş ruhunu benim sayemde arındırdığını söyler hatta bu arınmanın kendisinde, hayata gözlerini yeni açan bir bebeğin henüz pişmanlık yaşamamış yüreği kadar saf bir başlangıcı hissettirdiğinden bahsederdi.

neden ve kimden uzaklaştığını bilmediğim için neyi kastettiğini de anlayamazdım.

hiç kimseyle çok fazla konuştuğuna şahit olmadım.çoğunlukla kendi kendine mırıldanır dururdu.benimle konuşmadığı o anlarda iyice sessizleştiğine ve içine döndüğüne tanık olurdum.sanki kendisi için var ettiği spontane bir öfkesi vardı; çözemiyordu, yansıtamıyordu, büyümesini engelleyemiyordu …

içinde barındırdığı öfkeyi besleyen bu kasvetli sessizliğinden sıyrıldığı anlarda Hezekel; oldukça konuşkan, şaşırtıcı ama tutarlı bir ölçüde neşeli ve hemen her şeye karşı ilgili olabiliyordu.böyle anlarda etkileyici bir ses tonu kullandığı konuşmalarında, hemen fark edilen entelektüel bir dikkat ve bütün konulara yaklaşımındaki farklı görüşleri göze çarpıyordu.

fakat Hezekel’in muhatabı üzülerek belirtmeliyim ki ben olmuyordum.

sık aralıklarla olmasa da, beni ziyarete gelen genç bir kız Hezekel’in deyim yerindeyse, bülbül gibi şakımasını sağlıyordu ve o kıza ‘Kirpi’ ismini vermişti.

‘Kirpi’ daima beyaz tülden uzun bir elbise giyerdi.başı da dahil olmak üzere vücudunun bütününü saran bu zarif tül elbise, onun harikulade hatlarının tüm güzelliğiyle sergilenmesini sağlayacak bir biçimde tasarlanmıştı.o kadar güzel bir elbiseydi ki; yalnızca onun için dikilmiş, onun dolgun ve biçimli vücudunu en zarif ölçülerde örtecek bir ustalıkla dokunmuş gibiydi.

muhteşemdi ve etkilenmemek mümkün değildi!

ve sonra …

sonrası biraz tuhaf, çünkü:

yok!

tül elbisenin sergilediği bu olağanüstü kıvrımları taşıyan bir beden yok …

sadece boşluk!

Tül elbisenin içi her zaman bomboştu.onu taşıyan bir beden olmaksızın buraya kadar geliyor ve Hezekel’in yanı başına oturup, onunla sıkılmadan saatlerce sohbet ediyordu.

Hezekel beni devirdiği ana kadar ben bir çınar ağacıydım; yaşlıydım ve doğam gereği gövdemin tüm içi önce çürümüş daha sonra ise bütünüyle boşalmıştı.

tülden bir elbise giyen bu kızın da, konuştuğunda duyulabilen bir sesi ve harikulade güzelliğinin zarafetini yansıtan biçimli kıvrımları vardı.ama bu kıvrımları taşıyan bir gövdesi yoktu.elbisesinin içinde varolan yalnızca koca bir boşluktu.

eğer bu noktada, ikimiz arasında bir benzeşim olduğunu düşündürdüysem; bana kalırsa sözde bu benzerliğin, oldukça yüzeysel bir paralellikten kaynaklandığını söyleyebilirim.

gerçekçi olmak gerekirse, tülden elbise giyen kızla aramızdaki zıtlıklar daha net ve inkar edilemez bir boyutta.

açıklamama izin verin …

(Devam Edecek)

evet

şey bana geri zekalı dedi; ben durup dinleyim dedim; hani tüm günler geçip gidiyor ya; "lan bırak geçsin gitsin"; yok dedi, geçer gider de, sen yine de geri zekalısın, peki dedim, belki de haklıdır ama sırf konuşsun diye. "şuna bak" dedi baktım, "evet?" dedim, "e işte baktım?", "hadi" dedi beraber yanımıza çektik. güzelleştik çünkü demek ki ihtiyacımız varmış, yoksa yanımız şey'di, hani olur ya, bildiğin yan...
sonra itelim biraz, dedi, yuh ama sen nasıl meleksin dedim, biraz da sesli; "salak!" dedi bana, sen geri zekalısın, "oldu peki, ne yapalım?" sanıyor ki tüm hayatımız boyunca grant lee buffalo-fuzzy çalacak; olacak şey mi yahu?
gel beraber ağaçtan sarkan çocukluğumuza vuralım dedim, biraz artis'çe; sus bi dedi, "evet sop'lamamız lazım ağaca asıp!", ne çocukluğu be! iyi işte neyse artık dedim, gözüm bar'a kaydı; hadi git dedi iki bira kap gel. o an koştum belki bira için belki uzaklaşmak? sonuçta iki bira ile geldim mi? evet geldim yahu... "ağaçtan sarkan her şeye de vurulmuyormuş ha?" dedim, ağzım yüzüm şiddet; bildiğin muz likörü süt; ağaca sokayım sana bi'şey olmasın dedi ve ekledi: "ben yatmaya gidiyorum..."
biraz kendi kendime takıldım, içki de güzel, kendi kendime dedim ki, her şey olur... bir de eminim elbette: hiç bi' bok olmaz...
sabah omzuma dokundu; saçını gördüm, sen o değilsin dedim, "ben o olsam ne olacaktı ki, sen işte busun!" dedi. evet dedim, kalabalıkta omzum var falan hani yürü git geri zekalı neden ya siktir git lan duymuyor musun kid loco relaxin with cherry, "kim siker çeri sikik!"sonrası pis kötü aman uzak duralım.

öylesine bir akşam

0 y o r u m

sıkıntıdan bir yandan kolasını yudumlarken - boğazı yanıyordu artık şekerden - bir yandan da pencereden gelen esintiden korumaya çalışıyordu açıkta kalmış belini. yoksa hemen üşütüyor ve tuvalete taşınıyordu bütün gün. ne kadar sıkıcıydı son günler. aslında hep öyleydi ama son günler daha da kararmış, bastırmıştı sanki iyice tepesine. bir sigara daha yakmaya karar verdi, yapacak daha iyi bir şey yoktu zaten o an. derin bir nefes çekti ama nafile. içtiği sigara gayet hafif hatta bir söylentiye göre sigarayı bırakmak isteyenlerin kullandığı bir markaydı. istediğin kadar çek ciğerlerine dolmuyordu asla. dolmasın zaten, 13 senedir doluyor da ne oluyor sanki.. beni daha mutlu veya mutsuz etmiyor ki, boşuna alıyorum her gün diye söylendi kendi kendine hafifçe (tabi söz konusu olan şey altı üstü bir sigara olunca böylesine bir beklentiye girmek de saçmaydı).

çalışmak sıkıcıydı, işsiz kalmak da. her ikisini de tatmıştı. çok çalışıp hep yorgun olmak ve ilk fırsatta eve dönüp kanepeye yerleşmeyi istemek de, her gün ve her gün olunca sıkıcılaşıyordu. o fırsatı bulup kanepesine kavuşunca da aslında bunun da gayet sıkıcı olduğunu düşünmeye başlıyordu. belki de ben sıkıcıyımdır diye düşündü.o halde bir şeyler yapmanın tam vaktiydi belki de. merak, heyecan ve gizemin bir arada olabileceği bir şey. eğlenceli olması gerekmiyordu bulacağı şeyin. kafasını meşgul etmesi, günlük hayatını yaşarken her an aklında olması ve içinde bir kıpırtı yaratması yeterliydi. o günün sona ermesini istemesi için bir neden veya bitmemesi için. farketmezdi. bünyesinde gerilim yaratacak, ürpermesini sağlayacak herhangi bir şey olabilirdi. adam kaçırıp onu bir bodruma kilitleyip gündüz kalkıp işine gitmek ve gün boyunca onun o bodrumda korkudan altına ederken çaresizce başına ne geleceğini beklediğini bilmek mesela. ama bu onun tarzı değildi. böcek bile öldüremezdi ve bu onu heyecanlandırmaz fazlasıyla rahatsız ederdi. hemen hemen her alana yatkındı. müzik, resim, tasarım belki, yemek yapma konusunda da fena değildi veya fotoğrafçılık. ama hiç birisine tam başarıya ulaşmasını sağlayacak ve sürekli uğraşma güdüsünü ayakta tutacak düzeyde ilgili değildi. o halde ne yapmalıydı?

yapılacak tek şey kalmıştı. hiç bir şey.

kolasını içmeye devam etti. eline geçen tanımadığı bir gruba ait bir cd buldu ve dinlemeye başladı. gece sakin, hava yumuşaktı. gözü kanepeye ilişti. yuvasına dönmeye karar verdi..

İÇBÜKEY YAN(IL)sıMA (3/1)

0 y o r u m
birinci bölüm burada
ikinci bölüm burada

Her kim şu dört şey üstünde düşünürse,
hiç doğmamış olması daha iyidir:
yukarıda olan, aşağıda olan,
önce olan ve sonra olan.

-Talmud, Hagigah 2.1-


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM : “ YOK ”


“ mavi gökyüzü
gözlerin ekmeği! ”

demişti Hezekel.haykırmıştı aslında …

geniş gövdemin altında, nereden edindiğini bilmediğim kitabını okurken birden bağırıvermişti.

bende geri kalır mıyım? coşkuyla dallarımı sallayıp, yapraklarımı hışırdatarak onun heyecanına katılmış ve birkaç sivri uçlu yaprağı da cömertçe önüne dökmüştüm.

eğer bu çevrede benden başka ağaçlar da olsaydı; bundan eminim, o gün epey bir yaygara kopardı.

mavi gökyüzü!

onun altında değil mi olan biten her şey; tüm birikimler ve acı veren tüm yontulmalar.

şimdiye dek; bu yemyeşil kırın ortasında kırk metre kadar göğe yükselen yalnız ve yaşlı bir çınar olmam sebebiyle, Hezekel’in buraya gelerek benim bu tek başınalığımı paylaştığını düşünürdüm.

ve yanıldığımı sanmıyorum.yalnızlığı sevdiğini hissediyordum.

bence aramızda ki bu güçlü bağın gerekçesi de buydu: yalnızlık …

bana gelince; ucu bucağı olmayan bu kırda, seksen iki yılı devirmiş bir çınarım.çevremi dolduran başka ağaçların olmamasından kaynaklanan hırslı bir motivasyon neticesiyle heybetli bir görüntüm vardır.bu görüntüyü tamamlayan gövdeme ve dallarıma yeşilimsi bir gri renk hakimdir.açık yeşil renkte ki yapraklarımın uzunlukları enlerinden daha fazladır.

biz çınarlar, genç yaşlarımızdan itibaren hızlı bir büyüme sürecine girer, çabuk serpilir ve palazlanırız.yaşımın geçkinliğinden de anlaşılacağı gibi oldukça uzun ömürlüyüzdür.

kabul etmeliyim ki eskiye kıyasla canlılığımdan çok şey kaybettim ve artık gövdemin yansıttığı renkler daha soluk … kabuklarım küçük levhalar halinde kalkmaya başladı ... ardımda bıraktığım yılların benden götürdüklerini yadsıyamam.artık genç bir çınar değilim; gövdemin içi çürüdü ve boşaldı.ne yalan söyleyeyim, son yıllarda biraz da kamburlaştım.

fakat çınarlar oldukça dayanıklıdırlar; kolay devrilmezler, gövde genişliği bir çınarı ayakta tutar.bende dayanıyordum ve henüz devrilmeye hiç niyetim yoktu.

aklıma getirmek bile istemediğim bazı felaketler dışında bu böyle devam edecek diye umuyordum.

ne büyük sürprizdir ki, bende ki bu güçlü devrilmeme inadını haince sabote eden kişi Hezekel oldu.

buz gibi bir kararlılıkla üzerime yürürken, elinde tuttuğu baltayı acımasızca gövdeme indirdiğinde en derinlerde ki köklerimden, gökyüzüne uzanan en uçtaki dallarıma kadar acı içinde sarsılmıştım.

kendi felaketimle beni yüzleştiren kişi, aynı zamanda sevdiğim ve güvendiğim kişiydi.

( Devam Edecek )