KUTSAL KASE'NİN EREKSİYONİST BEKÇİLERİ

0 y o r u m
1.

(ilk bölümden devam)

Baş Sorumlu Melek ondan bu görevi üstlenmesini özellikle rica etmiş, belki de kibarca mecbur tutmuş ve hayalini kurduğu statüye ulaşmasında Schopenhauer’in sağlayacağı katkı sayesinde işinin daha da kolaylaşacağını ummuştu.İnsan doğasını araştırmış ve üzerine tezler yazmış birinin vereceği yardımın elbette daha etkili sonuçlar doğuracağını biliyordu.Fakat onun bu özelliklerinden ne kadar faydalandığı kocaman bir soru işaretiydi.

Schopenhauer içinse yüklendiği bu sorumluluk sebebiyle üzerine binen baskı ve düşüncelerinin aksine, kendini reddeden birinin duyduğu tiksinme ve pişmanlık buhranlarını çoktan aşmış görünüyordu.Üstelik raporlar hakkında yaptığı yorumların ve uygulama aşamasına geçilmeden önce dönülecek yanıtın içeriği hakkındaki önerilerinin yeterince dinlenmediğini hatta göz ardı edildiğini bile düşünüyordu.Hala içinde yaşadığı dönemin en büyük filozofu olduğu düşüncesini taşıyor; dahası şu anda varolduğu alemin bile tek büyük bilgesi olduğunu savunuyordu.Kesinlikle mütevazı değildi.Tanrı onun için hala bir kavramdan ibaretti.Onunla hiç görüşmemiş ve onu hiç görmemişti.Huzuruna çağırılmamıştı.

Baş Sorumlu Melek onu bu kadar düşünceli ve keyifsiz görünce bunun nedenini öğrenmek için tereddüt etmeden sordu:

Seni son zamanlarda epey düşünceli görüyorum Arthur ... neyin var ... ölümlü olduğun hayatı mı özlüyorsun yoksa ... gerçi izole bir hayattı seninki ... böyle bir hayat özlenir mi bilemiyorum?

Schopenhauer Baş Sorumlu Meleğin kendisiyle böyle konularda pek tartışmadığını çok iyi biliyordu.Şimdi merak etmesinin ne gibi bir manası vardı pek çözemedi ama hiç renk vermedi.

Hayat bir derttir ... dedi.

Tavırlarında ve üslubunda asla bir çekingenlik veya ürperti uyandıran bir saygı emaresi gibi şeyler yoktu.

Benim görüşüme göre, hayat daima ıstırapla can sıkıntısı arasında bir dans olmuştur.Çünkü mahrumiyet ve ıstırap insana birazcık sükun sağladığı anda can sıkıntısı da başlamış olur.

Yine mi kitaptan konuşuyorsun Arthur ...dedi Baş Sorumlu Melek.

Evet ... öyle yapıyorum ... benim aforizmalarım ...

Ve sana ait oldukları çok belli.Pekala biz işimize bakalım ... sıradaki çekilişi yapar mısın lütfen?

Artık gırtlağına kadar gelip dayanmıştı ama belli etmedi.Her şeyin bir zamanı vardı ... burada bile!


Üzerine giydiği geniş entarinin kollarını birkaç kez sıvadıktan sonra, elini Meram Kuyusunun içine daldırdı.Rasgele karıştırdı ve bir tanesini çekip aldı.

Oku! dedi Baş Sorumlu Melek.

Bu kelimenin sahip olduğu ruhani ahenge bayılıyordu ama vakti zamanında başka bir Melek tarafından kullanılmıştı.Rütbesi kendi konumuyla kıyaslanamayacak kadar değerli bir Melek tarafından ...

Schopenhauer katlanmış raporu açıp bir süre inceledi.

Elimde tuttuğum dileğin oldukça isyankar bir üslubu var ... Hayat neden bu kadar karmaşık ve huzura giden yollar neden bu kadar dolambaçlı, diye soran birinin yakarışı bu ... Her şeyin daha basit ve anlaşılır olmasını diliyor.

Gelip bir de burayı görsün öyleyse, dedi Baş Sorumlu Melek ... hafifçe gülerek.

Buna yetkimizin olduğunu sanmıyorum efendim, diye hemen gereksiz bir düzeltme yaptı Katip Meleklerden birisi ...

Lafın gelişi itibarıyla söylüyorum zaten ...

İşin kurallarına bu derece sadık bir ekibinin olmasını kendisi istemişti gerçi ama mizahi anlayıştan bu kadar yoksun bir toplulukla da işler çok donuk ve otomat ilerliyordu.

Bu dileği değerlendirme dışına alalım ...

Emredersiniz, dedi Katip Melek.

Kendi görüşü hiç sorulmayan Schopenhauer, biraz kırgın biraz da asabi bir tavırla yeni bir rapor çekip çıkarttı kuyunun içerisinden.

Oku!

Kafasını bıkkınlıkla iki yana salladı Schopenhauer ...
( adamı geriyorlar...neyse, buradan devam eder)
0 y o r u m
(Geniş Özet...enine ) : " aklınızı muhafaza edin. " dedi karnı şiddetle ağrıyan adam ...
"koruyun onu ve saklı tutun!" diye de eklemişti üstelik karnı hala geçmişteki gibi şiddetli ağrıyan adam ...
Bildiği çok önemli şeyler varmış da, bunları anlatarak milleti garabet uykusundan uyandırıyormuşçasına konuşmayı severdi, karın ağrısı hiç geçmeyen adam ...
"kafanıza düşecek o taşı boş yere beklemeyin yahu; gidin ve herhangi bir taşa sizler kafanızı vurun" diyerek, işte sözümona uygar dünyanın gerçeklerine atıfta bulunarak bilgiçlik taslamıştı ayrıca, karın ağrısından batasıca adam ...
Öngörülüydü(!), üslubu alaycıydı ve daha hala melekeydi!

Sürekli çevresinde dolanıp duran müritlerine " aklınızı muhakkak sikinizden uzak tutun! " demiş ve sırıtmıştı, karnından konuşmayı seven adam ...
Onların arasında kadınlarında olduğunu biliyordu; anlaşılacağını ümit ediyordu.Kadınların fazlasıyla zeki olduklarını duymuş ve bu argümana delicesine inandırmıştı kendisini, karnından konuştuğu esnada çıkardığı gurultularla söylediklerine anlam katan adam ...
" hiçbir şeyin ulaşmasına izin vermeyin, kuma gömün,mağaraya kapatın,belki de uzaya fırlatın! " diye heyecanlı bir histeriyle guruldardı, dilini mide suyuyla ıslatıp damağının üzerinde kaydıran adam ...
Tez canlı ve sinirliydi, mafsal romatizması vardı ve dikiş işlerken parmağına yüksük geçirirdi!

İKİNCİ KISIM

1.

Tanrının milyarlarca işi arasında çok fazla ilgilenemediği, işin aslı pek fazla da ilgilenmek istemediği ipe sapa gelmez,saçma,münasebetsiz ve sallapati dilekleri Onun yerine “Kader Ağlarının Örülmesi Ve İşlevsellik Kazandırılması Genel Merkezi Birimi” değerlendiriyor ve içlerinden yanıtlanmaya değer bulunan dilekleri seçip, insan mantığının sınırlarını zorlamadan, küçük çaplı müdahalelerle halletmeye çalışıyordu.

Birimin başına getirilen Genel Merkezin Baş Sorumlu Meleği, söz konusu dilek belirlendikten hemen sonra devreye giriyordu.İşleme konulacak yanıtın mahiyetinin ne olacağı, yorumu yapılan dileğin içeriğine uygun olarak düşünülüyor ve uygulamaya sokuluyordu.Birimin başı olan Baş Sorumlu Melek bu karar aşamasında sınırsız yetkilerle donatılmıştı.

Diğer Merkezi Birimlerde “Kader Ağlarının Örülmesi Ve İşlevsellik Kazandırılması Genel Merkezi Birimin de” yürütülen işlerin sadece angaryadan ibaret olduğu fikri yaygın olsa da, Birimin tek yetkili Baş Sorumlu Meleği hiç de öyle düşünmüyordu.O, Tanrının hiçbir şeyle kıyas edilemeyecek kadar değerli ve şaşmaz güvenini, kendisini bu Merkezin başına atayarak gösterdiğine inanıyordu.Bir nevi lütuftu bu.Bu lütfe layık olabilmesi için varolan tüm enerjisini sorumlusu kılındığı bu Genel Merkezi Birimin işlerliği için kullanacağına dair kendisine söz vermişti.Gösterdiği bu azim sayesinde her zaman hayalini kurduğu Ölüm Meleği Baş Yardımcısı mevkisinde kendisine yer edinmeyi amaç edinmişti.Çalışkanlığı onun referansı olacaktı.

Sorumlusu olduğu Genel Merkezde işler belli bir rutine bağlanmıştı ve mesai her zaman çok yoğundu.İnsanların başları her sıkıştığında ve zorda kaldıklarında akıllarına gelen ilk şeyin Tanrıya yakarmak olduğu düşünülürse bu yoğunluk oldukça doğaldı.Sürekli yakarılan dilekler ve duaların çokluğu sebebiyle, bunlar öncelikle bir çeşit rapor haline getiriliyor ve daha sonra bu raporlar rulo halinde sarılıp, Genel Merkezi Birimi salonunun orta yerinde tüm ihtişamıyla duran Meram Kuyusu’nun içine atılıyordu.Meram Kuyusu’nun içerisinden rasgele çekilen söz konusu rulo yapılmış kağıtlara yazılı raporlar dikkatle okunuyor ve yorumlanıyordu.Yapılan bu işleme Talihli Kul Çekilişi deniyordu.

Tanrı katında yürütülen ve işlerliğinin devam etmesi büyük önem taşıyan bu kutsal ama bir o kadar da rutin işlemlerin arasında bir yerde bulunuyor olmasına rağmen, bu teferruatlı çarkın görünmeyen ama lüzumlu dişlilerinden biri olan “Kader Ağlarının Örülmesi Ve İşlevsellik Kazandırılması Genel Merkezi Birimin” de başka önemli mevkilerin hayalini kuran Yetkili Meleğin haricinde, ona yardımcı olmak ve vereceği kararlara yön vermek amacıyla orada bulunan biri daha vardı.Bu kişi dahi filozof Arthur Schopenhauer’di.

Arthur Schopenhauer ayrıca, Meram Kuyusu’nun içinden Talihli Kul Çekilişi yapan kişinin bizzat kendisiydi.Yaşadığı zamanlarda insan sevmez biri olarak tanınan Schopenhauer’in, öldükten sonra bu Birimde kendisine reva görülen bu görevin ne manaya geldiği de doğrusu tartışmalıydı.Öyle ya, insanlara öncelikle istençlerini öldürmelerini amaç edinmelerini salık veren birinin, şimdi ise o insanların sonu gelmez istenç duyularını yelpazeleyen ve basit anlatımla bu harisliğe müdavimlik eden biri konumunda bulunuyordu.Başka Birimlerde aslında onun ironik bir cezalandırmanın hükümlüsü olduğu konuşuluyordu.
( yok yahu ... dur bakalım )

SEVİYESİZ DİYALOGLAR 2(İKİ)

0 y o r u m
-Kafandan ne geçiyor senin?
-Yok şu an ölü dönem!
-Ne diyosun be?
-Şakaydı…
-Eve geldiğinden beri durgunsun.
-Buda demek oluyor ki seni aldatıyorum!
-Ne diyosun sen ya?
-Ben değil sen konuştun..Durgunum ya kesin var bi bok bende.N’apsak ki?
-Ya bi siktir git abi yaa.
-Pelin ilgilen benimle n’oluuur..Bunalımdayım..Kafamdan bişey geçiyo.
-Ne biçim adamsın sen yaa…Taşşağa al herşeyi zaten.
-Yok almayalım biz.
-Siz?
-Taşşak ve ben.
-Allah belanı versin.
-Onun suçu yok Pelin.
-Kimin be manyak
-Taşşşş…