bölüm 1Çok eski zamanlarda çok eski zamanlar yokmuş çünkü zaman o kadar eskiymiş ki ondan önce çok kısa bir süre geçmişmiş. İşte bu manyak, gerizekalı, salak masal da teee o zamanlarda geçiyormuş. Masalımızın ana karakteri Nazort Tübitak bir tarihçi olduğu için hem fazla çalışmasına gerek yokmuş hem de zaten işsizmiş salak. Bu sebeple günlerini saçma sapan boş işlerle geçirip sıklıkla da otuzbir çekiyormuş.
Aynı şehirde yaşayan (evet, Nazort Tübitak bir şehirde yaşıyor, nooldu şaşırdın mı!) Nazbrazyaz Prezeşta denen hatun kişi Türk Dil Kurumunda kelime uydurucusu olarak gayet saygın ve aktif bir hayat yaşıyormuş. Üstelik o vakitler daha Türkler icad olmamış bile. Sonradan Çinliler icad edecekmiş Türkler’i. Ama olsunmuş, hazırlıklı olmak lazımmış. Tahmin edilebileceği gibi bu iki kişinin karşılaşması an meselesidir. Zaten aşağıdaki paragraflar da bunu anlatacak. Masalı ben yazıyorum ya, ondan biliyorum.
Ender de olsa Nazort salağı işini yapabiliyormuş. Örneğin şehrin tek üniversitesi olan “TEK” üniversitesinde “Büyük patlama ve sonrası” adlı sempozyuma konuşmacı olarak çağrılması bu duruma bir örnektir. Sevgili Nazort’umuz sempozyumdan önceki gece sıkı bir çalışma yaparak iyi bir konuşma sunmak istemektedir dinleyicilere. Şimdi Nazort’un notlarına bir göz atalım.
“Büyük patlama oldu. Büyük patladı.”
Notlarını cebine koyan Nazort salona girdi ve yerini aldı. Dinleyiciler arasında kim vardı dersiniz? Nazbrazyaz Prezeşta! Bu hanım kızımız da kendi işi gereği bu sempozyumda bulunup bazı notlar almak ve gerekli olursa bunlara Türkçe kelimeler bulmak için bulunmaktadır. Konuşma sırası Nazort’a gelince derin tarih bilgisini herkesle paylaştı. Dedi ki;
“eee! Öncelikle beni de buraya çağırdığınız için teşekkür ederim. Tarihteki tek tarihçi olarak burada bulunmaktan onur duyuyorum. Her ne kadar büyük patlama olalı 26 gün geçmişse de hafızası zayıf olanlarınız vardır belki. Üstelik sekiz milyar yıl sonrası için de şimdiden dipnotlar almaya başlamak gayet yerinde bir davranıştır. Ancak üniversitede tarih kürsüsünün bulunmayışı bence büyük bir eksikliktir. Kadrolu değilse bile sözleşmeli olarak bana bir maaş bağlanması gayet yerinde olacaktır zira dün tarihte ilk defa yaptığım alışveriş sonrası Lidyalı bir arkadaşıma borç taktım. İşte uygarlığımızın geldiği nokta budur! Bilim adamları …
(Yeter! Konuya gel bağırışları) eee!...ah evet…pardon, dalmışım…”
Cebinden notlarını çıkarır, hım hım diye sesler çıkararak biraz göz gezdirir ve söyler;
“Büyük patlama oldu. Büyük patladı.”
Bu noktada burnunu kaşıyormuş gibi görünüp aslında sol elinin serçe parmağının yarısını burnuna sokmuş olan Nazbrazyaz hanımefendi çabucak elini burnundan çekerek havaya kaldırır ve konuşur;
“Afedersiniz sayın Tübitak, büyük patlama derken neyi kastediyorsunuz?”
Nazort sorunun geldiği yöne doğru bakar ve hemen görür sümüklü parmağı, onu takip eden zarif kolu ve birleştiği yerin hemen yanındaki Washington portakalı büyüklüğündeki memeleri ve hemen aşağısında daralarak inen beli ve yeniden mucizevi bir kıvrım yaparak sanki tanrıya ulaşmak istercesine yükselen dişlenesi popoyu. Üstelik bu sıfat tamlamalarının sahibi Nazbrazyaz hanımefendi oturmaktadır! Bunun bir açıklaması yoktur. Olan olmuştur, Nazort her ayrıntıyı görmüştür ve böyle zeka dolu bakan gözlerle aynı gözlerin sahibinin sorduğu beyinsiz soru arasındaki tezatlık karşısında boş bulunup;
“Sen bennen dalğa mı geçiyon itoğluit!” deyivermiştir bile. Salonda yükselen “ouuuuv!” sesleri arasında hemen toparlanan Nazort gayet haklı olarak anında pişman olur ve yalayamadığı memeler, dişleyemediği popolar gözünün önünde uçuşur. Üstelik bu bir animasyon film olsaydı kesin “cikcik” diye ses de çıkarırdı uçuşan erojenler. Aldığı sert tepkiye rağmen istifini hiç bozmayan Nazbrazyaz;
“Estağfirullah, sizin gibi saygın bir tarihçiyle dalga geçmem, belki de sorumu doğru soramadım, demek istiyorum ki patlama mı büyüktü yoksa büyük bir şey mi patladı?”
Nazort’un odak noktasını washington’dan Nazort’un gözlerine doğru kaydırması zor da olsa isteksiz birkaç saniyede gerçekleşti.. Bundan dolayı kendisini özellikle kutladı Nazort ancak bütün enerjisini odak noktasını değiştirmeye ve kendisini kutlamaya harcadığı için sorunun tekrarını taleb etti.
“eee, ne?”
“Gözlerime bakar mısınız lütfen?”
“Aaah, ne? Haa! Pardon!, Evet, büyük patlamaydı di mi? Zaman ne kadar çabuk geçiyor, nasıl da patladı di mi?”
“Merhaba, buradayım, biraz daha yukarıda, şimdi daha iyi, teşekkür ederim.”
“Aslında, patlayanın ne olduğu şimdiye kadar çözülebilmiş değil ancak önemli ve büyük bir şeyin büyük bir şekilde patladığını söyleyebilirim, yoksa burada olmazdık değil mi?”
Cevabın tatmin ediciliği ve bir erkeğin bu kadar uzun süre washington’a değil de gözlerine bakabilmesi (1 dak. 42 sn.) Nazbrazyaz’ın aklında ve kalbinde bu garip tarihçi hakkında güzel fikirler oluşturmaya başlarken salonun başka bir tarafından bir el kalkar ve sorar;
“Ancak sayın Tübitak bundan önceki konuşmanızda patlayanın ne olduğunun önemli olmadığını ve beş boyutlu uzayda büyüklük kavramının bizim boyutumuzda bir şey ifade edemeyeceğini belirtmiştiniz, üstelik bir fizikçi bile değilsiniz?”
Soruyu soran, şehrin ünlü matematikçisi Sakallı Mayruk Coni’dir. Bu zat sempozyumun yapıldığı TEK üniversitesinin de rektör yardımcısıdır. Hakkında söylenenlere göre hırslı ve kurnaz oluşu sayesinde bu makama gelebilmiştir. Sorusunu sorduktan sonra döner ve Nazbrazyaz Hanımefendiye tam 1 dakika 43 saniye boyunca bakar. Hem de gözüne gözüne. Hanım kızımızın kafası iyice karışmıştır. Sakallı Mayruk Coni’yle daha önce de çeşitli cemiyet toplantılarında karşılaşmıştır ama hiç dikkatli bakmamıştır. Hoş bir adam. İnsanda sakallarını çekme ve çektikten sonra gevrek gevrek sırıtma isteği uyandırıyor. Ancak gözlerinde daha doğrusu bakışlarında bir boşluk belki de bir çiğlik var sanki. Prezeşta düşüncelerinden sıyrıldığında Nazortun cırtlak bir sesle söylediği son cümleleri duyar.
“…değilsem de araştıran, okuyan bir insanım ulan eşşoooğleşşek, o zamandan bu zamana çok sular aktı köprünün altından, şimdi de böyle söylüyorum. Ve evet büyüktü işte oooooohhh kocamandı, eşek kadardı, öyle büyüktü ki annen bile alamazdı hepsini!”
Belli ki bu düzeysizlikle uğraşmak istemeyen Mayruk hiçbir şey demeden kalkıp salonu terk etti, arkasını dönmüş çıkışa doğru yürürken göz çizilmiş gözlüklerini çıkarttı. Bunu yaparken sanki “Hıh hıh tıs hıh hıh!” gibi tatminkar tilki sesleri de çıkarıyordu ya da bize öyle geliyor, günahını da almamak lazım.
Nazort’un Mayruk’un annesinin kapasitesi hakkındaki son sözlerini düşünen Nazbrazyaz kendi kendine güldü ve Nazort’un yanına gitti. Salon boşalmıştı, ikisi kalmıştı, bir de üniversitenin hademesi temizlik yapmak üzere içeri girmişti henüz. Sinirleri yeni yeni yatışan Nazort ne washington’a ne de gözlere bakamadan konuştu;
“Umarım cevap tatmin etmiştir sizi.”
“Evet etti, teşekkür ederim. Aslında hala konuyla ilgili sormak istediklerim var, uygun olduğunuz bir gün bana biraz vakit ayırabilir misiniz acaba?”
Nazort umutlanmadan edemedi. Belki de kendisinden hoşlanmıştır bu kız. Bir an kendisini Washington’un üzerinde bungee jumping yaparken hayal etti. Sırıttı.
“Sizce” dedi “Bungee jumping için uygun bir Türkçe kelime düşünülemez mi?”
“Nasıl bir bağlantı kurdunuz bilmiyorum ama üstünde çalışmam gereken ellibin kadar kelime var önümde ama gene de sizin için bir kıyak yapabilirim.”
“Kıyak mıı? Ho ho hoooo! Bana kıyak yap. He he heee!”
“Salaaaaaaaag” dedi Nazbrazyaz ama bunu neden dediğini bilemedi. Sanki gelecekten bir şeyi hatırlamış gibi bir duygu yaşadı. Üstünde durmadı fazla.
“Uyyyy!” dedi Nazort. El sıkışıp ayrıldılar.
Hademe koşarak dışarıda bekleyen Sakallı Mayruk’un yanına gidip tüm diyaloğu aktardı. Bu sefer net bir şekilde “Hıh hıh tıs hıh hıh!” dedi Coni. Günahını almamışız.
(
devamı burada)