0 y o r u m
Çok üzgünüm ama bi bok bildiğiniz yok.

Kuzen Mete.. O da kim yaw!

Çıkarsız iyilik? Bi gün gelecek sen birşey istiyeceksin aslında kuzenini tokuşturduğun kimse ondan. Bunun için 12864üncü hamleyi hesaplıyorsun içten içe.. Nuhuhahaha.. Saf, som..

Severim androidleri

Severim kabileleri

Anarşizmin türleri

Yapma yaw!

Kafandan geçen herşeye iç rahatlatıcı, rasyonel bir sebep bulabilmek.

Ne sistem ne işlevsellik ne ikna edici.. ohh, yaşasın

Kafamın içine girip orada kalmak istiyorum

7,9,11,26,35,41,196,558... 27612

Boşluğa hangi sayı gelir:

a) öküz

b) Burma (ülke olan)

c) Kuku

d) Ben

e) Eee

Yapma, yapmaaa

Yuvarlanıp gidiyorduk işte

Hiçbiri

Hiçbiri

Hiç

İstridye soslu çilek denediniz mi?

Üzüm Suyu

0 y o r u m
Boynun ağrırken ter kokan kıyafetlerini düşünürsün
Önünde olmadıgı halde karşına bakarken gözlerini hatırladıgın birinin.
Üzüm suyu dolu bardağın yeni boşalmıştır
Ve televizyondan yüzüne sıçrayan ışınlar yakar derini.
Aklına gelip durur travestileri canlandıran erkek oyuncular
Epeydir gitmediğin bir sinemanın perdesine yansımayı bekleyen.
Ardından bıkarsın bir anda tüm bu kasvetli bulutlardan
Söylemiş olmana rağmen,sevdiğini yağmurları.
Bıkmışındır sadece belki de üşümekten
Ve özlemişindir ilk defa  parlayan güneşi.
Ya da diliyorsundur bu sene rengini değiştirmeyi
İtiraf etmesen de istediğini başkasına güzel görünmeyi.
Geniş yapraklı bitkilerin damlattığı sarı sıvıya takılır kalırsın
Karıştırıp durdugun burnunda buldugun sümüklere benzetip bayılırsın.
Uyandığında gözüne kaçan güneşe küfredersin tekrar
Tüylü atkın da boğazını kaşındırırken,
Bilmemkaçıncı uykuna dalarsın sonra zaten.

KUTSAL KASE'NİN EREKSİYONİST BEKÇİLERİ

0 y o r u m
9.
Önüne bir engel olarak çıkıveren sinir bozucu olumsuzlukları, hayatın rutin akışı içerisinde olağan karşılanması gereken durumlar gibi algılamayı neredeyse bir ilke olarak benimsemeye başlamıştı.Tmumkg kafasının bu türden şeylere takılıp kalmasını istemiyordu.Birden dışarıdaki masalar yönünde gürültülü bir şangırtı ile patlayan bardakların parçalanma sesleriyle, başını hızla o yöne doğru çevirdi.

İmrenilecek bir özenle masalara içki servisi yapan İrina, boş bira bardaklarını dolularıyla değiştirmek için bara dönerken tepsinin üzerindeki bardaklardan bir tanesi kaymış ve bir nevi domino taşı etkisi yaratıp diğer boşlarla beraber yere uçmuşlar ve yerde bomba gibi patlamışlardı.Çevrede bulunan herkesin dikkatini çeken ve zihinlerin boş lakırdılarla olan meşguliyetini kısacık bir süre de olsa sonlandıran, beklenmedik gürültüde bir patlamaydı.

Arnavut kızı ürkmüş bir halde, ayaklarının dibine saçılmış cam parçacıklarına şaşkınlıkla bakarken, Tmumkg ise bu anın isteyerek oluşturulması imkansız güzellikteki foto grafik kadrajına dikkat kesilmişti.O anı enteresan kılan şeyin özü: çevrede bulunan herkesin, sessiz ve donmuş bir sükunet içerisinde İrina’ya yada yerde dağılmış cam parçacıklarına odaklanmış haldeyken, istisnai bir ayrıcalıkla sadece Zebulun’un olup bitenlere karşı ilgisiz ve umursamaz hatta biraz da kendine özgü o kopuk tavrıyla, yalnızca gökyüzünü seyrediyor olmasıydı.

Da Vinci’nin klasik bir yağlıboya tablosunu görmüş gibi keyifle izlediği o anın, Tmumkg’u neden bu kadar etkilediği bilinmez.Onu dışarıdan izleyen biri -ki bunun o geceyi birlikte geçirebileceği bir kız olması ümit ediliyordu- sanki kutsal bir ana tanıklık ediyormuşçasına huşu içerisinde, şaşkın ve aptal bir gülümsemeyle o yöne doğru bakarken ki halini görebilirdi.Nina Simone aynı anda CD çalardan “I Put A Spell On You” diyordu ve bu “eşsiz” tabloya fon müziği oluşturarak, gördüğü şeyi onun gözünde biraz daha yüceltiyordu.

Aniden canı sigara çekti ve yeni bir tane yakmakta da gecikmedi.CD çaları bir sonraki şarkıya kesintisiz geçiş için ayarladı ve yüzüne yerleştirdiği çarpık gülümsemesi ile eski dostunun oturduğu masaya doğru ufak adımlarla yürümeye başladı.
1.Sezon'un Sonu ( Ne sezonu lan...allaalla...)

Istanbul,Bir Karmaşa

0 y o r u m
Herkes karmaşadan hoşlanmak zorunda değil efendim.Ben zihnimdeki karmaşadan kurtulmak için o kadar kafa patlatmışım,ama bedenim bu karmaşadan kurtulamayacak,öyle mi,daha neler...Kalabalık olması yaşam tarzımdan ötürü işime gelmiyor değil,ancak bir sürü sınırla dolu.Paranız varsa çok eğlenebilirsiniz,gerçi bu geç vakitte sokakta olduğunuz için taciz edilmenizin,boğazınızın kesilmesinin,ve bitmek bilmeyen başka şeylerin başınıza gelmesinin önünü kesemez.Gündüzleri diyelim,paranız yoksa gene,sürünüyorsunuz.Neden,çünkü burası avrupalıların şehri aslında,türk halkı olarak da çok güzel kabulleniriz zaten her şeyi,Çırağan Sarayı'na 'Cıragan Palace' deriz,bir şişe suyu 3 liraya,bir tabak yemeği de 25liraya satarız!Neden,çünkü ingiliz,fransız abilerimiz,ablalarımız öyle istiyor.Lüks olsun istiyorlar,kendi,refağa ereli çok olmuş şehirleri gibi olsun,istiyorlar...Istanbullu diye bir şey var mı acaba?Benim babam nevşehirliymiş,annemin olayı daha da karışık,sahi,ne yapıyorum ki ben burada...Kokuşmuş insanlarının arasında sıkışa sıkışa günler geçiyor,kokuşmuş zihniyetinden yüzüm buruşuyor...'Ama Istanbul gibi şehir var mı kiiiiiiiiiii?' diyenler olacaktır,bence yok,tam bir fahişe,parasını verirseniz güzel zaman geçirirsiniz,vermezseniz,eh,sizi sokağa atar bir don bir gömlekle...Buna katlanmak zorunda değilim,birileri düşünsel anlamda pandiklenmeye de çok alışmış diye onların zırvalarına boyun eğmek zorunda da değilim.Şimdi bu konu nereden çıktı diye merak ediyor olmalısınız,Vancouver'in (Kanada) fotoğraflarına bakıyordum,o kadar...insancıl görünüyor ki...Tamam,Kanadalılar yavru fokları öldürüyor olabilir,biz de bebeklerin yüzüne sinek ilacı sıkıyoruz allah aşkına!İnsanlar annelerinin karnını delik deşik ediyor,ve kadıncağız merdivenlerden aşağıya kendi kanında kayarak düşerken kimse gıkını çıkarmıyor!Hayran olduğunuz fahişenizle iyi uykular hepinize!

Eklenti:
Istanbul dediğiniz yer,coğrafik anlamda bir yarımada-anadolu yakasından bahsetmiyorum şu an için-,bunun bilinmeyen o kadar çok yeri var ki...Şehir merkezinde yaşamayı başaranlar,Şişli'den sonra ne gelir bilmiyor.Beylikdüzü dedin mi aval aval bakıyorlar,boğazlarına cahillik mi kaçmış ne?'Ay bizi ilgilendirmez,biz çok mesuduz KemerCountry'de,zaten villamız da var,bi de köpek işte rahatız yani,herkesi de biz düşünemeyiz ki canım...' tarzında şahsiyetler kadar hiçbir şeyden iğrenmiyorum.Umursamıyor olabilir,ama bunu doğru düzgün söylesin.Sosyal bilince sahip olmayan,başkalarının sırtından geçinip sonra da gecekondulardan ve leş yiyen sokak hayvanlarından izole edilmiş,katledilmiş bir ormanın ortasında göt büyütüyorum desin.O zaman saygı bile duyarım,en azından kendini biliyor derim.Bazı yerlere taşıt bile yok,kimsenin haberi de yok,sonra derler,'Ayol bi yılbaşını kutlamaya gittim Taksim'e,cüzdan,telefon,anahtar ne varsa yürütmüşler,nereden geliyor ki bunlar,kovsunlar Istanbul'dan ya,elit bir yer burası!'...Ben sana söylerdim güzelim nereden geliyor,ama tepki çekmek istemiyorum,senin gibi olmayan tek tük insan biliyor nereden geliyor bunlar,onlardan öğrenirsin belki bir gün.Ya da onlardan biri seni güzelcene bayıltır da sen mışıl mışıl uyurken mekanına götürür,hem sana da sürpriz olur uyandığında.Silivri'de derme çatma bir apartmanın bodrum katında bulursun kendini,elin kolun bağlı....Siz hala,2010 kültür kenti diyin,sonra İtalya'dan başka yerlerden de gelinler,damatlar gelir,onları da tabutta gönderirsiniz geri.Pehh...

Gökyüzünde Yüzüyorum

0 y o r u m
Uyandığımda,
Ayaklarımı bir halatla bağlanmış,
Ve kendimi başaşağı buldum,
Burnum kaşınıyordu,
Çünkü kesik bileklerimden akan kan yüzüme damlıyordu.
Çok güzeldi,
Gökyüzü karanlık bir okyanus gibi,
Sanki içinde yüzüyordum,
Yıldızlar şekiller oluşturmuşlardı,
Parlak ve rengarenk denizanaları,
Dokungaçları arkalarında tembelce ilerlerken,
Kendileri de danseder gibi süzülüyorlardı,
Sıfır kelvinlik uzayda,
Tüm kanunlara aykırı bir canlılıkla.
Yukarı baktım,
Kumdan bulutlar vardı tepemde,
Sıcaktan kızarırken,
Lanet okuyan bir yılan gibiydi tıslamaları,
Bir yerlerde buzdan dağlar gördüm,
Lacivert gökte süzülen,
Kesikleri vardı onların da,
Yanaklarında,
Üşümüş gibiydiler,
Sokulmuş gibi birbirlerine,
Somurtmaları bundan mıydı acaba...
Ters dönmüş adalar vardı yukarılarda,
Ve eteklerine tüküren ağızları,
İçlerinden kırmızı ejderler fırladı üzerime,
Ama tuttu bir tanrıça kuyruklarından,
Ve çekti gerisin geri deliklerine.
Elleri pulluydu,
Mavi taşlar ve elmaslardan yapılma,
Kuyrukları vardı saçlarında,
Kıvrak ve şiir gibi salınmalarıyla,
Göz kırptı bir an bana,
Hiç acımayacak dedi,
Sıçradı ıslak karanlıktan,
Attı bir takla en burgulusundan,
Halat kesildi bileklerim gibi,
Gözyaşları donmuş o buzdan dağların yanakları gibi,
Yükseldim,
Ya da düştüm,
Uçmuş olabilirim,
Ya da boğulmuş,
Karşımda kendimi gördüm,
Dalgaların arasından bana doğru gelen,
Serinliği hissettim,
Ve hiç,
Acımadı...

Sevmek Güvenmeyi Gerektirir mi?

0 y o r u m
Bence gerektirmez. Sevmek ile birinin köpeği olmak farklı şeylerdir. Köpekler en iyi dostumuzdur, köpekler, hayvanlar arasından en çok bize güvenirler... Birine onu sevdiğinizi söylediğiniz anda, üzerinizde hakimiyet kurmaya başlar. 'Beni seviyor.' demesi onun için, 'bana ihtiyacı var, bana mahkum, bana mecbur, bana zorunlu' gibi ifadelere denk gelir. Dolayısıyla insanlar birbirini sevdikelri halde bunu belirtmekten kaçınırlar, birbirlerinin gözlerinin içine bile bakamazlar çünkü bu davranışları belli durumlarda 'seni seviyorum' demek olabilir. Kimse kimseye onu/onları sevdiğini söylemediği için de, onların bunu bilmesinin mümkün olmayışından da, sevgisiz bir dünya kaldı elimizde. Gördüğünüz üzere bu bir kısır döngüdür, şimdi kırmak için neler yapılabilir ona bakalım.

Öncelikle bireylerin sevilmeyi beklememeleri gerek. İnsan sevilmek istedikçe sevmeyi unutur. Sevilmediği için ölüp ölüp dirilir. Diğerleri de ondan iyi halde olmadıklarından, topluca acı çeker bunlar. Ama bir tanesi çıkıp da demez ki; seviyorum diye... Seven yoksa sevilen de yoktur. Sadece 20 yıldır buralardayım ve tonla mucize gördüm, mucizeler her yerde gerçekleşiyor, bir zahmet birilerinin kıçını kıpırdatıp 'evet, bu da olabilir, neden olmasın?' demesi gerek sadece. Biz kendimizi kısıtladıkça, potansiyelimiz de toza dönüşür her geçen gün. Ve artık başladığımızdan da gerisinde bulursak kendimizi hayatın, bir daha kafa yorup da düzlüğe çıkma şansımız kalmaz. 'içi geçmiş' bu vaziyetteki kişileri tasvir etmek için hayli uygun bir sıfattır. İçleri geçip gitmiştir onların, içlerinden, farketmemişlerdir bile, çünkü pek meşguldürler onları sevecek birini aramakla. Vah zavallılar... Acımıyorum ama acınacak haldeler.

Güven sorunu... Güven'i geçtim, sorun nedir? Neden sürekli sorun yaratıyorsunuz? Ben sokakta yürürken sorunlar görmüyorum öyle iki bacaklı, mini etekli, file çoraplı, kırıtarak üstüme çıkacakmışcasına bir topuğunu ötekinin önüne atan. Siz gördünüz mü?.. Yaratmazsan olmaz. Biz yaratmasaydık bilgisayar da olmacaycaktı. Münasip bir yerine ampül kaçtı diye kaşınmaktan yaratmadılar ya onu da, küçük dili kaşındı diye yere tükürenler misali. Sen yaptığın için var o dert, yapma. Dövüyorlar mı üzülmedin diye? Somurtmadın diye memeuçlarına mandallar mı takıyorlar? Herkesin başı eğikken, dik durup güneşe baktın diye rüyalarında mı kovalıyorlar hazır-yemek yemekten şişmiş kıçını? Hayır... O zaman, çeneni kapa, ve bir daha açtığında -kendi iyiliğin için- acınası hıçkırıklarının garibanlığı değil, belki inci gibi, belki sigaradan sararmış, belki de doğuştan çarpık, ama hala hayatta olduğun için duyduğun mutlulukla kıvrılan dudaklarının ardındaki dişlerin olsun görünen.

(xoxo yapayım ben de hahah, bunu okuyanlar zeki tipler zaten ama belki ihtiyacı olan birilerine yollarlar!)

Bu Dolap Dönmez...

0 y o r u m
Delirmek,
Delirmemek...
Farkı bilen var mı?
Çok akıllıyım,en mantıklı kararları ben veririm
Çok çatlağım,en büyük çamları da ben deviririm.
Değişir mi?
Mantığım hesap makinesiyle yarışır,bir kötü bin iyiyi götürür
Kaçıklığım bir kaçağınkiyle yarışır,bir günü bin dününü öğütür.
Etkiler mi?
Ben bir kadehim,içi buz dolu,nefretini akıt ve benim şeklime girer,sevgini akıt ve başından aşağı boşalır kaynar kan gibi
Ben bir asitim,burnunu kemirir kokusu,çok yakından bak ve gözlerin büzüşür,dilinden aşağı dök ve alevlen bir yıldız gibi
Belirler mi?
İnce bir çubuğum,tepemde bu evren döner,belim büklür ama güçlüdür omuzlarım
İnce bir pipetim,içimden bu hayat geçer,gögsüm gerilir ama inatçıdır esnek dudaklarım
Yanıtlar mı?
Bu dolap doludur oğlum,
Bu dolap çürüktür oğlum,
Bu dolap küskündür oğlum,
Bu dolap yüksektir oğlum,
Bu dolaplar dönmedir oğlum,
Bu dolaplar dönmez oğlum!

Dışavurum (evet dışa vuruyorum,izleyiciler... )

0 y o r u m
Seviyorum,esen rüzgarda kaldırdıgın kaşlarını,
Seviyorum,
Çantaların altından benimkileri bulduğun ellerini,
Seviyorum,
Maskenin çatlaklarından sızan kırıklı gülümsemeni,
Seviyorum,
Havadaki görünmez kuşları kovalayan aceleci gözlerini,
Seviyorum,
Ruhunun gölgesinde utanarak kızaran kalbini,
Seviyorum,
Seni...

Sadece...

0 y o r u m
Sadece sen olduğun için,
Sadece onlar olduğu için,
Ve sadece,ben olduğum için.

1)
-Saçlarım güzel mi böyle?
-Evet
-Ama çok dağınık değil mi?
-Hayır...
-Bana öyle görünüyor
-Belki başkalarınınki çok düzenlidir.
-Her zaman zıt konuşacaksın,değil mi?
-Ben buyum.
-Olmak zorunda değilsin.
-Hayır değilim.İstediğim bu,seviyorum bunu.
-Herneyse...
-Çözümlesek olmaz mı?
-Çözümlemek istemiyorum.Kapat lütfen...
-Nasıl istersen...Bence sen zaten güzelsin,nasıl göründüğün önemi yok.Görüntünden daha güzelsin...

2)
-Vay,gerçekmişin sen,dokunabilir miyim?
-Ehhe,tabii.
-Evet,gerçekten gerçek!
-...
-Kusura bakma,çok heyecanlandım da.Nerden bilebilirdim bunu yaşayabileceğimi.
(...)
-Ben çok zor uyarılıyorum.
-Bende de var o...Ben dokunduğumda nasıl hissediyorsun peki?
-Çok...farklı.
-Ne güzel.Ben de senin yanındayken uyarılıyorum,zihinsel olarak da...
-Evet,ben de senin yanındayken.
-Şarap içmek ister miydin?
-Neden olmasın...

3)
-Ben aslında böyle olmazdım.
-Nasıl?
-Çocuk gibi...
-Çocuk gibi değilsin,sadece hayatını yaşıyorsun.
-Ya..
-Evet,ben de hiperaktif değilim,istediğimi,istediğim an yapıyorum.
-Bu dediğine inanıyorum artık.
-İnanmasan da olur,yeter ki anla.
-Peki.
-Gözlerini kaçırma...Herkese karşı böyle misin ?
-E- ... evet ..
-Hmm,pekala nasıl diyorsan...
-Bilmiyorum,senin gibi birine alışkın değilim.Bana alışık olmadığım şeyler hissettiriyorsun.
-Alışmayacaksın da,ben her zaman değişeceğim,ve sen de.Şuna seviniyorum ki,daima yeni kalacağız.Benimsenmiş ama kirlenmemiş,denenmiş ama el değmemiş.

Terbiyesiz

0 y o r u m
Evet terbiyesizim
Onun,bunun gibi dudaklarımın arasından deri bir kayış geçmiyor
Hiç ama hiç terbiyem yok
Öyle ki herkesin yalağından su içerim,bazen de yalak bile aramam susadığımda
Kafama eserse dolu dizgin akan nehirlerden geçerim uzun bacaklarımın üzerinde,
Olmadığından beni kendi yolumdan alıkoyacak dizginler...
Kimseler çırpmadı,bariyer gibi yumak olmuş tellerle zihnimi
Kendi bulantımdan iğrenmedim içime kusacak kadar.
Terbiye edeceklermiş...
Onlar ne kurnazdırlar ki,kendi terbiyesizlikleri belli olmasın diye
Başkalarınınkini ellerinden almaya çalışırlar,
Onları dazlak bırakırlar soğuk ahlak rüzgarlarının ortasında,
Kafayı üşütüp,'münasip münasebetlerin' yataklarına düşsünler diye...
Geçenlerde gördüm bir tanesini,damdan atlarken
Pek bezmiş bu sapık dünyadan,ıslak betona doğru saatte yük kilometreyle düşerken,
Açılıverdi dantelli,ve kırmızı iplikten dokuma erotik donu,etekleri her yöne uçuşurken.
Etleri üstüne üstüne gelen,yerden esen yelde dalgalanırken,
Suçlamalardan ve derindeki çelişkilerden yapılmış bir yelken gibi,
Yere kavuştuğunda dümeni kırıldı,meraklı bakışlara meydan okurken,
Bir yandan da yaladığım dişlerimin arasında gezdirdiğim kürdan gibi.

KUTSAL KASE'NİN EREKSİYONİST BEKÇİLERİ

0 y o r u m
Üç Buçuk Perdelik Özet: (Biri hevesle salıncağa oturmuş, diğeri salıncağın üst demirine tünemiş efektif vaziyette iki adam; komik bir tuhaflıkla ve tamamen kendi tercihleriyle oluşturdukları konumlarının absürd gerçekliği ile yüzleştiklerinde, bir zamanlar yanlarında saf tutan fakat şimdi onları dışarıdan seyreden diğerlerinin yaptıkları gibi kendi durumlarına en az onlar kadar hayasızca götleriyle gülmeyi becerebiliyorlardır.
Dur bak; daha bitmedi.
Vaziyetin tuhaflığı vahimdir; içindeki karşı konulmaz sallanma arzusuyla salıncak tahtasına kurulmuş o kapkara kıyafetli adam, bir salınımın gerçekleşmesini mümkün kılacak olan yerden yükseklik mesafesinin olmamasından ötürü salıncak tahtasıyla beraber götü yere vurmuş durumda ve yüzüne yerleşen aptalca bir gülümseme ile sabırla beklemektedir.
Salıncağın üst demirine tünemiş ve harıl harıl cebindeki demir halkaları salıncak zincirine ekleyen diğer adam ise, zincirin boyunu uzatarak sallanma arzusundaki adamdan tamamen bağımsız bir ruh haliyle yalnızca üzerindeki yükü boşaltmaya çalışıyordur.
Son perdede, kafası sadece hatıraları kurcalamakla meşgulken bir yandan da sallanmak derdinde olan adamın, hiçbir salınımın olması mümkün değilken bile yine de o salıncaktan düşmeyi becerebildiğine tanık oluruz.
Zincire yeni halkalar ekleyerek kendi ağırlığını dengelemeyi amaç edinen öteki adamınsa, yıllardır giymeyi reddettiği ve görmezden geldiği o parlak renkteki gömleği nihayet sırtına geçirmesiyle birlikte, rahat nefes almasını engelleyecek kadar sıkan yaka düğmesini açmakla açmamak arasındaki kararsızlığı belki de: özet niyetine sunulan bu uçuk pandomimsel şaklabanlığı geçiştirmeden okuyup, zihinlerinde canlandırdıkları imgelerin heyecanıyla histerik bir coşkuyla alkış tutan bazıları için bu olup biten herşey aslında, kendi ikilemlerinin sembolize edilmiş görsel bir uyarlamasından başka hiçbir anlam taşımamasıyla eşdeğerdir.
Sakın böyle özetin içine sıçayım demeyin!
Eğer yalanı kıvırabilseydim: yok ulan, hepsi yalan bunların deyip; sizlere yalan söylerdim.)
8.

Kendi mantık zinciri içerisinde araya bir yere sokuşturuverdiği ve biranın içildikten sonraki bardakta oluşan haliyle alakalı öznel boşluk kuramı yada açılımı veya her ne haltsa; işte bu coşkuyla fondiplediği birasının hemen ardından Zebulun’un kafasında yüzlerce kapının çarpılarak kapanan sesleri yankılandı.Midesinde ansızın başlayan yanmayı hissedebiliyordu.Kısa aralıklarla yoklayan bir geğirti nöbeti başladı.Kasıklarındaki basınçlı sancı ona bir an önce işemesi gerektiğini hatırlatıyordu.

İşte o anda, Arnavut kızı bir yerlerden düğmeye basılmış gibi Zebulun’un yanı başında bitiverdi.Hafifçe üzerine doğru eğilerek boş bardağı kavradı ve hiç konuşmadan gözlerinin içine doğru baktı.

Fakat Zebulun kızın o doyumsuz güzellikteki yeşil gözlerine saplanıp kalmadan ve hiçbir çekince göstermeksizin, giydiği yakası sünmüş tişörtünün içinden kendini gösteren kusursuz orantılardaki harikulade memelere gözlerini dikti.Muhteşem kıvrımları birbirinden ayıran, aradaki eşsiz çatal onu kendinden geçirmişti.O çataldan başka şimdi gözü hiçbir şeyi görmüyordu.Bir tuzaktı bu, yemlenmiş bir oltaydı ama ne yapabilirdi ki; kuvvetli bir girdabın içine çekiliveriyordunuz ve yapılabilecek hiçbir şey yoktu.Büyük oranda kendi iradenizle teslim oluyordunuz zaten.

Bu kıpırtılı, titrek ve terli çatala baktıkça Zebulun’un:

Önlerine dikilen kocaman bir dağın çevresinden dolaşmak yerine, vakit kazanmak adına hep aynı yanılgıya düşerek, o dağın daracık ve üstelik yılan gibi kıvrımlı tehlikelere gebe geçidine hiç düşünmeden dalıveren Bilmem Kaçıncı Alay Amerikan Süvari Atlı Birlikleri’nin, yukarıda üzerlerine taş yağdırmak için hazır bekleyen Kızılderililer tarafından, adamların bu aptalca zaaflarından faydalanarak ölümcül bir tuzağa nasıl da kolaylıkla düşürülebildikleri bağlamında, aklına tuhaf çağrışımlar geliyordu.Hatta bu mankafa alayın süvarileriyle kendisi arasında hiç zorlanmadan özdeşim kurabiliyordu.

Elbette, aynı şeyi ben de yapardım, diye düşündü.

Başıma gelecekleri hiç umursamadan, bu sert ve tehditkar ama küpür küpür vadinin olağanüstü simetrik geçidine gözüm kapalı dalardım.Sonra, altımdaki atı acımasızca mahmuzlayıp hızla daha aşağılara ve giderek daralan karanlık geçide doğru sürerken ...

Bir süredir elindeki boş bardağı tutarak eğilmiş vaziyette duran İrina, adamın memelerine kilitlenip kaldığını ve konuşamadığını fark edince öne ve adamın yüzüne doğru biraz daha eğilerek (bu sayede memelerinin büyük kısmını göstermiş ve bir anlamda elindeki silahın horozunu kaldırmış oluyordu) duru ve kısık bir sesle:

Alır mısın, dedi.

Hesabı ödeyebilecek kadar parasının olmadığını bilen ve bunun sonucunda çıkabilecek tartışmanın hararetinin de yüksek olabileceğini sezinleyebilen Zebulun, yine de bu geri çevrilemez önerinin görsel zarafeti karşısında dudakları arasından yalnızca iki kelimenin döküldüğünü duyabildi.

Evet ... tabi ki ...

İrina hınzırca gülümseyerek yanından ayrıldığı anda da gözleriyle gökyüzünü taramaya başladı.Hala kafasının hedef alındığı taştan bir tablet görünürlerde yoktu ama şimdi Kızılderililerin tepesine yağdırmaya başladığı yüzlerce irili ufaklı kayayı görür gibi oluyordu.

...

1 y o r u m
Allah belanı almasın :)=

neden

0 y o r u m
neden geliyoruz buraya? en zihni açıkların kafası karışsın acı çeksin, mankafalar birbirini gırtlaklasın kalan tuzu kurular vah vah etsin diye gerçekten. Yemekten ve uyuyacak güvenli bir yerden başka birşey değil toplam gerçek ihtiyacımız ve bunun için harcadığımız emek çektiğimiz cefa.. 32 yıldır kafa patlatıyorum bu işe. Öncesi varsa hatırlamıyorum.
doğ, çocuk ol, okula git, bir sürü kavramla donan, soru sor, soru sor, soru sor, bir tane tatmin edici cevap bulama, ama bir sürü cevap bul, hiçbiri gerçek gelmesin.
yok cinsellik, yok pragmatistlik, yok erdem yok bok.
komplo teorileri, zorluk, zorluk.
ne pis şey yaşamak

bi yaşayacağım diye bu çektiğim nedir

çok yaşa!

1 y o r u m
önce burnum kaşınmaya başladı ve beni titretti; eh yapacak bir şey kalmamıştı: olanca gücümle hapşırdım. gözümü açıp elime, parmaklarımın arasından sarkan güne baka kaldım… hangi gündü ki bu?

Matematik Hesabı

0 y o r u m
Kara tahtana yaz bakalım
Beyaz tebeşirinle,büyükçene yaz,
Çünkü gözlerime çekildi bir perde bembeyaz...
Odanın kapısında tıkırdattığım tırnaklarımın sesi gibi,
Gacur gucur yaz,titrekçe...Ve ellerin sahipsizmiş gibi...
Uçuşan tozlar nefesini tıkayana kadar yaz,
Püsküllü atkılarını kuşan,içinde varmış gibi bir ayaz...

Bir toplam sembolü çizdin,yanına da içinden geçip gidenlerin adını yazdın
Sonra bunu önyargıların ve hayran olunası düzenliliğinle bir güzel böldün
Sonucu kümelere ayırdın,ki bazıları boştu...
Aralarından çok elemanlıları seçip,birkaçını çıkardın
Kalanlarınsa limitlerini alıp sonsuza yolladın
Ancak kusursuz değildi işlemlerin,ve eşit değildi denklemlerin
Tek bir bilinmeyenin kalmıştı,o da sana bunu yazmıştı...


(Bir makine olmayışımın,sadece insan olduğum için 'hesaplayamadığım kadar büyük olan'ıncı anını kutluyorum!)

Neden?

0 y o r u m
-Şunu sorup durma dedim.Bilseydim de söylemezdim
-Neden?
-Şansını zorluyorsun,bir kere daha duyarsam çekip giderim...
-Neden?
-Çünkü senin yüzünden keçileri kaçırıyorum lanet olasıca!
-Neden?
-Gerçekten beni delirtmeye çalışyıorsun,değil mi?Beni de beyaz minderlerle kaplı oyun parkındaki bebeklerinden birine çevirmeye çalışıyorsun...
-Neden?
-Belki de bunu kendine sormalısın!
-Neden?
-Ben bilmiyorum da ondan,kafanın içinde ne haltlar dönüyor en ufak bir fikrim yok...
-Neden?
-Bana söylemedin,bir kez olsun ben merak ettiğimde tatmin etmedin beni.
-Neden?
-Acaba senin için çok önemli olan 'yaşayan organizma'yı tatmin etmekle meşgul olduğun için mi?Sadece beynimden aşağılara giden hormonlar kanımı hızlandırırken parmağını boynuma koyup,atışını hissetmek sana zevk verdiği için mi?
-Evet...
-Ah,lütfettiniz de bir kez olsun sormak yerine cevapladınız!Artık ölsem de gam yemem.Başlamışken bir şey daha sorayım o zaman prensimize,benimle ne alıp veremediğin vardı bugüne değin?
-Alamadığım yoktu...
-Ki bu oldukça açık!...
-Ama veremediğim şeyler var...
-Şuna da bakın,nasıl da şakıyor,aman tanrım!Devamını görecek miyim acaba,neymiş o?
-Bu...
-Ne yapıyorsun,iyice sıyırdın mı sen kafayı!Bırak onu!Dur,özür dilerim!Buna değmez!LÜTFEN!
-İşte...
-Neden...
-Çünkü,kal- kalbimi... sana ver- vere- verememiştim...

Eriyip De Gitmemek

0 y o r u m
Hayır,gitmek istemiyorum
Şimdi değil,henüz değil
Evet,merkezime kadar erimiş haldeyim,
Buharlaşıyorum belki biraz da...
Ama uçup gitmek istemiyorum,
Burada kalmalıyım biraz daha
Sistemsiz evreninle kesiştiğim noktada.
Lütfen,izin ver sadece,ve solu beni
Söz veriyorum,boğazını yakmayacağım
Söz veriyorum,öksürmeyeceksin
İçime daldığında,üşümeyeceksin
Ya da titremeyeceksin...
Sayısız bakış açımın her biri ayrı ayrı eriyor,
Birikenler gözlerimden akıyor
Hayır,bu kötü değil
Bu...iyi de değil...korkunç,ve büyüleyici...
Kim demiş ki,pis olanlar iğrençtir diye,
Kim demiş ki,iğrenç şeyler bellidir diye.
Bu depremler içimi yıkıyor,ve patlayan volkanlar hiç susmuyor
Ancak,her yangından sonra çiçekler açar
Ve kül kokusunu baharınki bastırır...
Eriyorum,ve gidiyorum,ama değil boşluğa,
Geldiğim yere giderken,
Yanımda yürümeni soruyorum,bakarken sana..

İt

0 y o r u m
Biraz daha it
Yaklaştın işte,çok az kaldı
Hadi,son nefesini de bana bir milim daha yakın olmak için harca
Ne duruyorsun,gel bakalım
Seni bekliyordum,ben hep buradaydım
Ya sen?
Sen nedere kalmıştın?
Sorduğumu unut,çünkü zaten meşgulsün,ve gücün tükeniyor
Çabuk olmalısın,sabrım taşıyor,ve boğulmanı istemiyorum
Kıpırdayamadığımı göremiyor musun...
Hala orada mısın,adımını at artık
Ve it,gögsünden akan teri hissedene kadar ben,it
Arkamda bir uçurum var,ama o bile isteksiz beni yamacına yatırmaya
Bu kadar uzun sürmemeli,zamanımız yok,ne de ona ihtiyacımız
Mesele de bu değil,daha iyisini yapabilirsin,biliyorum,seni tanıyorum
Artık bırak o halatlarını,geçmişe bağlandığın,bir batık gibi süzülme havada
Kimse seni kurtarmayacak kendince,geri çekmeyecekler seni
Evet,hissediyorum,çok az kaldı,hiç bu kadar yaklaşmamıştık
Ortaya koy kendini,sevgini,tutkunu,,nefretini ve tüm pisliklerini
Hepsine ihtiyacın var çünkü,onları arkana daya ve it
Birbirimize değmemizin hayali bile dilimliyor aklımı
Mantığım çekip gidiyor kanlı inine
Ve biz başbaşa kalıyoruz...
Alevi görüyor musun?
Gözlerini kaçırma,çünkü er geç seni de yakacak
İtiraz etmen boşuna,kaçınılamaz diyorum sana
Şimdi,
Başımın iki yanından gökyüzüne geçirdiğin parmaklarını sık ve
İt.

Aş Bunları

0 y o r u m
Çarpışırlar.
-Pardon
-Asıl ben pardon demeliyim,önüme bile bakmıyordum.
-Tevecüğünüz...Neden,bir şeye mi takılmıştı kafanız?
-Doğrusunu söylemek gerekirse,evet.Zamanınızı almayayım ama ben.
-Ah,olur mu öyle şey,lütfen,anlatırsanız dinlerim.
-Peki.Ben anlamıyorum.Bunaysa çok bozuluyorum.
-Neyi anlamıyorsunuz sorabilir miyim acaba?
-Bilmiyorum,anlamıyorum işte...Anladığım bir şey yok.
-...
-Örneğin neden sokağın ortasında durmuş,tanımadığım birine dert yandığımı anlamıyorum.
-Sizce her zaman anlamak mı gerekir?
-...Evet,bence öyle...
-Size katılmadığımı belirtmeliyim.
-Sizce peki? Sizce anlayış şart değil midir?
-Değildir bence.Ben de sevdiğim adamın bir takım şeyleri neden yaptığını ya da yapmadığını anlamıyorum.
-Ne gibi?
-Fiziksel düzeyde...Bir an var,bir an yok...Gerçi,kafamın içinde daima dolanır,ama o başka konu.
-Nasıl başa çıkıyorsunuz bununla?
-Başa çıkmıyorum desem inanır mısınız?Olduğu gibi seviyorum onu,ya da olmadığı gibi,ona kalmış.Belki siz de,anlamadığınız şeylere böyle yaklaşmalısınız.
-Belki de...Söylediklerinizin çoğunu anlamadım,ama bu sohbetimizi sevmedim değil.Size bir içki ırsmarlasam nasıl olurdu?
-Güzel olurdu...
-Eh,öyleyse önden buyurun,bayım.
-Teşekkürler hanımefendi,çok incesiniz.

aşkı öldüren meraktır

2 y o r u m
tüm eşyaları topladıktan sonra ailecek sahile indiler. çocuklar suya koştu; kadın adama sordu:
“kutuda ne var?”
“bırak şimdi kutuyu...” dedi adam.
“benden bir şeyler gizliyor olman beni üzüyor...”
“mutlaka sen de benden bir şeyler gizliyorsundur. ama canım bunlardan konuşmak değil; güneşlenmek istiyor....”
“güneşleniyoruz ya işte!”
“yani bunun zevkini çıkarmak istiyorum... gözlerimi kapamak ve hayaller kurmak istiyorum...”
“sonra da ıstakoz gibi yanacaksın ve yoğurt sürmem için bana yalvaracaksın...”
“ben de sana yoğurt süreceğim; bunlar karşılıklı olacak...”
“bana yoğurt falan sürmeyeceksin; ben güneş yağı kullanıyorum ve bilinçli güneşleniyorum!”
“n’apıyım benim öyle şeylere alerjim var.”
“o zaman, zamanında kalk! uyuyup kalma!”
“öf, tamam o kadar düşünüyorsan beni uyandır!”
“sadece o iğrenç yoğurdu sürmemeyi düşünüyorum!”
“iyi...”
“iyi tabii...”
çocuklar sudan çıktılar; kumla oynamaya başladılar. kadın kitabını okuyordu. güneş yakıcıydı...
akşam evde adam yatağında bağırıyordu:
“uyuyamıyorum! birisi hemen yoğurdu kapıp yanıma gelsin!”
kadın çocuklardan birine bir kase yoğurt verdi ve adamın yanına gönderdi isteksiz çocuğu.
üç dakika geçmemişti ki adam haykırıyordu:
“yavaş! daha yavaş sür şunu!”
diğer çocuk gülüyordu. yoğurdu süren çocuk da gülüyordu.
kadın onları odada yalnız bırakıp başka bir odaya geçti. kutuyu çıkardı ve kurcalamaya başladı. içerden adamın haykırışları, çocukların kıkırdamaları geliyordu.
kutunun nasıl açılacağını bilemeyen kadın kutuyu evirip çeviriyor ama bir türlü açamıyordu. açamadıkça da sinirleniyordu. bir vazo mu vardı; bir tabanca; eski sevgilisinin ya da –tanrı korusun- metresinin resimleri mi? kadın öğrenmek istiyordu.
sonunda bir bıçağın yardımıyla parçalarcasına açtı kutuyu . kutunun içinde kadının kalbi vardı. göğsünü yardı, kalbi yerine taktı. sonra doğruldu, bıçağa teşekkür etti ve kararlı adımlarla evden çıktı.
adam haykırıyor, çocuklar kıkırdıyordu.

Eheeeeee

0 y o r u m
Martının teki Üsküdardaki yuvasında uyanıp balık aramaya çıktı
Denizdeki anaları ve babaları izleyerek koca bir sabahını yemek peşinde geçirdi
Öğlene doğru karnını doyurmayı neredeyse başarmıştı ki
Yüzünde sırıtmasıyla,sendeleyerek yürüyen bir insana baktı kuşbakışı,tepeden
Kafasına sıçtı,ardından bir çığlık koyverdi
İnsanımız hiç oralı olmadı,çünkü kısık gözkapaklarının ve at kuyruğu gibi kirpiklerinin arasından
Cıvıl cıvıl ışıyan güneşi görmeye çalışmakla pek meşguldü.

Bir sonraki gün martı,kafasına sıçtığı insanın elinden havaya fırlayan simit parçasını yiyordu.
Şakadan göz kırpıp kendi yolunda uçtu,ardından gelenleri görmedi
Çünkü kimsenin yerini bilmediği yuvasındaki yavrularını düşünüyordu.

-Bir fikrim var!
-Nedir?
-Beni sev.
-Olur,ama tek şartla.
-Nedir?
-Sen de beni sev.

En Sivri Sinek

0 y o r u m
Vzzzzzzzzzzzzzz...ladığımızı duyarsınız
Biz aslında ses çıkarmayız
Bu kanatlarımızdan gelir sadece
Ses tellerimiz yoktur,
Sizin gibi gürültü üretmek için.
Her şeyden beslendiğimiz sanılır,
Ancak sizin kadar olamayız asla.
Sizin gibi seçmeden,kesen,biçen,yakan,kurutan,eriten,donduran,kırıp-döken,
Geriye bastırılmış bir açlıktan fazlasını bırakmayan tür yoktur.
Evet,size diyorum,kendine insan diyen,
Uzun ince,bir hayli de kırılgan maymundan bozma garibanlar!
Kıllarınızın arasında dolanırız,akan kirli kanınız derinize bile bulaşmıştır,
Yakınınzda durmak ise midemizi bulandırır.
Sanarsınız ki bilhassa sizden besleniriz nemli yaz geceleri,
Ancak,aramızdaki acizlerin bile son tercihisiniz.
Domuzlardan az farklı cildinize kayar gibi girer keskin hortumlarımız,
Birbirinizi delip geçmeye kullandığınız zıpkınlarınızı bizden ilham adınız.
Her şey kendiniz gibi ağırdan çürür sanarsınız,
Atladığınız anlarda neler olduğundan bihaber yaşarsınız.
Çok zavallısınız...

Acı Biber

0 y o r u m
Bu yazı deneysel bir gözlem yazısı olmakla birlikte,iç dünyama bir nebze de olsa ışık tutuyor olabilir.

7 mart 2009 akşamı çok değerli biriyle birlikte istiklal caddesindeki şampiyon kokoreç'e kokoreç yemeye gittim.Biraz kahramanlık taslamak biraz da acıya dayanıklı olduğum yönündeki inancımı tazelemek amacıyla ikimizin arasında duran küçük yeşil biberleri tırtıklamaya başladım.Ne var ki,bir süre yedikten sonra eski tecrübelerimin aksine hafiften zorlanmaya başladım.Kokorecimin yarısına geldiğimde çok iyi zaman geçiriyor olduğumdan ötürü biberin tamamını birden ağzıma attığımı farketmemişim.Ne de farketmişim ki yanlamasına,hepsini birden ısırdığımı.Ancak,farkettiğim bir şey vardı,biberin acı kabuğunun dişlerimin arasında soyulurken her yöne fışkıran çekirdekleri ve suyu!Bir an için dayanabileceğimi düşündüm,yanılmışım...Kusmak istedim,acı boğazımı tıkıyordu.Biberin kalın kabuklarını peçetemin içine tükürdüm.Durumu bozuntuya vermemeye çalışıyordum ama elimde değildi.Acı içinde kıvranmaktan kendimi alıkoyamıyordum.Bütün vücudum kasıldı.Acının etkisi dudaklarıma,gırtlağıma,çeneme yayılıyordu.En sonunda kulaklarıma vardığına yemin edebilirim.Birkaç dakika geçti ve artık sözkonusu bölgelerimi hissedemiyordum.Dudaklarımda da bir karıncalanma başlamıştı.Şokun etkisiyle başım döndü,kendimi çok yorgun hissettim.Kokoreççiden ayrıldık.Dudağımın kenarında sos kaldığı söylendi ve sırıtıttım.Gecenin geri kalanı acısızdı...

güzel renkler

0 y o r u m
koltuğuna oturdu ve önünde duran cisme baktı. gördüğü kocaman bir kaya parçasıydı ve salonun ortasında duruyordu. kahvesinden bir yudum aldı ve kayaya bakmaya devam etti.

gece boyunca uyuyamamıştı. kısa süren düşlerinden bir tanesini bile hatırlayamıyordu.

çalan telefona kaydı bakışları. her kimse altıncı kez çaldırdığı halde vazgeçmemişti. ahizeye uzandı.

“efendim?”

ahizeyi yerine koydu ve bir sigara yaktı. kaya parçasına takıldı yine gözleri. neredeyse kendisinin yarısı kadar, üzeri yosunlu bu cisme dokunmak istiyor ancak cesaret edemiyordu.

eve gelen arkadaşıyla kayayı unufak ettiler. içinden bir şey çıkmamıştı. çekiçleri bir kenara atıp salonun ortasındaki yığını poşetlere doldurup dışarı taşıdılar. yorucu bir işti. kocaman bir kayayı parçalamışlardı.

akşam içkilerini içerken cismin nereden gelmiş olabileceğine dair öyküler uydurdular. sonra arkadaşı gitti ve o içmeye devam etti.

gece boyunca uyuyamadı ve hatırlamayacağı düşler gördü.

sokağın gürültüsüyle uyandı; yatağından çıktı; salonun ortasında kendine bakmakta olan zebrayı gördü ve mutfağa girdi. su ısıtıp kahve yaptı. elinde fincan salona geçti, bir koltuğa oturdu ve önünde duran hayvanı inceledi. zebra, pis kokusuyla öylece duruyordu. kahvesinden bir yudum aldı ve hayvana bakmaya devam etti.

Kedigiller

0 y o r u m
Gecenin karanlığını beline sarmıştın,
Ve ben içiyordum her kıvrımını sırtının,
Başım dönerken bu duygu selinde,
Nefes alıyordum şehvetin dibinde.
Saçların uzun bir kuyruktu boynuma dolanan,
Sürtünüyordu bana,beni boğmadan.
Kokunla titredi görünmez bıyıklarım,
Dokunuşu ürkekti hafif parmaklarının.
Ay doğuyordu hatırlıyorum,genç bir kraliçe gibi,
Geri çekmesi zor oluyordu,açılmış pençeleri.
İki insan değildik artık,
İki hayvansa hiç olmadık.
Tüylerim dikenleşirken,çenemi gerdi kadim bir tutku,
Gözbebeklerim inceleşirken,burnuma geldi bin bir koku.
Bin bir anı canlandı yanıbaşımda,
Bin bir anı yaşadım tek bir anda.
Sivri kulaklarımda yankılandı en sessiz çığlıklar,
Sanki dudaklarında belirdi en derin yarıklar.
Bırakırken geriye sadece haz dolu bir mırıltı,
Pürüzlü dilimin ardında kalmadı o düşünceli hırıltı.
Tahtını terkederken gümüş patilerinin üzerinde kraliçemiz,
Döner medeni yüzümüzün ormanlarına kedigil benliklerimiz.

Mükemmel (Değil)

0 y o r u m
Hepsi mükemmel ister
Kendileri çok mükemmel ya,
Öyle olduklarını sanarlar ya da bilirler ancak her bilgi doğru değildir.
Mükemmel tipler vardır,sıradışılıklarıyla övünürler,ne kadar özel olduklarıyla.
Mükemmel dediğin nedir ki...
Dünyada kaç tane mükemmel olursa olsun,
Mükemmel erkek,
Mükemmel kadın,
Mükemmel hayat,
Mükemmel bir makine,
Mükemmel bir tasarım,
Mükemmel bir birliktelik...

Mükemmel sıkıcıdır,
Çünkü mükemmelin ötesi yoktur,
Demek ki bütün mükemmeller aslında aynıdır!
Mükemmel kadar banal bir vaziyet yoktur...

Mükemmelliyete ulaşmak için verilen çaba kadar boşa gitmez hiç bir çaba.
Dallarım var,gelişigüzel serpilmiş çiçeklerim,her biri farklı renkte,ve yapraklarım,başka başka parlaklıkta,
Neden keseyim ki bütün farklılıkları,beklenmeyenleri,aykırılıkları,yenileri...
Ben bir süs ağacı değilim,süs dediğiniz de tek tipdir zaten.
Ben bir ceset değilim,ceset dediğiniz de hep aynıdır zaten.
Yaşam mükemmelse,yaşam değildir o,ölmüşsünüzdür çoktan.
Ölüm daima mükemmeldir,ölüm aynıdır,istisnasız,çürürsün.
Hayatsa bambaşkadır,her anı ayrıdır ve yinelenmez,hepimiz farklı yaşarız onu.

Mükemmel değil,gözlerinin gördükleri,
Mükemmel değil,ellerinin hissettiği,
Mükemmel değil,kalbimin atışı,
Mükemmel değil,aşkımın akışı,
Ama...capcanlı,ve çok güzel...

KUTSAL KASE'NİN EREKSİYONİST BEKÇİLERİ

0 y o r u m
Özetlemek gerekiyor :(Kendi piramitlerinin tepesinde oturmaya alışmış iki adam, egolarını farklı yöntemler ve farklı olasılıkların beklentisiyle tatmin etmek üzereler ...
Vicdanında sorguladığı her boşluğun manasını, yine o boşluğun içinde aramayı tercih eden bir adamla; hiçliğin soyut zemininde yürümeyi seven bir adamın hikayesi bu ...
Öte yandan, basit bir öykünün özeti sırf dikkat çekip okunması için, bu kadar boktan klasikleşmiş alegorilerle istenildiği kadar yağlanıp parlatılsın; ulan adama hiç sormazlar mı, asfalta sıçmış atın boku gibi döke saça ve düzensiz zaman aralıklarıyla neden yazılarını bu hatırşinas siteye bu kadar yavaş ve belirsiz vakitlerde ekliyorsun diye!
Pekala!Rahat olun ... yada siz bilirsiniz,
Ama meraklanmayın veya ulan bana ne!
Yakında, bu öykünün yazarı geçireceği basit bir estetik yapılandırmayla burun deliklerinin içini paslanmaz materyallerden birer kalemtraşa dönüştürecek ve bu sayede kaleminin ucunu her daim sivri tutabilecektir!
Hey!Yahu vicdanınıza sesleniyorum ...)
7.

İrina henüz yirmi üç yaşında orta boylu, esmer tenli ve çok güzel bir Arnavut kızıydı.Bu barda bir ay kadar önce garson olarak çalışmaya başlamış ve işin neredeyse bütün inceliklerini kısa zamanda kapmıştı.Paraya ihtiyacı vardı; bu yüzden işine dört elle sarılıyordu ve patronlarının kendisinden umdukları işin profesyonel gereklilikleri ile alakalı önemli ayrıntılara çok dikkat ediyordu.

İrina doğal güzelliğinin haricinde de boş bir insan değildi; kültürlü ve zekiydi.İnce zekasını zevkli bir mizahı anlayışla harmanlamış, entelektüel birikime sahip birisiydi.İtalyanca'yı çok iyi konuşuyordu.Türkçe’yi ise biraz aksanlı da olsa birçok dil kabızlığı çeken kişiden daha akıcı konuşabiliyordu.

Siparişleri asla geciktirmiyordu.Eli çabuk ve seriydi.Hiçbir masayı içkisiz bırakmamaya özen gösteriyor ve hemen herkesle ilgilenmeye çalışıyordu.

Utangaçlığı yoktu; yakası bilerek genişletilmiş, sündürülmüş tişörtler ve biçimli kıçını ortaya çıkaran sağından solundan kırpılmış kotlar giyiyordu.Bedenini o kadar zarif bir sadelikte ve yumuşaklıkta kullanıyordu ki, çevresine yaydığı iç gıcıklayıcı erotizmi fark etmemek olası değildi.Sipariş almak için masanıza yaklaştığında, doğrudan gözlerinizin içine bakarak isteğinizi sorardı; konuşmadan, yalnızca bakışlarıyla.Çevresi simsiyah rimel sürülerek koyulaştırılmış o vurgulu yeşil gözler.İnanamazdınız.Hele ki sizi hazırlıksız yakaladığında ruhunuz bedeninizden kaçardı.Bu büyüleyici etkiden sıyrılmak için daha fazla biraya ihtiyaç duyardınız.Kurtuluşunuz hiç yoktu ve ona hayır diyebilmek neredeyse imkansızdı.

Müşterilerin göz zevkine de hitap edebilmek işinin önemli bir parçasıydı ve o da bu durumdan gocunmuyor, tersine işin bu yönünden de zevk almaya bakıyordu.Vücut hatlarında gezinen gözler onu asla rahatsız etmiyordu.Ne içeceğinizi duymak için üzerinize doğru eğildiğinde sünmüş yakasının içinden dışarıya taşan memeleri, zihninizde değişik çağrışımların oluşmasını sağlıyordu; sanki onlar birer kırılacak eşya misali düşmesinler diye ikisini de tutma, yakalama isteği ve refleksi uyanıyordu içinizde yada kucağınıza her an atlayacaklarmış kadar canlı ve hevesliydiler … tarif edilemez güzellikte, harikulade memelerdi.

Boynunun hemen altından süzülüp burun deliklerinize dolan parfümünün baş döndüren kokusu sizi gerçeklikten koparan son bir darbeydi aslında ve o koyu siyah saçlarının içine dalıp gitmekten başka elinizden bir şey gelmezdi.Çaresizdiniz.

Ağzınızı sulandıracak kadar lezzetli ve sizde istediğiniz anda dişlerinizi geçirebileceğiniz hissi uyandıran, savunmasız, masum ve narin bir ceylan gibi ortalıkta dolanırken aslında fark edilemeyen tek gerçek, onun avının çevresinde sabırla turlayan bir sırtlandan farksız olduğuydu.Fırsatını bulduğunda iştahla üzerinize çullanır ve etinizi kemiğinden sıyırırdı.

Elbette yalnızca olması gerektiği gibi davranıyordu ve bu yüzden kimse onu herhangi bir sebeple suçlayamazdı.İşini doğru yaptığı sürece parasını alacak olması onun en büyük motivasyonuydu.O yüzden detaylarda takılıp kalmıyordu.

Yeterli miktarda parasal birikime ulaştığı anda, çocukluğundan beridir hayalini kurduğu tiyatrocu olmaya kendini adayacaktı ve kim ne derse desin, onun için henüz geç kalınmış bir hedef değildi bu.

Çok Bilmemiş

0 y o r u m
O hiç bilememiş...
Çok istemiş ama bilememiş,
Hep sormuş ama dinlenmemiş.
Kendi halinde koşturup durmuş,
Yanık tarlalar arasında kaybolup,
Dönüş yolunu unutmuş.
Gittiğini farkeden olmamış,
Onun olduğu yöne,pek bakmazlarmış.
Şaşarsa at gözlükleri yerini,
Şaşırırlarmış ancak,bu delik de ne iki boyutlu evrenimizde diye.
Ona hiç çarpmazlarmış,
Olur da çarpılırsa ayakları,
Çizerse zig-zaglar ıslak mermerde.
Üst üste örtünürmüş,
Yoksa güneşte bile üşütürmüş,
Güneş bile onu görmediğinden...
Boş kafasının içinde kuşlar cıvıldarmış,
Ancak onlar da çok yalnızmış,
Hayalindeki saraylar da bomboş olduğundan...
Koca gözlerinin arkasına saklanırmış,
Gördükleri onu incitmesin diye sımsıkı sıkarmış.
Birgün okyanusun kokusunu almış,
Herkesten kıskanarak içine çekmiş.
Sudan bir dünyayı ağlamış,
Kara kürklü şeytanlar oracıkta boğulmuş.
Hayatında ilk defa acıyı hissedene dek koşmuş,
Özgürlük ve şefkat karşısındaymış.
Utançtan dikme giysilerini göklere savurmuş,
Ölümden de beyaz sırtı aydınlanmış.
Maviliğe dalmış,
Ve bir daha çıkmamış.
O andan beri karadaki titrek sesi duyulmamış,
O andan beri derinlerdeki şarkıları çınlamış.

Öpüşürken Kanatıyorsun

0 y o r u m
Çünkü,
Dişlerin çok keskin,ve aralarında bir kalbi tutamayacak kadar,
Yabaniler.
Çünkü,
Ellerin çok güçlü,ve üstlerinde bir sevgiyi taşıyamayacak kadar,
İçe kapanıklar.
Çünkü,
Dudakların çok soğuk,ve bir boynu kırmadan öpemeyecek kadar,
Umursamazlar.

Tırnakların neden daima kirli?
Neden akmış mürekkep izleri var yanaklarında?
Ve neden cildinde yarıklar var?
Ya düşersem onlardan birine,ya boğulursam gözlerinde?
Karanlığın içinde beni görebilir misin?
Çekebilir misin o kollarınla yukarı?
Neden bu kadar inceler?
Ve neden dokunduğumda toza dönüşürler?
Sargıların hiç değişmedi mi senin?
Neden pas rengindeler?
Su içtiğin bardaktaki şeritler nedir?
Bıçakların gözyaşı rengindekiler...

Bana sarılma,
Üşüyorum daha fazla.
Bana bakma,
Utanıyorum daha fazla.
Bana sorma,
Unutuyorum daha fazla.

Gülümserken çenemde bir ıslaklık oluyor,
Sakalımı kaşırken elime bulaşıyor,
Yastığımı kendine göre boyuyor,
Sürekli canımı yakıyor.
Bunlar senin eserin,
Şehvetinin,
Tutkunun,
Vazgeçememezliğinin,
En kutsal sevginin,
Sözde aşkının izleri...

Öpüşürken kanatıyorsun...