Müge ve Hakan'a

0 y o r u m
Herşey düşman düşüncesinden çıkıyor. Şeytan'dan başlayıp çevrendeki insanlara kadar küçülen, hatta bırak insanı, korktuğun ölüm dahil herşey düşman gördüğün şeyler. Düşman sana göre sana zarar vermesi muhtemel herşey. Diğer taraftan da hayatta kalmaya kodlusun ve rekabet güdün buradan geliyor.

Yaratmak dediğimiz şey sadece yaratılmış şeylere sunacağımız şükran dolu şeyler olmalı. Bir ağaç dalına bağlanan renkli bir bez parçası, bir totem, bir tüy bir boncuk gibi doğadan yani yaratılmış olandan bize gelen. Günümüzün sanatına benziyor. Bu yüzden sanattan hoşlanan insanlar var. Tek kötü tarafı sanat yapanın kendini farklı görüp yaptığı şeyin altına adını yazması. Benim bahsettiğin sadece yaratılmış olana teşekkür için yapılan ise daha çok yerli tabir edilen insanların yaptığı şey.

Peki neden bir kısım bu hayat tarzından kopup var olanı taklit ederek başka bir dünya yaratmaya çalışıyor? Neden korkuyorlar? Düşman kim ya da ne?

İşte o yerlilere göre düşman diye bir şey yok. Buna kodlanmamışlar veya bu meseleyi halletmişler. DÜŞÜNMEYEREK.

Anı yaşamak, carpe diem vb mottolar bunu kasdediyor olsa gerek. Düşünmeden yaşa. Özellikle batı kültürü mottolar olsun istedim okuyacağınız.

Korku gibi kaygı da düşman yaratabilir kafalarımızda. Daha soyut düşmanlar. Daha kişisel. Aç kalmak ya da herhangi bir eksiklik hissinden (kıyaslamadan doğan) rekabet edemeyeceğimize kendi kendimizi güdülememizden. Bunu da düşünerek yapıyoruz. Dünyaya geldiğimiz varsayılan (default) şeyde yani bedende kodlu değil.
Beden kelimesini detaycı şüpheci batı kafasıyla algılayın lütfen. DNA gibi birimler üzerinden. Yerli olmayan birinin kendindeki sakatlanmayı algılayıp onunla savaşmasını sağlayacak tek yol bu.

Bilim, teknoloji.

Her yol sonunda uyum ve dengeye, yada huzur ne dersen oraya varacak. Bazıları kestirmeden, bazıları en uzun yoldan.

radyo günleri*

3 y o r u m
1.
tanıdığım iki insan, takma isimlerle bir radyo programı yapıyorlardı. genellikle sohbet ediyorlar, arada telefonla yayına katılanlar sohbete dahil oluyordu. işte biz de telefon bağlantılarıyla programa dahil olmaya çalışıyorduk...

program başladı ve müzik girdi. verdikleri numarayı çevirdim.

"buyrun, mikrop fm?"
"programa katılmak istiyordum da..."
"tabii; bağlıyorum..."

salak bir melodi dinledim ve kısa süre sonra yayına dahil oldum:

"adım kemal, programa katılmak istiyordum..."
"bir dakika, şarkı bitmek üzere..."

ortos takma isimli olan konuştu:
"eric clapton'dan dinledik, layla. tok evin aç köpekleri programı devam ediyor ve..."
portos:
"...ve hatta bir konuğumuz var"
"ismin?"
"adım kemal"
"ee? n'aparsın, kimsin, nesin, neden aradın?"
"hiç, öylesine... kendi halinde biriyim. programınız çok hoşuma gitti, arayım dedim..."
"demek hoşuna gitti?"

kim olduğumu anlamamışlardı. oldukça kalın bir ses tonuyla ve doğu anadolu şivesiyle konuşmaya çalışıyordum:

"böyle şiirden falan bahsetmeniz çok güzel. biraz önce birkaç arkadaş şiir falan okudu çok hoşuma gitti.."
"sen ilgilenir misin edebiyatla falan?"
"eh işte..."
"ne yaparsın, ne yazarsın, şiir, öykü, deneme?"
"denemeyi denemedim ama şiirle ilgileniyorum.."
"hadi oku bize bir tane..."
"okuyum mu?"
"oku... hatta fon müziği bile koyalım?"
"yok... istemem müzik. gecenin içine sadece şiir karışsın..."
"oo.. iyi iyi.."
"hadi bakalım oku"

onlara, sırf program için uydurduğum, "imgelemi yoğun" ama komiklik dozu abartılmamış bir şey okudum. duydukları sesin kaynağının kullanmayacağı "ilginç" kelimelerle düzenlenmiş , fazlaca simgesel bu şiirle beraber bir şaşkınlık duygusu sarmıştı ortos ve portos'u... "duanla mı yaşadım ki, bedduanla öleyim" tadında bir şeyler beklemişlerdi olasılıkla...

"bak, şiirin gerçekten hoşumuza gitti. biz şimdi bir şarkı gireceğiz, sen telefonu kapama..." dediler.
şarkı çalarken biz konuşmaya devam ettik:

"şiirin harbi çok ilginçti; seninle tanışmak isteriz..."
"programımıza konuk olabilirsin ne dersin?"

doğrusu işi bu boyuta getirebileceklerini hiç düşünmemiştim. ama bozuntuya vermedim:

"tabii, tabii.. pek memnun olurum..."
"yarın filanca kafeye gel konuşalım, tanışalım... biliyor musun filanca kafenin yerini?"
"evet biliyorum, gelirim... kaç gibi geleyim?"
"ne bileyim, saat üç gibi gel biz orda oluruz..."
"olur.. gelirim..."

telefonu kapadım ve gülmeye başladım. ertesi gün epey şaşıracakları kesindi. hemen g'yi aradım ve ona olan biteni anlattım.

2.
önce g. ile buluştum. beraber filanca kafeye doğru yürürken, yaptığım oyun ortaya çıktığında çok eğleneceğimizden ama kafeye girdiğimizde onlara bir şey çaktırmayıp, onlarla beraber kemal'i bekleyip, oyunun biraz daha keyfini çıkarmaktan bahsettik.
kafeye girdiğimizde, b. ve k. bir arkadaşları ile oturmuş konuşuyorlardı. yanlarına gittik ve birer sandalye çekip oturduk.

"akşamki program çok iyiydi.."
"ya, tabii ki, biliyoruz... bakın, bu arkadaş, akşamki programın 'imge çapkını' şairi kemal..."

g ile birbirimize baktık. belli ki kimliğim deşifre olmuştu.

"hassiktir!" dedim, "size de oyun oynanmaz ki! ama önce iyi yuttunuz!"

g hariç masadaki herkes bana şaşkınca bakıyordu. o kadar "ne diyor bu çocuk!" diye bakıyorlardı ki, sırıtan suratıma ciddiyet geldi bir anda.
"...tamam anlamışsınız, uzatmayın..." dedim.
b., "neyi anlamışız? neyi uzatmayalım?" diye sordu.
"kemal benim!" dedim.
"hadi len!" dediler, güldüler ve salak bir espri yapmaya çalıştığımı düşündüklerinden olsa gerek, başlarını çevirip, muhabbetlerine devam etmeye karar verdiler.
"bu arkadaş kim?" diye sordu g.
"kemal dedik ya! bak kemal, bu arkadaşlar d. ve g."
bu kısa tanıştırmadan sonra, kemal'e alaycı bir ifadeyle bakarak, "ne kadar kemal'sin, kemal'cim?" dedim.
kemal bana baktı ciddi ciddi, konuşmadı. ardından k.'ye "neler oluyor?" manasında bir yüz işareti yaptı.

"bakın..." dedim, "akşam sizi kemal adıyla arayanın ben olduğumu biliyorsunuz. şimdi de intikam almaya çalışıyorsunuz..."
"asıl sen bak" dedi kemal, "deli misin? ne saçmalıyorsun?"
"yanında akşam okuduğun şiir de vardır senin?" diye sordum.
"var tabii" dedi ve bana önündeki dosyadan çıkardığı kağıdı uzattı.
"zor olmadı mı banttan dinleyip yazmak! uğraşmışsınız yahu!" dedim gülerek.
"ulan ne saçmalıyorsun sen? ya, gitsenize siz! şurada ne güzel muhabbet ediyorduk; içine ettiniz!" dedi k.
"peki başka şiirlerinizi görmek istesem kabalık yapmış olmam değil mi?" dedim, k'nin laflarını dikkate almayıp.

kemal bana birkaç sayfda daha uzattı. ağzım açık kalmıştı çünkü bunlar benim yazdığım, o aptal, komik şiirlerdi. bunların bazılarını g. de biliyordu, ama hiç kimseye bahsetmediğim, hiç kimsenin görmediği şeyler de vardı aralarında...
"lütfen... dosyanıza bakabilir miyim?" diye inledim. kemal, artık nasıl zavallı göründüysem, acımış olacak ki bana, dosyayı uzattı... hepsi, ama hepsi benim şiirlerimdi. kemal'e, b.'ye ve k.'ye bir an şaşkınca bir şeyler söylemeye çalıştım ama ağzımdan tek bir kelime çıkmadı. neredeyse koşarak çıktım kafeden.

peşimden gelen g. ile beraber dolmuş durağına ve ardından da eve vardık. odama girdim, defterlerimi çıkardım. kafede gördüğüm şiirlerin hiç birini bulamadım; yoklardı, uçmuşlardı! başıma bir ağrı saplanmıştı. akşamki radyo görüşmesini kaydettiğim kaseti dinledik; duyduğumuz ses, benim değiştirdiğim ses değil, biraz önce tanıştığım kemal'in sesiydi...

tekrar yola koyulduk ve kafeye vardık. elimde defterlerle gelip, "hadi açıklayın bunu!" diyecektim sözde ama defterler beni daha da serseme dönüştürdüğü için, sadece (bir daha asla göremeyeceğim) kemal'in gizemini, onunla konuşarak çözmekten başka çarem kalmadığını düşünmüştüm.

b. ve k. satranç oynuyorlardı.
"kemal? nerde?"
"polis götürdü!" dedi heyecanla b.
"ne polisi ya?" diye sordum.
"çok korkunç oğlum; herif annesini bıçaklamış!"

bedenim korkunçcasına sarsıldı. g. ile birbirimize baktık ve derhal fırladık! eve vardık, kapıyı açtım ve içeri daldım.
annem televizyon izliyordu...

(1094-0509)
*gerçek bir olaydan esinlenilmiştir. (sonunda ben de bu açıklamayı kullandım!)

iç ses evdeki ses değildir,sen bile değildir

2 y o r u m
-deliriyorum yavaş yavaş
-neden
-öyle hissediyorum
-nerden çıktı peki?
-hergün kendi kendime konuşmaya başladım,işten eve dönerken,yolda yürürken vb.
hatta içimde biri konuşuyor
-kim o sen misin?
-evet,tabiki,kendi sesimi durduramıyorum devamlı biri konuşuyor sanki,deliyorum işte
-hmm,peki bu ses senin senin mi yani
-evet günlük konuşma sesim
-ve hatta tonlaman?öyle mi?
-evet
-hehe,sesini değiştirirmişsin düşünsene
-nasıl?
-şimdi sen erkeksin ya iç sesin kadınmış mesela
-haha,ilginç olurdu tabi
-ilginç mi olurdu yoksa şizofreni böyle böyle...
-hahaha,aslında haklısın
-aslındası yok,derken iç sesler çoğalır ve perde açılır...
-off,ne acayip bişey insan
-daha kendi cinsini bile tam tanımayan evet
-en iyisi kafanı boşaltacabileceğin ortamlar kurmak doğru olan yani işte yoksa karakterler çoğalırsa sokak tiyatrosu yaparsın bir gün belki biz de seni izleriz
-delirirsin sokaklarda diyosun
-bilmiyorum,doğru seçimler mesela sevdiğin meslek vb.
-anladım sen hayatını doğru yaşamaktan bahsediyosun bana
-aynen
-zaten iç sesi de rahat bırak belki seni bir yere götürmek istiyordur,korktukça panik yapıcaksın öf işte korkma delirmezsin
-saol rahatlattın en azından,korkmak,babaannemin hikayesini hatrlattın;korku içine düşen bir yumurta gibi her gün büyür demişti,korkuyu ısıttıkça yumurta çatlar içinden kuş çıkar vücunun içinde uçmaya başlar ,korkun büyüdükçe,kuşun kanatları da büyür ve eğer sen onu salmazsan vücudunu ona kafes yaptıysan o da uçmaya çalışan dev kanatlarıyla içini acıtır.o yüzden bırakıcaksın,salıcaksın
-süper,güzel bir hikaye olmuş hih
-hoh
-ne iyi ettin de geldin
-ben gelmedim sen geldin
-sen kimsin ben kimim şimdi,hem
(hadii,yine kendi kendime konuşuyorum işte)
-daldın?
-hadi len,töbe tööbee




-ne diyodum?

Yukarı Düşmek

0 y o r u m
Burnundan içeri girip seni dağıtmaya çalışan nemli bir gecede
İlk kez kafayı bulduysan uzun süredir tanıdğın bir arkadaşla 
Ve kaybetmişsen kendini ancak dışarıdan müdahaleyle ne yazık ki
Başlar o zaman bulduğun ilk çimene kusmanı istetecek bir eğlence

Dönmüştür baktığın yer gökyüzüne 
Sırtını vermişsindir orada olmayan bir mermere
Ve bu güven ile lüzumsuz görünen bir yaşam sayesinde
Gam yemezsin ortadan kaybolmuş dikkatin gözlere görünmese de

Kendine söz verirsin bir daha yapmayacağına dair
Kendine yalan söylersin bunu sevmediğine dair
Kendine kızmazsın hatırladığında bir şeyler dün geceye dair
Kendine hak verirsin çünkü bunun hepsi üstüne sifon çekmekten iyidir

Işıkları kovaladığında arkanda belirirler 
Belki de bilemediğinden nereden geldiklerini
Karanlığa sığındığında,bakışlar üzerinde gezinirler
Belki de dilemediğinden asla böylesi bir tekilliği

Bizden Biri xD

1 y o r u m
0 y o r u m

0 y o r u m

poem

0 y o r u m
Dünyada;

ben bir tasarımcıyım ,yoktan var eden değilim.

Sonsuzlukta ve var oluşta;

ben birşeyim, peki yok olan kim?

Evrende;

dünya evim ,onu parlatan benim.

Evim;

tıpkı diğer yıldızlar gibi uzaktan da fark edilsin.

Çünkü;

bana doğru gelinsin isterim..

Neden;

O gücün ruhundan gelenleri görmek istemeyeyim,yoksa herşeye bir son mu vereyim.

Ölüm;

Öğreneceklerine doğru bir yolculuk anı diyelim.


Doğum;

’’ hoş geldin.’’


Kötü;

Sıkıntıların boşlukları doldurduğu ,dengeleyici etkide,vücudunun ürettiği uçucu zehrin.

İyi;

Özün de var olan asaletin.

Aşk;

inancının büyüklüğü ile beslenen zevkin.

Nefret;

bilmen gerekenlerin olduğunun alarmını veren hissin.

Hiçlik;

inatla herşeyin bir zıttı olmalı fikrin,fikirlerinle dinlenirsin.

Boşluk;

doldurmaktan hoşlandığın açık çek'in.

Bilim;

hakkında daha çok şey bilmeni sağlayacak olan rehberin.

Din;

Sonsuzluk da ucan zihninin ellerini tutan zikrin.

Ahlak;

beynin ve kalbin ile sevdiğin en son halin.

Sevgi;

işte o tamamen sensin.

Sen;

çok güzelsin.

insan diledi,oldu

1 y o r u m
Dünya'da artık herkes büyük düşünüyor...

Bir sistem yaratıldı ve sonsuz enerji kaynağı olarak evren gösterildi...

Peki, sonsuzluğun enerjisini aklımızı karıştıran bir sistem olarak algılayan zihnimiz daha henüz yarattığı sistemin algıları dahilindeki haritasını çizememişken ve bu kadar çok umudu evrene yüklerken yine aynı bencil duyguyla hareket ettiğinin farkında mı? Bu duygudaki düşünceyi çocuk yaşlardaki beklentilere benzetebiliriz; ebeveyninin gücünün sınırlarını bilmeyenin iştahlı isteklere benzer bir aşırılıkla yapmış olabilir mi?

Acaba herkes evrenden aslında ihtiyacından çok israf ederek mi diledi? Evrenin fertleri ondan kaldırabileceklerinden fazlasını mı dilediler acaba? Bunu kendilerine hak mı gördüler? Adına iyimserlik mi dediler?

Bu şunun gibi bir öyküye dönüşüyor: “Benim babam zenginmiş, o zaman ben neden çalışayım ki? İsterim o da bana verir... “

Sistem çöker mi? O sonsuz iyimserliğimizle her şeyi evrenden isterken onu hep güçlü kılmak için ne yaptık? İnsan sistemini kurarken kalbindeki inançla düşünsel boyutta yaptığı yatırımlar ne kadar güçlü ve tutarlıydı?

İnsan yarattığı her şeyi bir gün bitecek şekilde tasarlar; bunu istemeden yapar. Ölümsüzlüğe inanmamak beşeri hayatta onun kaderidir; buna karşın kendini bir tür inanç sistemi kurmaktan alamaz. Bu inanç sistemlerinde algılarını çıkarları doğrultusunda biçimlendirir; ya bu dünya ya da öbür dünya için dua eder.

Peki “şu an” için ne diyebiliriz?

Geçmişte ya da gelecekte yaşayarak içinde bulunduğumuz zamanda olup biteni kavramamız çok güç. Bilimsel verilerin bize öğrettiği madde kavramı sonsuz bir değişim içinde hala değişim geçirmekteyken ve herşey maddeye bağlıyken biz kafalarımızı göremediğimiz yöne çevirerek anı kaçırmaktan öteye gidemiyoruz. Bizim şimdiki zamanda yaşananları görebilmemiz için gereken bakış açısını engelleyen güçlerin amacı gelişmişliğin içinde bulunacak yaşam gücünü eşit pay etmemek olabilir mi?

Diktatörel etkinin tasarılarını totaliter bir tavırla dayatmasıyla oluşan egosal gücün nihai hali kabul ettirdiği bir dünya anlayışı içinde yaşıyor olmak insanları bugüne kadar gerçek mutluluğa ulaştırabildi mi?

Bu tanıma uygun kimleri tanıyoruz?

Dünya haritası üzerinde çizilmiş sınırların liderleri yaşadıkları coğrafya altında şekillenen yaşam biçimleri üzerinde kültürel farklılıkları vurgulamışlardır. Kültürlerle belirlenen yaşam formları zihinlerde de sınırlar oluşturmuştur; böylece önyargısı bol bir yabancılaşma hareketi başlatılarak insanlar tanımadığı yaşam biçimlerini tanımak yerine birbirine biraz daha uzak tutulmuşlardır. Bilinmeyene karşı kurgulanan bütün senaryolarda insanlar aynı biyolojide farklı formlara uydurulmaya çalışılmıştır. İleri genetik mühendisliğinin eseri olan insanoğlu kendi gezegeninde ırklara ayrılmış, bunun sonucunda bölünen inançlar evrenin bütünlüğüne zarar verecek çatışmalara sebep olmuştur.

İnsanları birbirinden uzaklaştıran her yaşam biçimi beraberinde insanların yaşam dualarında birleştikleri ortak hayat enerjisini de farklı noktalar üzerine çekmiştir. Aynı toprakları paylaşanlar olduklarını unutmak belki bir gün uzaydan gelecek ziyaretçiler karşısında onlara kendilerini çıplak hissettirecektir, bu komedi yalnızlıklarını dindirecek olsa bile...

Her topluluğa başka bir koreografi belirlendi, daha sonra da bu karmaşık problemin ebedi harmonisi istendi. Bunun üzerine edebiyatla sanatta nefes alındı, felsefede hacim kazanıldı, matematikle mantıklar cebirleştirildi fakat yine de dünya nimetlerini paylaşmak yerine ihtiyaç duyulana sahip olmak için savaşlar yaşandı. ‘’Basit’’ olan,’’kolay’’ olan ile karıştırıldığı için insanlar hayatı kendilerine zorlaştıracak sonsuz yaşam varyasyonu içinde zamanı iyi kullanmayı başaramadı.

Bununla birlikte, insanlığın tembelleri ayıklamak için atıldığı bu olasılıklar havuzundan çabalayarak kurtulanlar basit çözümlere hala ulaşamayacak kadar yorgun düşürülmüştür; bunalmış zihinleri yüzünden
yaşamlarını tartışma halinde sürdürmek insanlık tarihinin karakterini belirlemiştir. Dikte ettirilen hayat içinde yaratıcı farkındalığını kaybeden insanlar bu kaos içinde basit çözümlere ulaşamayıp kendilerini bu zorlayıcı güce teslim edegelmişlerdir. Totaliter güçler altında yaşamını sürdüren insanlık, haklarını merak etmeyecek kadar düşünce tembeli olmuş ama yüksek bir egoyla, herşeyi biliyormuşçasına, anlamadığı dünyayı idare ettiğine inandırılmıştır.

Diktatörler asıl amacı fazla düşünmezler. İnsanlara gerçekleri değil sadece gücün neleri değiştirebileceğini göstermek isterler. Hırs onların düşmanıdır ama buradan beslenmekten başka çareleri yoktur. Bu gerçeği diktatörlerde izlemleriz: bu düşman oldukları her şeye karşı elde ettikleri zaferle karınlarını doyurdukları andır, hem de midelerini bozacak kadar. Dikte edilen şey bir halkın ya da tüm insanlığın huzurunu, yaşam standartlarını, ruh ve beden sağlığını yitirtecek kadar hırsın ateşiyle olsa bile unutulmaması gereken şey azmin hırstan daha sabırlı olduğudur.

Peygamberler bir arabuluculuk rolünü üstlendiler. Bu arabuluculuk maddi ve manevi dünya arasında bir uyum amaçlıyordu, ama onlar da ortak gaye içinde bölündüler. Filozoflar zihin açıcı olan düşünsel boyutlarıyla insanlara düşünme alışkanlığını kazandırmayı amaçlarlar. Her insanın bir fikir olduğu gerçeğini filozoflar kendi fikirlerini yaşam şekline dönüştürerek teorilerini sunarlar. İnsanlığın karmaşık gördüğü hayatı daha basit temellerden ele almayı denemiş, böylece fikirlerinde başlangıç noktasından varılacak noktaya kadar hiçbir olasılığı görmezden gelmemişlerdir. Hayatı çözümleyici kavramların üzerinden bir ana fikre varmayı amaçlayan felsefi tutumun en güzel yönü insanın sorgulamayı en çabuk geçmiş olmasını sağlamaktır.

Asıl amaç herkesin kafasındaki lambanın yanması. Bunun olabilmesi için özgür zihinler yetiştirmek gerekiyor ve bu uğurdaki öğretilerin sınırlarının belirlenmesi için yeterli veri insanoğlunun elinde. Dikte etmek sadece birilerini rahatsız edecek bir kabullendirişken neden hala rahatsız etme yolunda bir zafer amaçlanıyor? Zafer derin anlamı ile huzur verici bir mutluluğu paylaşmak iken ve bu dünyada insandan başka tanıdığımız bir karar mekanizması yokken neden hala zafere gidilemiyor? İnsan henüz kendi isteklerindeki mutlu sona güvenemiyor, yani mutluluğu içine sindirememiş bir ırk olarak ona kavuştuğu an ondan sıkılmaktan korkuyor olabilir mi? Yoksa insanlık tarihinde şu andaki zaman diliminin verilerine ulaşıldığında basitleşen denklem sonuca ulaşıldığını ve artık eşittir işareti ile farklı boyutlara yol almak gerektiğini gösteriyor. Mutluluğun gücü topluca kullanıldığı vakit oluşacak güzelliklerin açacağı boyut bizi evrende yalnızlık hissinden kurtaracak ve tek bir insan tasarımı ile arkamızda daha çok insan gücünü görmeyi dileyeceğiz.

Fanteziler ile oluşan inançlar ne kadar mutlu ediyorsa, gerçekler o kadar fantezinin kendisidir.

şeker portakalı 2 küçük prenses 5

0 y o r u m
_ ''dünya ne güzel bir yer dimi?''
- ''evet,herkes göremiyor bunu sanki''
_ ''bırak görmesin ibneler,bir gün görür onlarda''
- ''hayat o kadar güzel geliyor ki bazen bu kadar güzelliğe kalbim dayanmıyor sarhoş olmak istiyorum''
_ ''ne komiksin,insan daha güzel görmek için sarhoş olmak isterken''
(gülerler)
- ''ahh,ah bir bilsen''
_ ''söyle''
- ''hayatla hep sohbet içindeyiz,bana cevap verdiği zamanlar çok heyecanlandırıyor,seviyorum''
_ ''e ne güzel işte''
- ''çok ama''
_ ''ne mutlu''
- ''parçalara ayrımak istiyorum''
_ ''noldu be''
- ''(güler) moleküllerime ayrılmak,etrafa saçılmak,patlamak pof diye hayatla sevişip tekrar birleşmek istiyorum''
_ ''(gülümser) iyimiş,ne diyim sana''
- ''birşey deme,inan yeter''
_ ''sana mı?''
- ''bunu yapabileceğime''
_ ''tabi ki''
- ''(gülümserler)''
_ ''(gözler dalar) ahh şu ibnelikler olmasa çiçekler hep güzel kokacak''
- ''taktın ibnelere,bu agresiflik niye?''
_ ''bende bir ibneyim,ne demek istediklerini anlıyorum da ondan''
- ''sen iyi birisin kendine neden yüklendin şimdi,bence ibneler güneşin farkında olmayacak kadar mağaranın dibine dalmışlar''
_ ''iyi dedin,aynen öyle,bir de nem ile serinlik arasında ki farkı görseler tiksiniyorum vıcık sulu ortam sevicilerden''
- ''eh işte şimdi güneş üstümüzde bizde bu güzelliğin tadını çıkartırken niye kendine ibne dedin dimi ama''
_ ''ya bu aslında çocukluktan gelen bişey,ne zaman kötü bişey olsa kendimi suçlu hissederdim''
- ''heh,bende kendimi bu yüzden şeytan sanardım''
_ ''ne diyelim yüzeye geçelim,şeytan da bir melek :P''
- ''melekler kötü bişey olunca orda bütün iyiliklerini bırakırlar ve bir şeytana dönüşürler''
_ ''heh,iyice geyik olacak ama yapıcam anasını satim,bir yandan yanlış değil ikisinden de yarı yarıya yüklüyüz''
- ''tabi canım,zaten aslında beterden başlayıp bunun bize zarar verdiğini görmesek iyiliği kullanacağımız yok,ne acı dimi?''
_ ''didim''
- ''of canım yüzmek istedi''
_ ''benimde''

asabiyye..

0 y o r u m
anormalin birini yoldan çıkarmışlar.. sakin, huzurlu anormalimiz stresten muzdarip olmaya başlamış.. kuduz bi hayvan gibi debelenip durmuş yerlerde.. yetmemiş.. camları kırmış yumruklarıyla.. koca televizyonunu yere çalıp parçalamış.. o da yetmeyince atlamış aşşaya.. bütün kemikleri kırılınca sakinleşmiş sonunda.. yumuşacık olmuş yine.. eli ayağı titremiyormuş artık sinirden...

Anlayan Anlayana

0 y o r u m
Çok coşkulyum,bugün bir şeyi anladım.Ne olduğunu bile bilmediğiniz sorular vardır ya,bu da o tarz bir soruydu işte.Evet,ben kotrol manyağı biriyim!İnsanların davranışlarını,düşüncelerini,önyargılarını kontrol etmekten sadistçe bir zevk alıyorum!Heheahehahihihihohohohoho...        Kendimle barıştım artık,harbiden. :D

(ama bu demek değil ki hep böyle kalacağım,zamanla kontrol manyağı olmayan birine dönüşeceğim elbette :p)

Lütfen...

0 y o r u m
Çamaşır ipine takılmış gibi dolanırken düşüncelerin
Sarkarken aşağı,kuzey ucundan,is kokan bu köhne sokağın 
Sallanırken ve ardından atlarken rüzgarın,damlayan pişmanlıkların
Parlarken ışıktan postunun altında,burnu havada bir güneşin
Lütfen kaybolma

Elektrik tellerine oturmuş kuşların kobalt rengi tüyleri gibi
Süzülüp,fokurdayan gökyüzünde savrulup da aklıma konar gibi
Dikenli gövdesine sarılıp uyumuşken,rüyamda kanadığım kırmızı güller gibi
Terkedilmiş hafızamın,yıkık dökük hatıralarında buram buram kokar gibi
Lütfen harcanma

Çatlak tavandan davetsizce akan bir misafir,yakar sigarasını
Üflerken yüzüme,sırıtırken kesilen nefesime,gizler kömürden yelpazesiyle dişinin kırıklarını
Çizer,dökük duvarlara,kaçış yollarını,izlerken alnımdan akan tuzlu feryadı
Bilir de bilmez,bana hediye ettiği demir bilezikleri,gelse de fazlasıyla sıkı,hala takılı
Lütfen hapsolma


Pat!

0 y o r u m
Beyaz balonlar görüyorum
Uçuyorlar
Başımın seviyesinde 
İpleri yok
Onun yerine birer omurga sarkıyor aşağı
Ucunda da sinirler
Evet
Pek bir sinirliler...

Bazılarında rujla güzel bir surat
Bazılarında motor yağıyla,sıkılmış dişler
Çizilmiş
Yakından bakmak istediğimde
Patlıyorlar
Görünmez dikenlerim batıyor
Omurgaları ayaklarımın dibine düştüğünde
Değersiz kemikleri her bir yana saçılıyor
Hatıra olarak aldıysam da birini
Düşten kasalarda çürüyor...

Kuklalarım varken
Oynardım bütün gün onlarla
Oynardım anlarca doya doya 
Kaldırmadan başımı uzun zamanlarca
Farkedememiştim halbuki
Benim de varmış pamuktan ipliklerim 
Uzanan,uzun ince parmaklara 
Güneşi çoktan batmış,
Ayı doğmuş da bulutlara sarınmış semalarda...

Pat!
-lamak,
iğnenin enine,boyuna bakmaz,
gelişine,gidişine bakmaz,
şekline,şemaline bakmaz,
onu kimin tuttuğuna bakar...
(junkie'yle bağımlı farklıymışmış,erkek lezbiyenler karışık işmiş,yemişim...)

Sinirsel Özürlü

0 y o r u m
-Bize mi dedin?
-Evet,size...
-Soruyu tekrarla lütfen.
-Siz,hiç gülümsediniz mi?
-Her zaman gülümseriz.
-Yanaklarınızda açtığınız kavisli yarıkları kastetmiyordum.
-Saygılı ol!Onlar bizim özürümüz.
-Nasıl özür?
-Biz böyle doğduk,o kesikleri kimse yapmadı.
-Neden diktiniz o zaman?
-Çünkü somurttuğumuzda daha da genişliyorlardı.
-Ve?
-Ve ağızımızın içine kan dolduğunda,boğazımız tıkanıyordu.
-Ya öksürdüğünüzde?
-Sürekli imzaladığımız kağıtlara sıçrıyordu.
-Anladım.
-Hayır,anlamadın.
-Efendim?
-Hala göremiyorsun.
-Neyi?
-Hiç dudaklarına dokundu mu birisi?
-Hayır,bunun konumuzla ne ilgisi var ki?
-Sus.Biz konuşuyoruz.Hiç merak ettin mi kendi yüzünü?Hiç baktın mı,bulduğunda,bir kase de olsa berrak suya?Hiç kalktın mı yataktan,yüzükoyun?
-Hayır...
-Bak,sen de gülümsüyorsun!
-Ama ben...
-Evet,sen,henüz dikmedin belki yüzünü ortadan bölen o iltihaplı yarayı ama,ilk ağladığın gün açıldı.Zaten hep orada olan ironin...Eminiz ki kendini komik bulacaksın.Eminiz ki artık bizden birisisin.

Gözyaşlarının Geldiği Yer

0 y o r u m
İki tanelermiş
Tek başlarına
Karşılaşmadan bir kez olsun
Gezerlermiş
Gözlerlermiş 
Kraterleri,çorak okyanusların dibindeki,
Dibi görünmez delikleri,izlerlermiş
Çemberden uçurumların köşelerini ezberlerlermiş
Arşın arşın dolanıp,aynı yere varsalar da ,bezmezlermiş
Biri bir kız,öteki de bir oğlanmış

Kız varla yok arası,incecik bir silüetmiş
Buzdan parmaklarıyla,buzdan dağları işaret edermiş
Hep,oraya gitmek istermiş,ancak geldiği yere dönemezmiş
Cam gibi gözlerinden arkasında bıraktıkları seçilse de,
Hatıraların o puslu havası kirpiklerinden hiç gitmezmiş
Güneşi merak edermiş,
Ancak bakamazmış,gölgesi bile yokken,
Öylesi bir parlak ışığa dayanamazmış

Oğlan pek bir biçimsizmiş,
Kırmızı en gözde renğiymiş,
Tutuşan zihninde başkalarına yer olmadığından belki
Havaya karışsa da buharlaşamazmış,
Kaynatacak suyu hiçbir yerde bulamadığından belki
Hakim olamadığı kalbini izlermiş,
Rüzgara tutulup ondan kaçar gibi olduğundan belki.

Karşılaşmışlar
Çakıldan okyanusların,
Çamurdan çöllerle buluştuğu bir sahilde,
Şaşırmışlar,
Baştan sona tekbaşına oldunduğunu sandıklarından herhalde
Bakışmışlar,
Görülecek hiçbir şey olmadığı halde

Yaklaştıklarında,
Oğlan üşümüş,ancak bu yepyeni bir hismiş,
Tanımadığı renkleri yaşamış,artık kordan ibaret olmayan aklında
Kız için fazla sıcakmış,ancak ısıya direnmiş,
Bakamadığı güneşi hissetmiş,kalmadan hiç utanç aklında

Sarılmışlar,
Biri donarken öteki yanmış,
İki hiçken,tek varlık olmuşlar
Üzerlerinde durdukları kupkuru toprak ıslanmaya başlarken,
Bir su birikintisine dönüşmüşler
Bir göl oluşmuş ayaklarının dibinde,
Ağlar gibi sevişirlerken,
Dudakları kenetlenmiş,
Yüzleri sıvılaşıp kaynaşırken,
Nehirler ve şelaleler belirmiş,
Okyanuslar kaplamış bomboş dünyalarını 
Ölen her şeyin geride bıraktığı tuzla karışıp
Akmışlar
Akmışlar
Akmışlar...

Mavi bir lekenin çevresinden,
Sarı kirpiklerin arasından,
Akmışlar...




1 y o r u m
NE DİYEYİM HERŞEY ÇOK EĞLENCELİ..

eğlenmekten patlıyorum

136

3 y o r u m
o ki hep beni başka görmüş, anlamış, kavramış herkesten; utanmazmış gözlerimden; hoşlanmazmış karanlıklarda sessizliğimden çıkabilecekleri paylaşabilmekten...


(bu sıkıcı cümlenin (aslında cümle de sayılmaz ya) bir esprisi (özelliği?) var. çok zor değil; bilmece gibi bir şey işte... [cümleyi oluşturabilmek için -aralıklarla- gün boyunca uğraştım])