Med Cezir

0 y o r u m
Koşuyorum
Daha ve daha hızlı
Dev çemberler çiziyorum
Kumlar alevlenirken cama dönüşüp donuyorlar
Arkamda ayakizleri bırakıyorum,ışığın yüzüne çizilmiş
İlerlemiyorum
Sadece gidiyorum
Hızlanıyorum
Gördüğüm tek şey inip kalkan göğsüm ve zamanı sıçratan adımlarım
Bağlı değilim
Tutunuyorum
Gerçeğe,gittikçe kısalan bir iple,kordan soru işaretlerinden dövülmüş
Hava yokoluyor ve nefes almayı unutuyorum
Kıpırdamıyorum ama hareketteyim
Arkamda boşluğu bırakırken her samtimde doğruları ezip geçiyorum
Arkamda yanıtlanmış soruları bırakırken her santimde daha sıkı sarılıyorum
Gerçek artık çok yakın
O kadar berrak ki kendimi üzerinde görebiliyorum
O da nesi,ben bana bakıyorum
Beni süzüyorum,başım yavaşca eğilirken kaşlarım kalkıyor
Gözlerim büyürken muzur bir gülüş türüyor
Beni tanıyor,beni tanıyorum
Beni seviyor,beni seviyorum
Arzu değil,gerçeği onunla paylaşmak istiyorum
Asla çarpışmayı değil,ama bu ölçüsüz hızda bir olmayı hayal ediyorum
Onun da ipi soru işaretlerinden örülmüş
Tam karışımda beni taklit ediyor,beni taklit ediyorum
Ben ve ben
Her an yaklaşıyoruz
Zaman tükenmek üzereyken,silinip gidiyor varoluştan
O da arkamızdaki alevlere katılıyor ve eriyip gidiyor
Dev bir kum saati şeklinde biçimlenip donuveriyor
Son adımımı atarken biliyorum ki
Bu ilk adımım
Kendime baktım
Bana baktı
Bana baktım
Gerçeğin içindeydim
Durduğumda,
Bambaşka bir evren vardı karşımda
Sezgilerden
Hayallerden
Ve Aşktan oluşan.

Uslu Çocuk Ol

0 y o r u m
3 yaşımda anaokuluna gitmeye başladığımdan beri benden nedense hep uslu çocuk olmam beklendi. Arada bir kızların saçını çekmek, uyku zamanlardında mutfakta şekerli su içmek ve öğretmenler ortalıkta yokken bir sandalyeye tırmanıp kütüphanenin üst rafında saklı cikletleri çalmak dışında, uslu bir çocuktum.

7 yaşımda ilkokula gitmeye başladığımdan beri sessiz olmam istendi, bense inadına konuşur dururdum. Bir şey bildiğimden değil, sadece hayalgücümü paylaşmak için. Hatırladığım kadarıyla başkaları bundan hiç rahatsızlık duymadılar. Ama şunu unutmam ki, en çok dayağı ben yerdim. Dakikada ancak 90 kelime okuyabildiğim için, ödev defterime bitişik dik elyazısıyla günlük (ancak yeni ve o zamanlar için heyecan verici) küfürler yazdığım için, müdürün önüne tükürdüğüm için, eşek şakaları yaptığım, insanların kafasına don geçirdiğim için, bazen de onları oyun icabı ağaçlara düğümleyip öylece unuttuğum için. Arada bir de, en çok çikolata bende olduğu için...

12 yaşımda benden uyumlu olmam taleb edildi. Ancak ben sonradan öğrendiğim üzere o zamanda uzaylı bir ailenin uzaylı çocuğu olduğum için bundan gurur duyuyordum. Dolayısıyla bu dünyalıların akıl mantık erdiremediğim yaşantısına hiç merak salmadım. Eh, şimşekler çakarken paratoner olmayı severek benimsemek, üzerime yağan yıldırımların şiddetini azalttı diyemem. Dürüst olmak lüzumsuz görünüyordu, mutlak kontrol yalan zincirinin uzunca asılırdı, ve ben çoktan o zincirde cambazlıklar yapmayı öğrenmiştim, beklediğimden geç tökezledim.

14 yaşımda sıradan olmaya zonlandım. Geri tepti ve ben olmadığım kadar sıradışı halde buldum kendimi. Eh, her şeyin aşırı dozu yan etkilere sahipti, bendeki semptomlar siyah kıyafetlerle başladı. Siyah kıyafetler, şu sıralar çok da sıradışı değil, biliyorum, ama renk düşkünü birinin beynindeki 3 tayf kanalını kapatması her gün görülmez. Gürültülü müzikler ve şikayetler, şımarıklık ve nadiren kendine acıma. O zamanlar üstün olduğumu düşünmüyordum...

17 yaşımda kendime çeki düzen vermem için ısrar ettiler. Bense başkalarına çeki düzen vermekle çok meşguldüm sanırım, birinin deyimiyle 'dünyayı kurtarıyordum'. Yokuş aşağı yuvarlanıp şelaleden uçarken sivri kayalara çarpıp ortadan sonsuza ayrılmanın 'tadına vardım'. Çevreme savurduğum olumsuz enerji bumerang olup bana geri döndü, beni gene buldu, benden ayrılamadı. Okulu asmak, diğerleriyle kavga etmek, hakaret işitip içinden küfür etmek, tembellik etmek ve bahane üretmek dışında, kendime çeki düzen verdim.

18 olduğumda tüm beklentiler ve başı belirsiz sonu görünmez tahminler ortadan kalkmıştı. Aynaya baktığımda midem bulanmıyordu, elimde tuttuğum adlı-soyadlı kuklaların ipleri alevlenmişti, onlar bağırıp çağırırlarken ben sadistçe zevkimi içerken, ne de olsa atım düzlüğe çıktı diye kristal kadehimden, işler ters gitti...

12 ay geçti; hayallerimin bir kısmı dışarı taştı ve gerçek oldular, bir kısmı benimle ve en az gerçeğin kendisi kadar güzeller. Uslu çocuk olamadım, gözümü kapatıp kokuşmuş ayakların altında ezilmeyi beklemedim, çok bilenlerin kehanetlerine aldırmadım, inanmadım bildim, bence kendime göre bir gençlik geçirdim.

(bu yazıyı 21 şubatta 19 olacağımdan ötürü yazdım, yasal açıdan önemli görmüyorum bu yılı ama zaten neyi başakasının dayattığı açıdan önemli, kayda değer görüyorum ki... 18 yılda kendimi keşvettim, kullandım, kullandırdım, kaybettim, aradım ve tekrar buldum. Ben benimimdir başka kimsenin de değilimdir :D )

Ses Hızında Kalp Atışı

0 y o r u m
Duymak isterdim,
Dinlemek ve anlamak.
Ve bazen haddim olmasa da,anlaşılmayı umarak.
Duymak isterdim,
Bir parça heyecan ve belki sevecen sesler.
Kulağıma gelen tek şey,
Kırılan hayallerin çatırtısıydı,
Yavaşça parçalanırlarken,aralarından akan iyimserliğimin o sakin mırıltısı.
Son damla da ayaklarımın dibine düştüğünde,
Yokluğun en yüksek dalgasının tepesinde buldum kendimi,
O küçücük damlanın yarattığı bu sentetik felaketin zirvesinde.
Tanıdık kahkahalar çevremde daireler çizerken,
Alaydan dökme dişleriyle vücudumdan parçalar koparıyorlardı.
Daha fazla dayanamadım,ne için dayanacaktım ki...
Beni yırtıp,sökmelerine izin verdim,
Önce önyargılarımı kemirdiler,
Ardından değerlerimi,
Daha derin...daha sıcak...daha karanlık...
Parçaları eksik bulmacalarımı bozdular,daha çözülmemiş,
Takıntılarımı çaldılar ve korkularımı kendilerine ganimet olarak aldılar,
Aklımın katmanları birer birer soyulup gitmişti.
Geriye kalan tek şey bendim,ben ve diğer benler değil,
O an hatırladım ki,bu kahkaha bana aitti,kendime gülerek içimi oyan bendim.
Her şey durdu sandım,halbuki ben hızlanmıştım,
Kalbim ses hızında atarken,onu da kaybedeceğim sanmıştım.

(enjoy the silence diyoruz ;))

Cenneti Boylayanlar

2 y o r u m
Kafama bir saksı düştü,beynim açılıp toprak ve yapraklarla karışıp vakkonun ön camına,yanımda geçmekte olan güzel bayanın saçlarına,onun yanında yürüyen chiuaua köpeginin kıllarına sıçradı.
-Merhaba!
-ee
-Evet,sana dedim!
-bana mı,hmm,size de,de,burası neresi şimdi?
-Neresi olacak ayol,ahiret işte! Hiç bilinmez mi sizin oralarda-eee Istanbul'lu musun sen?İşe bak,bu senenin ilk ölüsüsün o taraflardan,hemşeriyiz senle!
-yaa,öyle mi? bir dakika,ben nasıl öldüm ki? caddede yürüyordum ve kendimi burada buldum...
-Kafana saksı düştü,ama saksı da ne saksı,vakko şubesinin sahibi taylanddan getirtmiş,nerden baksan 40 kilo eder,eh senin gibi 65 kiloluk bi çirozun üstüne düşünce sonuç ortada işte.Aman canım neyse,neresini bu kadar soruştuyorsun ki?Hayattayken doğalgaz faturasındaki şişik sayılar bile umrunuzda olmaz.
-yani...o da doğru tabii...
-Ha şöyle,rahat ol güzelim,burdan ötesi yok.Bi tabure çek de falıma bak,az önce bitirdim bi fincan kahveyi,duyduğuma göre aşağıdayken hep sana baktırırmış konu komşun.
-...evet,arada bir baktırırlardı.pek iddialı değilim gerçi benzettiklerimi söylüyorum.
-Olsun olsun,bak buraya kadar gelmişin,bana da baksan sevap olur işte,zaten yazmanı bekliyorum ben de.Kocam olacak herif 48 yıl ev temizletti bana,çatışmada evimiz yanarken biz de arada kaynadık,kurtuluyorum ya rabbi şükür dedim,bi de ne göreyim,gene yanımda bitmiş!48 yıldır da burada işlerine baktırıyor.
-dertlisiniz sanırım..
-Güzelim dertli olmamak elde mi,gerçi böyle konuşmamalıyım ama,aman neyse be,gına geldi,ben çok sıkıldım burada,hep aynı hep aynı.Hep bu ağır,uyuz kıyafetleri giyiyoruz,sanki cennette hep araplar bacılar var.Bu ne ayol böyle kat kat kumaşlar,daral geliyor.Hem neden hep beyaz ki?Benim hayatımda bir tane beyaz elibsem vardı,gelinliğim,onu da aldığım güne tüküreyim,giydigim güne de lanet olsun,tüüüü...
-kahveniz soğumuştur belki bir baksanız...
-Ah tabii,pardon canım lafa dalmışım,sen bana bakma ben kocadım artık,1893 doğumluyum ben,116 senedir ortalıkta dolanıyorum,kafa mı bıraktılar ahh ahh..İşte,bak bakalım neler varmış falımda.
-hmmm-bir yol görüyorum-hayır iki-iki yol var-bunlar ayrılmış-sonra birleşmiş-sonra geri dönmüş-a a-hiç böyle fal görmedim ben-ne ki acaba hmmm-birileri var burada-çok sıkılmışlar-neredeyse birbirlerini yiyecekler ama-nedense hiçbiri bir şey yapmıyor-valla ben de anlayamadım...
-Aman n'olcak,yollar benim işte,öldükten sonra her şey başa dönmüş,falımda bile aynı mahluk işte,oraya da girmiş,yaktın beni Kazım!!
-kazım?
-Kim olacak,şu işe yaramaz kocam işte!
-haa..
-Ahanda,işte geliyor deyus..
-şurdaki mi?
-Ayol güldürme beni,nerde bende o şans,hayır şurdaki bak,kelli olan..
-a evet görüyorum.
-Kazıııım!Hayatında bir kere acele etmedin bari burda biraz kıçını kıpırdat,hadisene be,çocuk bekliyor senin yüzünden!
-Geldim be geldim be,çemkirme bir kere de be,şuradaki hurilere bak da ilham al,bi de kendine şehirli dersin,cadaloz karı!
-Tamam Kazım,tamam.Bıktım artık senden de kavgalarından da,delikanlı daha bu sabah ölmüş,belgeleri hallet de geçsin...

-Neden burada olduğunuzu biliyor musunuz?
-sanırım,eşiniz bana,bu sabah kafama saksı düşünce öldüğümü söyledi.
-Eşim mi,eşim mi! Hahhahahah!Lan Nuriye baksana,çocuk sana eş dedi!..Eş nazik kaçar oğlum ona,bildiğin karı o yahu..
-peki,siz nasıl diyorsanız,şimdi ben nasıl-
-Aceleye gerek yok hepsini ayarlayacağız biz!
-evet ama-
-Ama ne?Sen KOSKOCA cennet kapısına gelmişin,bizim gibi kıdemli memurların huzuruna çıkmışın,çok bilmişlik mi taslıyorsun!
-yok efendimn benim ne haddi-
-Sus!
-pek-
-Sus dedim!...Şimdi,baştan alalım.Öldüğünü biliyormuşun,tam olarak nasıl öldüğünü biliyor musun peki?
-saksı...
-Hayır,saksı düştükten sonra zarar gören yalnızca beyin kabugundu,annen seni şehirdeki en iyi hastahaneye zamanında ulaştırmayı başarmış,ancak,operasyon sırasında cerrah burnu kaşınınca dalgınlıkla ağızlığını çıkarmış ve birden hapşırınca sabah kahvaltısından ağzında kalan maydonoz kan damarını tıkayınca fibrilasyona girip ölmüşün.
-...
-Takma kafayı koçum olur böyle şeyler,Garp'a mı özenecektik?Hepimiz gururluyuz bu devletle doğup,onunla ölmekten.Neyse zaten takacak bir kafan da kalmadı artık ahhahah-
-...
-Sıkma canını,erkek adam atlatır.Eh,devam edelim mi...
-pe-..peki..
-Hayatta en çok sevgiğin nedir?
-sevdigim derken?insan,cisim..?
-Soruya cevap ver evladım,insan,cisim mi dedim ben?
-annem tabii başka ne olacak.
-Sen benimle oyun mu oynuyorsun?
-..ne-,neden öyle düşündünüz efendim?
-Şu plazmaları görüyor musun?
-evet.
-Ne var orada?
-Çok hoş görünümlü ablalar...ne yapıyor onlar...bir adamın...derisini yüzüp...spagetti mi o?...yiyorlar mı?
-Evet! Aynen öyle!
-..konumuzla ilgisi nedir acaba?
-O adam en çok parayı sevdiğini söylemişti de..
-hmmm..
-Pekala,çocuk,son sorun geliyor;Tekrar yaşama şansın olsaydı,neyin değişmesini isterdin?
-Bir şeyi değiştirmek zorunda mıyım?
-EVET!
-hmmmmm...aslında ben...değiştirmek istemezdim...
-Değiştirmek zorundasın,duymadın mı beni!
-...
-Evet?
-Ölüp,tekrar buraya geldiğimde,üçüncü soruyu bana sormuş olduğunu,
değiştirmek,
isterdim.

Üçüncü soru asla sorulmadı,ve ben kaderimdeki tüm haksızlıklardan arındım.Gözlerimi açtığımda annem başımda duruyordu,saçımdan geri kalanları okşuyor ve sargılarıma dokunmamaya dikkat ederek parmak uçlarını kaşlarımda gezdiriyordu.Hastane odasının camından içeri,yeşeren yapraklar ve inci çiçeklerinin arasından,daha önce farketmediğim bir renkte ışık süzülüyordu.Anneme döndüm ve dedim,çok ilginç bir rüya gördüm...

Buzzzzzzz...

0 y o r u m
Buzzzzzzzzz.. Beynin yayın frekansını bozan sinyal karıştırıcılar
devreye alınsın. Göstergeler çalışmasın. Pilotun gözleri bağlansın
düşüşü sağlama almak için. Puding kıvamındaki karanlığa dalınsın.
Boğuk buza geçilirken nano parçalara bölünelim (nano ile tanımlanan
ifadeler, herhangi bir ölçünün milyarda birini gösteriyormuş). Akıllı
nanocuklar. Her yere saçılın.
Berhudar ol evladım. Böyle bölünmek herkese nasip olmaz. Ellerini
öpmedim daha büyükanne. Nut butter lazımdı bana vermedin. Ben de Cern
büyük patlama deneyini bekleyeceğim artık. Ya da 2012 Marduk da
olabilir. Küresel ısınmadan o kadar bahsedildi ki kanıksadım.
Yorgunum. Garip rüyalar görüyorum. Kıçı kocaman bir ağız olan ve
dışarı çıkma hazırlığındaki boklarının akışını görebildiğim insan mı
ararsın, yıllar önce tecavüze uğramışım da delil olan uzun kollu soluk
mavi-gri t-shirt'ümü bir köpeğin yardımıyla bulmamı mı.. Yoruyor bu
rüyalar beni. Ben onları yoramıyorum. 11-12 yaşındaydım o zaman böyle
abuk sabuk konuşabildiğim bi Mehmet vardı okulda. Ölene kadar uyumak
istiyorduk. Ne maceralı olacakmış hayatım öyle olsaymış.
Sıkıldım bu krizden. Ücretli köle patates. Kaç kilo lazım abla?
Puisqu'on est jeune et con, puisqu'ils sont vieux et fous: biz genç ve
aptal olduğumuzdan, onlar yaşlı ve deli olduğundan. Akıl ve ruh
sağlığımızı koruyalım, korumayanları uyaralım.

Bağımlılık Bağımlılığı

0 y o r u m
Sağlıklı bir birey ortaya çıkışından doğuşuna kadar annesinin plasentasına bağımlıdır.
Bu,hayattaki ilk bağımlılık olabilir.
Devam eden yıllarda,çocuk annesinin sütüne bağımlıdır,
Onun sevgisine bağımlıdır,
Babasının -kıraathanelerden zaman bulduğunda- onunla oynamasına bağımlıdır,
Ona kendiyle ilgili her şeyin öğretilmesine bağımlıdır.
Okula başladığında bağımlılıkları iki basamaklı sayılara çoktan ulaşmıştır,
Artık her şeyi öğrenmeye bağımlıdır,
Kabuslarında gördüğü vahşeti unutmak için,güneş ışığında gözleri açık,ayakta uyurken hayal kurmaya bağımlıdır...
Öğretmenleri ona kızdığında,salgıladığı adrenaline bağımlıdır,
Bu organik uyarıcı için,biliçsizce kendini tehlikeye atmaya bağımlıdır,
Çürüklerini görmesinler diye büyük çabayla mümkün kıldığı bu gizliliğe bağımlıdır.
Doğrular hep yalan çıktığından,kendini kandırmaya bağımlıdır,
Ona sırf 'iyi birisin' dendiğinden,güvenmeye bağımlıdır,
Dudakları ahlakla dikiliyken,hislerini,dikenli telden eldivenleriyle,kanatana kadar çizdiğinde aldığı zevke bağımlıdır.
İstediğinin,ihtiyaç duyduğunun olmadığını kabullenmemek için verdiği mücadeleye bağımlıdır,
Onu koruyabilecek güçlü kolların aslında,bir deli gömleğinin bilekleri,
Kokusunu çekip mest olacağı boynun da yakası olduğunu sezdiğinde bile,
Bağımlı olmaya bağımlıdır.

Başı Olmayanın Başlığı Da Olmaz

0 y o r u m
Evet evet. Yakolabiterse neredeyse 4000 kere görüntülenmiş olma mertebesine ulaşmak üzere bu nedenle bütün arkadaşları (kendimi de tabii :D) kutluyorum. Kıyısından köşesinden akılımızdan geçip, parmaklarımızdan dökülenleri okuyan izleyicilere de teşekkür ediyorum. Çok hafif de olsa bağlarınız benim yazılarımla, farketmişsizdir ki genellikle popüler kültür bazında olumsuz şeyler oluyorlar. Bugün (gerçi güneş çoktan battı-herneyse) güle oynaya gideriz tarlaya havasında yazayım dedim. Evet tekrar teşekkürler, herkesin bir sınırı vardır taklit konusunda ben de acilen öteki karakterime geçiş yapmalıyım =p...

Zamanında bir karadeliğin yerine koymuştum kendimi yazılarımdan birinde. Aslında karadeliği kendi yerime koymuştum, nitekim bu küçük patatesin gözünden kaçmamıştı ve bana şefkat göstermişti, psikolojik olarak başımı okşamıştı egom tavandaki çana uçup çaldırmıştı vesaire... Şu sıralar kendimi kurgunun ötesinde bir geçeklikte öyle hissediyorum, aynen bir karadelik gibi. Bağışlayın beni hissediyorum demek istemedim, ben hissetmem zaten fazla bir şey. Eh yani sabah 7'de uyanmam gerektiğini hissetmek dışında... Düşünüyorum da -düşünmek istemesem de, gerçi artık kim istemediği şeyi yapmama özgürlüğüne sahip ki- her insan bir kum tanesi uzayda uçuşup duruyor. Zamanı gelince -ya da onlar zamana gelince, belasını bulmak gibi bir şey- bir başka insan havyanına aşık oluyorlar, en azından olduklarına inandırıyorlar kendilerini. Wikipedia'dan aşk neymiş diye bakıp, orda ne diyorsa 3 yumurtayı karıştırıp içine maydonoz doğrar gibi harfiyen uyguluyorlar kendilerine. VOİLA! Kum tanemiz ışık ışını gibi özgür kılıyor kendisini. Kalp atışının izin verdiği kadar hızla ilerliyor bir saniyede. Dağları taşları geçiyor, denizleri aşıyor, toplum baskısından sıyırıyor kendisini, korkularını yeniyor, arkasında bıraktıklarına ilham veriyor parlaklığıyla... Derler ya, hayatta, en yıkıcı şey aradığını bulmaktır diye. İşte beni de bulanlar oldu, yıkılmadılar ama, bir karadeliğin içine çekilen ışık ışınları gibi incelip uzadılar, yüksek göründüler ama boyutları eksilmişti, güçlü duruyorlardı, duramayacak kadar zayıftılar...
Arkama bakarsam, görebilir miyim bir karadeliğin ötesinde ne olduğunu?
Arkama bakarsam, öğrenebilir miyim sonun da sonunu?
Arkama bakarsam-...bakamam...

Kendimi Bir Hamburgercide Buldum

0 y o r u m
Ben hamburger sevmem,
Ama kendimi bir hamburgercide buldum nasıl olduysa.
Gece geçmekteydi ve artık güneşin saçları görünüyordu ufukta,
Solgun ve bitkin sarısı,biz kez olsun taranmamış tellerindeki kırıklarıyla...
Gene de sanki en karanlık andaydım,
Belki de gece çekip giderken,hıncının son damlasını akıtıyordu avlarının bogazından aşağı
Çatalımdan sıyırdım yağlı bir şeyler,
Hayranlık içinde baktım kafamı sıyıran adama,
Sanki oradaymış gibi hâlâ.
Ben orada mıydım peki gerçekten?
Bunu bilmem gerekir mi?
Neden gereksin ki?
Bekledim ta ki gece yırtık eteğinden geri kalanları da sürükleyip gidene kadar koşar adımlarla,
Güneş yukarıda dönmeye başladı şimdi de,
Onun var mıydı acaba elinden tutup,
İnce belinden kavrayıp,
Omuzlarının üstünden sıçratacağı kimse?
Gölgeler önce uzadı,
Benim ve baktığım ama göremediğim nokta arasında kaynayıp kaynaştılar,
Sonra kısaldılar,hava gibi savruk,kapkara maskeleri yüzlerinde,
Yasaklı bir balo salonunda,ölümüne dansettiler,
Cellatlardan gelenine değil ama,
Kendi içlerindekine...
Kadehlerine dolup taştı aydınlık,ardından midelerine iniverdi tek hareketle.
Ben hamburger sevmem,
Ama burada durmuş hayallerimi izliyordum,
Ya da hayaller beni...
Ben ne bilirim ki?
Güneş düşmüştü salıncağından,belki de başka planları vardı gece için,
Çünkü saçları kıpkızıldı ve arzuyla dalgalanıyordu bu defa,ufukta.
Benim randevum ise karanlıklaydı anlaşılan,
Hiç bekletmedi,
Ve hiç beklemedi,
Beni kandırdı ve hayallerimi çaldı,
Yerineyse kendi boşlluğunu doldurdu.
Ben hamburger sevmem,
Ama kendimi bir hamburgercide buldum nasıl olduysa...



sonsuzluk eksi bin kadar

0 y o r u m
karanlık. onun yüzünü görüyor. tiksintiyle bakıyor; elinde buzlu bir bardak. çıplak. onu görüyor, bir tren aniden duruyor ve bomboş kırda şakıyan kuşların sesi duyuluyor. hafiften esen rüzgar perdeyi kımıldatırken tren hiç var olmamışçasına yok oluyor. kuş da uçup gitmiş. uyurkenki melek görüntüsü azdırıyor onu: "tükürükler saçarak, salyalar akıtarak düzmek gerek senin bu masumiyetini, çığlık at sahtesinden!" diye bağırıyor içten içe. tiksintisinde tuhaf bir gülümsemenin gölgesi var. bardağı yatağın yanındaki sehpaya koyuyor ve onun yanına yerleşiyor. sırtüstü uzanıyor. uyuyan, yatağa birinin girdiğini bilinçsizce fark edip kıpırdanıyor. “onun bana dokunmasını istemiyorum.” kim söylüyor bunu? boşta duran pikeyle önünü örtüyor. nefes bile almak istemiyor. ama bir kol ve saçma sapan bir mırıltı karnına temas ediyor. göz ucuyla onun yüzünü görmeye çalışıyor. karnının üstündeki kol onu daha da terletiyor. kol yanıyor. tiksinti bu. nefesini tutuyor bir süre. odada küçücük bir çıtırtı. sonra yanındaki bedenin belli belirsiz nefes sesi. başka bir şey yok.
sehpadaki uzaktan kumandayı yavaşça alıyor. müzik setini çalıştırıyor. sesi sonuna kadar açıyor. odada kocaman bir ssssssss... şarkıyı ayarlıyor ve uyuyanın kolunu yavaşça üzerinden indiriyor. parmağı play tuşunun üzerinde. gözlerini kapatıyor ve hoparlörlerden yayılan tıss’lamaya alışıyor. alışınca kaybolur. aklında bir şarkı çalıyor. sanki gülümser gibi oluyor ama hayır: tiksinti. derin bir nefes alıp play tuşuna basmadan önce içindeki radyo programcısı şöyle diyor:

“sırada dj shadow’dan six days isimli şarkı var... hep beraber dinliyoruz...”

hafiften yükselir gibi başlayan yaylılar hemen kesiliyor ve hafif bir perküsyonun eşlik ettiği kesik tınılar muhteşem bir vokale zemin hazırlıyor. daha asıl ritim girmeden uyanıyor. yalan onun için “siksen uyanmaz” lafları... tamamen sersemlemiş. çevresine bakınıyor. çok karanlık. anlayamıyor ve korkuyor. yanında yatana bakıyor. o sanki hiçbir şey duymuyor. bu da ne ya, ne oluyor gibi bir şeyler söyleniyor ve omzundan dürtüyor yanındakini. ama o buz gibi. kımıldamıyor. uyandırmaya çalışıyor ama uyanmıyor. panikliyor ve ayağa fırlıyor. ışığı açıyor. sehpanın üzerindeki bardağın daha erimemiş buzlarına takılıyor gözleri. uyansana diye bağırıyor ama onu kimse takmıyor. şarkı en yüksek düzeydeki sesiyle odayı tamamen doldurmuş sanki. sarsıyor sırılsıklam bedeni ama tepki alamıyor. onun öldüğünü düşünmek istemiyor ve çok korkuyor. sarkan kolun gösterdiği kumandayı kapıp müziği kapatıyor.

“dj shadow’dan dinledik, six days... programımız bu şarkıyla sona eriyor, iyi geceler...”

onun odadan koşarak çıktığını anlar anlamaz yataktan fırlıyor ve ışığı kapatıyor. bu saatte nereyi arayacak bakalım diye keyiflenerek müzik setini kapatıp yatağa atıyor kendini. evin bir yerinden bir cam kırılma sesi duyuyor ve tiksinti hissi depreşiyor. onun yatağa dönmesini beklerken uyuyakalıyor.

KUTSAL KASE'NİN EREKSİYONİST BEKÇİLERİ (4)

0 y o r u m
6.

Barın dolu olması aslında görüntüde bir yanılsamaydı yada daha gerçekçi ifade etmek gerekirse, ifade edilen dolu nitelendirmesi biraz çelişkiliydi.Çünkü bara gelen hiç kimse barın içinde oturmuyordu.Transit bir geçiş söz konusuydu.Yani çok dar bir sokağa açılan barın arka kapısından dışarı çıkıp oraya yerleştirilen masa ve koltuklara oturmak daha çok tercih ediliyordu.O masalar da zaten bu barın işletmecileri tarafından sokağa yerleştirilen barın kendi masaları ve koltuklarıydılar.

Her neyse … zaten göze batan bir düzenden bahsetmek olanaksızdı doğrusu … daracık sokağın içine mekan edinmiş birden çok bar-meyhane vardı ve hepsi de aynı yöntemle dışarıya masa atmış, müşteri bekliyordu … masaların karışmaması veya iki bar arasında sınır oluşturmak adına bulunan çözüm ise sokağın üçte bir genişliğini kaplayan siyah bir perdeyi araya germekten ibaretti … garsonların karıştırılmaması da tabi ki önemliydi … siparişinizi yandaki barın garsonuna vermek istemezsiniz herhalde … bu yüzden yan barın garsonları siyah bir üniforma giyiyorlardı ve böylece olası bir karışıklığın önüne geçilmiş olunuyordu.

Bu arada siyahtan ve üniformadan hiç de hazzetmeyen Tmumkg, barın çalışanlarına ve kendisine böyle dayatmalar yapılmadığı için çok memnundu.

Önündeki CD çalarda çalma sırası Nina Simone’ye gelince keyiflendi; sesi bir miktar yükseltmişti ki bu köhne barın lakayt ortaklarından birisi, derhal eliyle bir işaret çakarak sesi alçaltması gerektiği uyarısını yaptı.Böyle müdahalelerden nefret etse de, Tmumkg uyarıya gereken hassasiyeti gösterdi ve sesi eski konumuna kadar çekti.İçeride oturan birkaç kişi haricinde müşteri olmadığı ve müziğin dışarıda oturanlar tarafından takip edilme gerekliliği olduğu gerçeğini hala kavrayamamış olan barın bu lüzumsuz ortağı, yine de tatmin olmamış olacak ki sesi biraz daha kısması için Tmumkg’a eliyle direktif vermeye devam ediyordu.Bu herife gün geçtikçe artan dozlarda daha da uyuz olan Tmumkg ise, çok iyi biliyordu ki kendisine yapılan bu kıllıklar, katlanması gereken olağan durumlardan sadece birkaçıydı …
(Olayları müteakip...)

hadi ayrılalım

0 y o r u m
zaman ve avcı:?
koşma! ter içinde kalmışsın. evet aşağı indi... metro sakindir şu saatlerde. çıkkar tabbancanı çabuk! ah pardon, çıkarmış hatta ateş bile etmiştin di mi? bunun ayrımına varamamış olmam mı kötü yoksa unutmuş olmam mı? bir silahın ortaya çıktığını görmek bile bir şeydir ama sen hatta o-hoo ateş bile ettin! tamam ben her şeyi halledeceğim sadece biraz yorgunum... kurşun onun şeyini, omzunu, evet omzunu, sıyırmıştı... şimdi ne yapacaksın, aferin yerdeki kan damlalarını takip et... en aşağı kadar inmiş galiba?
bak, sütunun dibinde durmuş çünkü orada kan daha yoğun. eğil ve parmağınla dokun kana... bu görüntüne bayıldım. parmağının ucuyla kana... gerçekten çok heyecan verici! tadına bakma sakın, her şeyi mahveder bu. tamam şimdi gittiği yüne doğru başını çevir... şahane! av ile avcı! ne kadar da güçlü görünüyorsun... kapana kıstırdın onu... dikkatli ol; ve damlaları takip et. zaten bunu yapmıyor muydun?
kanıyla iz bırakması kendi kendine ihanet.
ne kadar da yakın aralıklarla damlamış. yorulmuş?
bu da ne!
şimdi tabancayı tuttuğun elini başına götür ve namlunun ucuyla başını kaşı çünkü ne halt yiyeceğini bilemiyorsun. hah! sen orada kal bir süre, benim bir iki küçük işim var...
sütunun dibindeki kan birikintisinden itibaren dokuzuncu kan damlasından sonra, yani onuncu kan damlasında bekliyorsun. hatta dondun kaldın diyebilirim. çünkü o kan damlasını merkez alan her biri 26 santimetre uzaklıkta yedi kan damlası var, yedi ayrı yöne ilerleyen. sen şimdi orada öylece dur. tabancalı eli kafasında şaşkın öfkeli adam heykeli ol. artık beni ilgilendirmiyorsun; ben şimdi şu yedi cücelerle ilgileneyim. eh ben yediye ayrılabilirim ama sen de ayrılmaya kalkarsan işin ucunu kaçırırız... her neyse; bu kadar yeter.


zamansız av:?
1/7
nefretimle dişlerim iç içe geçip yuvarlandılar, sarı çizginin ötesine. yüksek voltaj elektrikli rayların arasına saklandım.

2/7
komik bir fıkra gibi kanalizasyona karıştı umutlarım ve midem. denize doğru pis bir yolculuk başladı; değil mi denize?

3/7
erdemlerim aklım ve zıpladılar reklam panosundaki kocaman cep telefonunun ardına. gizlesin beni her türlü diyalog şansı.

4/7
tembelliğim ve bacaklarım atmak istediler kendilerini sokağa... ikişer üçer çıktım yürüyen merdivenin basamaklarını.

5/7
intikam duygum ve gözlerim baktı geriye ve kan damlalarını takip etti. vurulduğum anla hesaplaşmaya zamanım olacak mı?

6/7
saldırganlığım ve yumruklarım kayboldu metronun karanlık tünelinde... kim unutur ki şöyle orta boy bir demir sopayı şurada bir yerde?

7/7
dürüstlüğüm ve kalbim tünel kazdı, metroya doksan derece muhalefet! geçmiş günlerin kurtçukları parmaklarımı ısırdı.

zaman:
buna izin vermemeliydim. ama sadece izlemek istedim. yedisi de kayboldu; diğeri metronun delisi olsun bana ne!
oradan uzaklaşıp başka birini aradım; bakalım ne olacak diye.