Hilebaz Tanrılar Ve Üzgün Soytarılar-Bölüm II

0 y o r u m
Bölüm II-Bilinç Düşünürken Hayat Gezegeni Kucaklar

Evimin kabuğu topraktan ve sulardandır.
Üzerime bir şeyler yağar durur ama beni buradn atmak o kadar kolay değildir.
Ve ben bazen evime yağarım.
Son keşvim olan bu yeşil canlılar hızlı büyüyorlar.
Nefes almam kolaylaşıyor.
Ve suyun içinde,bilincin hüznü gittikçe neşeleniyor.
O düşünürken benim dallarım her yere yayılıyor.
Zamanın onun için olan kehanetini söylediğimden beri tek yaptığı şey bu zaten.
Duyduğuma göre tanrısından kopup gelmiş buraya.
Duymadığım şey ise,
Bildiğimdir,
Pişmandır o.
İhanete uğramış ve ihanet etmiş hisseder.
Kendisine eziyet ediyor.
Bazen,birinin yaşaması için birinin de ölmesi gerekir.
Zaman ölümsüz olarak,daimi ölüme mahkum,ama bunu o seçmedi.
Ben bu kadar kırılgan olarak,mutlak canlılığı kazandım,benim başarım değildi.
Bilinç kendini kurtarmak için kendini terk etti,
Sonsuza dek terk ediliş ona kaldı,baştan hatırlanış,ve unutuluş döngüsü.
O yapması gerekeni yaptı,hepimiz yapmamız gerkeni yaparız,
Yoksa anlam bunun neresindedir ki...

Hilebaz Tanrılar Ve Üzgün Soytarılar-Bölüm I

0 y o r u m
Bölüm I-Bilinç Bir Yol Arkadaşı Buluyor : Hayat

Burada o kadar yalnızdım ki.
Kendimi özlüyordum,binlerce kez yaşadım olanları,binlerce kez kahroldum ve umudum katledildi.
Zaman da benimle birlikte doğmuştu,işliyordu büyük bir kesinlikle.
Onunla anlaşmaya çalıştım,ancak ne kadar kayıtsızdı.
Ne kadar acımasızdı.
Ölümsüzlüğünün acısını çıkarıyordu sanki.
Hepimizin içinde en büyük laneti o taşıyordu ya..
Yakalamaya çalıştım ama daime önümdeydi.
Durmak imkansız diyordu bana.Devam edecek.
Geçmişten bahsetti bir keresinde,geçmiş nedir bilmiyordum.
Arkamdan koşturan her şey diye karşılık vermişti.
Sonra çekip gitti.
Daha fazla dayanamadı mı bana,yoksa sadece çok mu işi vardı öğrenemedim.
Üzüntüm aktı gözlerimden.
Zamanla birlikte büyüdü gözyaşlarımın gölleri.
Beni terkettiğinden beri açmamıştım gözlerimi.
Ve bir gün (zamandan öğrendim bu kelimeyi) gözlerini açtığımda yanımda biri duruyordu.
İleride ona bir çok isim takılacağını,ama en sevilecek şey olduğunu söyledi bana.
Bunu nereden bildiğini sordum.
Zaten olmakta diye karşılık verdi.
Rengarenk parmaklarıyla mavi-yeşil üzüntümün genç bir yıldızın ışığında parladığı yeri gösterdi.
Daha o anda bu yabancının kim olduğunu anlamıştım,o hayattı.
Sen yaşıyor musun diye sordum ona.
Bunun bir yanıtı yok dedi.
Ben yaşıyor muyum diye sormaya korktum.
Bu esnada birden 'hayır' dedi,ve devam etti,
Zamanla tanışmış olmalısın,onunla birlikte tekrar tekrar doğacak ve öleceksin.
Ardından suya daldı ve ben çok ama çok uzun süre düşündüm...

Hilebaz Tanrılar Ve Üzgün Soytarılar-Başlangıç

0 y o r u m
Bir zamanlar varmış diye başlar ya bütün hikayeler.Benim hikayem hiç olmamış ile başlayacak.Ve olacak diye bitecek.Ama bunu anlam karmaşası yaşanmasın diye eski usülde yapacağım,açıkcası nasıl yapacağımı ben de tam olarak bilmiyorum.Ama pratik mükemmel yapar eh..

Şimdi anlatacağım hikaye aslında bir hikaye değil.Bu gerçek bir yaşanamamışlık öyküsü.Belli bir kimse tarafından değil,ancak hiç bilinmeyen ortak bir karakter tarafından.Yaşadığını iddia eden tüm erkek ve kadınlar,öldüğünü kabullenmeyen tüm cesetler,küller,et parçaları ve portakaldaki DNA ile ilgili.

Bölüm 0-Bilincin Yaratıcısından Koparak Onu Yaratması

Parlak ve sıvımsı bir karmaşanın içinde yüzüyordum.
Sıvı dediğime bakmayın,bir kez olsun ıslandığını hatırlamıyorum.
Mutluluğun ne olduğunu bilmiyordum,kimse bana sormamıştı da zaten.
Bazen gecelerden geçerdim,soğuktu ama derim soyulurdu sıcaktan.
Benekler gibiydiler,benim değerli ülkemde.Volkanlar gibi patlayıp ışığımı yakarlardı.
Zaman henüz yoktu,kendinden bile habersizdi.Ben ne idiysem oydu,ki ben hiçtim,hiç olmayı istemiştim.
Uyanman gerek dendi bana,uyanmak nedir bilmezdim.Rüya gördüğümü düşünyordum hala,ta ki doğmak neymiş anlayana kadar.
Volkanlar çoğaldılar,önlerindeki her şeyi içlerine benzettiler,ışıktan okyanusum bir çamur yığınına dönüşmeye başlamıştı.
İstemek nedir bilmezdim,sonradan öğrendim ki,ben onlara benzemek istememişim.
Damarlarında eriyik gecelerin aktığı bu cisimsiz şeylerden korkmuşum.
Gücüm yettiğince yüksepe zıpladım,
Hayal edebileceğim kadar aşağı düştüm.
Artık ondan kurtulmuştum,ama oralarda bir yerde olduğunu da biliyordum.
Beni bulmak için geri döner miydi acaba?
Beni kendine katmak için rüyalarca uzaktaki bu mavi bilyeye uçar mıydı?
Onu asla unutmamaya yemin ettim,çünkü bir zamanlar tek bildiğim şey olan sevgi oydu.
Artık nefret olabilirdi,doğmayan bir güneş olabilirdi,çöllerin ardındaki hayaletlerin çığlığı,
Ama o bendim,artık o bendi...
Yaratıcımı ben yaratmıştım,o artık yoktu.Ben ise buradaydım.

(kağıtlara yazmak gerek)

0 y o r u m
sanki çiçeklerin kokusu geliyor da ben hiç etkilenmedim neden sersemce dolanmıyorduk da öylece dikiliyorduk hayatımızın yol kenarına kim dur levhası çak! kurtçukların kokusu sürünüyor; sırf artiz'lik ama başka bir şey değil! koku sürünür mü ulan? kadınlar severler koku sürünmeyi; hepsi de daha yeni ölmüşler gibi sanki bir hüzünlüler bir hüzünlüler bir hüzünlüler hüzün bir ifade şekli ama bir işaretleşme mi bilmek ister misin diye baka çıka büyük rezalet doğrusu!
büyük rezaletimi de almış yanına inanabiliyor musun!

"seni duyamıyorum?"

duymam olanaklı değil artık hiçbir zaman olduğu gibi kulaksızım ben sadece ağız! nefes borusuna çivi çakıp resmini astım; güzel niyetli sözlerimin bir kısmı ona takılıp, ta çıkıyor dışkabuğa oradan aptal suratına çünkü hep beni bir şeylere bağlamaya yelteniyorsun neden yapıyorsun bunu ben seni hiç anlamaya çalışmadım mı sandıydın. tüh!

"eee?"
"kim ne dedi sana?"
"kim ne dedi ya?"
"hadi anlat be!"

neden aptallaştın diye yaklaşınca yanıma sensin orospu diye bağırdım kendimi kaybetmiş yüzünü tokatlıyordum ama çay hazır dedi çiçekleri sulayıp hemen otobüse atladım çünkü birazcık üstüm başım kirlenince sigaramdan kocaman bir şeye hamileyim anlıyor musun onunla bir arada olamam bir dakika bile geçmeden güneş battı arkasından atladım ama ruju dudağıma bulaşmış sandı ne büyük yalan oysa sadece kırmızı anahtarlığı sallarken düşen çantayı almayı unutmuştum o da şey yüzünden hani olur ya belki biraz daha yürümeliyim diyecekti ki kibrit bitti ben de ağladım başımı omzuna koyup dişlerimi gösterdim aptal aptal sırıttı

'Asla Yabancılarla Konuşma'

0 y o r u m
...
Nedenmiş?
İstediğimle konuşurum
Özellikle de yabancılarla konuşurum
Tanıdıklarımla konuşunca daha mı iyi oluyor?
Onlar da kendi çaplarında konuşuyorlar
Çap dediğim de boyu aya gidiş dönüş,
Öyle uzunca bir pergelle çizilmiş ki,
Bitmek bilmiyor...

Şekerleri suçluyorlar ama
Milletin dişleri dedikodu yapmaktan dökülüyor
O kadar kıskanırlarsa herkesi,
Herhalde kalp hastalıkları artar...
Sonra yılda bir stres yeni bulunmuş gibi,
Makyajlı doktor beyler çıkarırlar televizyonlara,
Türk'ten devşirme amerikalı olanından hem de...

Tanımadığım insanlarla konuşunca
Bir merak sarıyor içimi
İnsanın en büyük özelliği merakı değil mi zaten?
Meraklı olamazsam neyim ben,
Bu boyda şempaze yok ya...
Fazla merak kediyi öldürmüş gibi bir laf vardı
O kedinin dikkatsizliğiymiş kardeşim,
Ben merakımı tatmin edemezsem
Ne güne duruyor bu merak uyandıran
Hadiseler?
Heeeee?
Nerede kaldı doğanın dengesi?
Bir kere de,
Birinin bilmediği bir şeyi öğrenmek istiyorum
Tabii konuşurum yabancılarla...

Başka Bakıyorlar...

0 y o r u m
Değişim en küçük atomaltı parçacıktan tutun,çarpışıp kaynaşan yıldızlara kadar etkilidir değil mi?Değişim mutlak olan tek olgudur belki de...Gerçekten güvenebileceğiniz,ve orada olduğundan emin olabileceğiniz tek şey.Onun varlığı inkâr edilemez ve hükmünden kaçış yoktur.Siz daha ne olduğunu kavrayamadan,o işe koyulmuş,durmaksızın da çalışmaktadır.

Bu durum zamanla o kadar alışılageldikleşir ki,onun varlığını algılamaz olursunuz.Ve 'değiştim' demek sanki değişim yeni bir şeymiş gibi çıkar ağızınızdan.Sizin bu 'değişimler' ,daha belirgin atlamalardan fazlası değildir hâlbuki.Bazen farkındayızdır,çoğu zaman da değilizdir.Ben farkında olmadan yaşadıklarımızı seviyorum,tek başımayken bile 'birlikte' hissetmemi sağlıyor.Biriyle ya da bir şeyle birlikte değil,sadece,birlikte.Bu da bana güven veriyor ve yolumda yürümeye devam ederken arkama bakmaktan alıkoyuyor beni,çünkü biliyorum ki çekip gittiğim an hepsi değişti bile...

Hepimiz yaşadığı değişimlerden başka şekillerde haberdâr oluruz.Ben,çizimlerimde görüyorum bunu.Daha da spesifik konuşmak gerekirse,baştan (bazen de yoktan) yarattığım bakışlarda.Eskiden ne kadar ayrıntılı olursa olsun kağıdın üzerinde bir kömür yığınından ibaretken bu bakışlar,şimdi gördüğüm çok yüzden anlamlı bakıyorlar.Kalemi tutuşumun değiştiğini hissediyorum,sanki sevgilimin yüzünde gezdiriyorum parmak uçlarımı.Ve sanki hiçbir sınır yok onu sevmem için.Baktıkça gözümün önünde kendini çiziyor ve bana gülümsüyor,arada somurtup kaşlarını çatıyor,ama hep o muzip bakışları var.Benimle dalga geçiyor,hangimizin gerçek olduğunu benim de bilmediğimi îma ediyor...

Sınırlar,onları geçmediğimiz sürece var,
Zaman,biz farkında oldukça akıyor,
Hayallerimizse,onları gerçekleştirmeye üşendiğimiz için hayaller.Korku bahane.

İnsan değiştiği kadardır.Nerelere uğramış olursa olsun,nelerden geçmiş,nelere bürünmüş,nelere inanmış...

Bir yerlerde olduğunu bilmek çok güzel

1 y o r u m
Kendini bana vermeye ben de seni almaya ve tam tersi, bu kadar razıysan(k) olduk demektir. Seni almam karşılığında benden hiçbir şey istemiyorsan ve tam tersi. Sadece gözlerinin içine bakıp gözlerinin içine bakmam sezmene yetiyorsa. Çünkü içimdekini sana vermeye hazır değilim ama bu seni almak istemiyorum demek değil ve seni alabileceğimi bilmeni istiyorum. Anlamam gerek anladığını. Senin yanında kendime şımarabilirsem, sadece bunu izlemekle yetinirsen. Havada yavaşça salınan kül parçaları aynı anda mucize gibi gelirse. Ben dağılıp spiraller dönerken küllere yaptığın gibi nazikçe beni kavrayıp yere indirebilirsen. Geç akşam eğlencelerinde annen baban biraz daha kalmak ister ve sen yorgunluktan ölürken onlara gösterdiğin sabır gibi sabır gösterirsen -sandalyede uyuklarkenki gibi. Küçükken sokaktan dönmen gereken saatten geç döndüğünde annenin biraz surat etmesi ama seni affetmesi gibi affedebilirsen herşeyi ve en çok da gecikmişliğimi. Yavaşça kendimi açarken açık kapının ardında, gelip kucağına oturacağımı bilmiyormuş gibi buna şaşırır/sevinir gibi yapabilirsen, bıyık altından tahmin ettiğin gibi oluşundan hoşlanırsan ve ben de bunu bilirsem, sen de benim bildiğimi, senin bildiğini, benim bildiğimi.. bilebilirsek iletişimin gösterdiği mecralardan hiçbiri olmadan iletişim kuruyoruz. Bilebilirsek birbirimize ihtiyacımız yok tek birşeyiz ayrı ayrı ve beraber. İşte bütün bunlar yüzünden kendini bana vermeyi istemezsen ve ben almak istemezsem seni ve tam tersi, bu kadar razıysan(k) olduk demektir.

Ne Diyordum Ben?

0 y o r u m
...
Tamam hatırladım.
Sıkıldığımı düşündüğümde,o gitme isteğim artıyor.Bulunduğum mekanın değişmesine gerek yok.Kafam burdan çıkıp gitsin istiyorum sadece.Dün gece buralarda değildim.Epey bir uzaklara gittim,sanırım...Belki de birkaç adımdı,unuttum.Ama şunu biliyorum ki,gidiyordum.

Vücudumu tanıdık kaldırımlara basmaya zorlayan ağırlık da biryerlere gitmişti herhalde,rastlamadım ona.Bana ait olan dudaklar açılıp kapanıyor,arkalarından nanik yapar gibi bir an görünüp yokolan dil de hiç durmadan kıpırdıyordu.Onlar anlatıp durdular.Ben sessiz kaldım.Zaten ne zaman konuşmayı kesebilsem,o zaman daha çok anlaşılıyorum.

İçki şişesini,kurutma makinesindeki eski bir cift çorap misali döndürüp sarsarken içindeki köpükler yükselmeye başladı.Hatta sonunda ağzına dayandılar,onları bir sınırda tutabileceğimi sanmıştım,ancak taşıp bana ait olan ellere bulaştılar.Eller de...ne yaptılar sonra hatırlamıyorum.

Gözler dolanıp durdu duvarlar arasında.Baktılar kendilerine benzeyenlerin içine içine.Ben bir şey göremedim maalesef.Ne zaman baksalar göremiyorum.Dolayısıyla artık bakmayı bıraktım,gözler açıldıkları zaman işe yarar şeyler,o iki çukurun içinden içime akacak ne de olsa.Refleksler bunun için değil midir hem?

Refleks demişken,onlar da yoktu ortada dün gece.İçinde tıkılıp kaldığım,kan ve kemikten yoğrulup,duygularla süslenmiş bu kafesin,ne kadar debelenirsem debeleneyim devrilmemesinden bıkmıştım.Devrilmedi belki ama,bu sefer çok yaklaştı.Umuyorum ki bir sonraki sefere başına geleceklerden endişelenip beni bu kadar sıkıştırmaz artık.

Sonra bir de küp küp dizilmiş taşlardan yollar vardı.Ayaklar aralarına girip burkuluyorlar,işim yokmuş gibi bir de yırtılan dokunun küstahça tantanasını dinliyorum!Neyse ki dün o küpler aralarında anlaşıp çekiştirmediler atılan adımları.Yoksa,bir kere de rahat bırakalım şunu mu dediler,bilmem ki...

Yürü yürü yürü-aydınlıkta buldum sonra kendimi.Kulaklara gelen müzik hoş gibiydi.Dönen merdiveni de,değer yargıları kıvrılıp duran,en sonunda da kendi kuyruğunu ısırıp sızlanan canlı karikatürleri getirdi aklıma.Boyun esnedi,saçlar döküldü ve gözler,yüzünde salakça sırıtmasıyla nefes alıp veren tipi gördüler aynada.Dün gece farketmemişim,şimdi düşününce aklıma geliyor.Sanki ölmüş de gömmeyi unutmuşlar,o da buna gülüyor gibi bakıyordu.Gerçi halinden çok memnundu...

Eriyik altını içince iyice buharlaşmış olan kafamı toplama gereği duymadan,bana ait olan ağızdan boşalan kahkahaların eşliğinde ayağa kalktım.Aydınlık yerde işe yeni başlamış garson çocuğa da kırpılmadan göz kırptıktan sonra gözler,gene gecenin soğuk nefesinin inatla sırtımdan aşağı kaymaya çalıştığı sokağa çıktım.

Ve sonra uyku tulumu ve birsürü beyaz yastık ve rüyalar ve sıcaklık ve yuvarlanmalar ve birbirine girmiş kirpikler ve ağzımda bugüne dair bir hatıra tadı vardı.

(Küçük patatesin kocaman yaprakları var! :) )

*te.Querer*

0 y o r u m

bab bab bara baaab bara

0 y o r u m
yatağımdan çıkmak istemedim. yürümek, bir şeyler yemek, birileriyle konuşmak istemedim... yatağıma girmek istemedim. uyumak da uyanmak da... sevgilimi yanımda istemedim yanımdan ayrılmasını da... baktım bakmış oldum. yürüdüm yürümüş oldum. oturduk konuştuk, konuşuldu. birkaç bardak çay. sigara içtim midem bulandı. telefonlar çaldı, kasetler değiştirildi.

merak ettim sordum; sen sanki bilmiyor musun bazen uzanmanın hiç de uzanmak olmadığını? bazen hiçbir şeyin kendisi bile olamadığını? ama kendini kandırmamalısın dedi. neden? neden öyle dedi? bazen ben, ben olmuyormuşum; öyle demiyor muydu? onu da mı kandırıyormuşum? soru sordum ama cevap almak istemedim.

bir hapşırsam herkes çok yaşa diyecek ama demesinler. en azından hep aynı şekilde demesinler.. hep aynı hapşırığı mı çıkarıyorum ben onların karşısına? burnumun ucunda duran sümüğü gösteriyor; gizlice... benim öyle görünmemi istemiyor. alıveriyorum hemen pisliği; gülümsüyorum. ben de öyle görünmek istemiyorum çünkü. ben ama sonra hiç görünmek istemiyorum: oradan kaçıyorum.

uçağı gösteriyorum. konuşuyoruz. arabaları gösteriyor konuşuyoruz. onunla buluşacağız belki. ne kadar çok karakter var? belki o ve kardeşi de gelecek. bu arada onun arkadaşları da katılabilir bize. bize. ben ve onlara. hep beraber oturacağız; mecburen yağdan yakacağız. hiçbirimiz bir şey gösteremeyecek. kendimizden başka gösterebilecek bir şey bulamayacağız. ne kadar sinir bozucu: kendimizden sıkıldığımız kadar başka hiçbir şeyden de sıkılmıyoruz. bir de o yetmezmiş gibi kendimizle onu sıkacağız. ben sıkmak istemiyorum. kendisiyle beni sıkacak. o. mesela ters tarafından kalkmış olacak; sınavı kötü geçmiş ya da defterini falan kaybetmiş? dert mi yok hayatta. sanki ben yatağımdan çıkmak istedim. sanki ben kendimi seviyorum!

ama böyle olmaz ki! tatil günleri ya da işte tatil gibi olan günler geliyor aklıma; eğlenceli güzel zamanlar... iyi günler... şimdi tatillik bir durum yok; günler sıkıcı... hepimiz iyi gün dostu muyuz yoksa? olur mu canım hep beraber sıkılıyoruz. hep beraber eğlenmiyor muyuz? eğlenmiyor muyuz yoksa? en son ne zaman eğlendim; geçen gün gittiğim filmi saymak istemiyorum lütfen! üstelik bir komedi filmiydi... başka çarem yoktu!

kötü olduğunun görülmesini istiyor. ben de istiyorum. nedense? oysa yataktan çıkmak bile zor geliyorken bu kadar angarya bir iş? ah; ben ne aptalmışım; gülüp eğlenmek varken neleri dert edinmişim. benim canımı sıkan da neymiş öyle; lanet olası saçmalıklar değil de ne? ben iyi olduğumun görülmesini istiyorum. iyi olduğunun görülmesini istiyorum... onun da...

şarkı söyleyebiliyorsa bir insan ondan hala iş çıkar demektir.

bir de insanların arkasından hareket çekebiliyorsa... ama tabii görünmeden!

ama ben yatağımdan bile çıkmak istemiyorum...

Gergin Teller

0 y o r u m
Parmakların
Bir karadulun kuru yapraklarda yürümesine özenircesine
Kararlı ve acımasızca
Geziniyor gergin tellerin üzerinde
Yokluyor her birini sıraylla
Bazen uzun tırnakların kaymak istiyor boydan boya
Ama her seferinde
O çığlık kopuyor
Ve saçtığı dehşet dağlıyor akılları
Kör oluyor onu duyan,
Tüm kulaklar...
Parmakların
Takılıyor gergin tellere
Yere yığılıyorsun
Ancak tüm benliğin bir tele dönüşüyor
Gerilip sarsılırken
Kararsızlığın havayı titretiyor
O çok güvendiğin cesaretin
Yerini korkuya bırakıyor
Öyle ki sesin kendi endişende yitip gidiyor
Kızıl mermerdeki yansıman bile
Senden kaçıyor
Gözlerindeki anlam
Gömülüyor derinlere
Ve göğsüme düşen gölgen
Alnımdaki kırışıklara saklanıyor...
Parmakların
Kuru umutlara benziyor
Şanssızlıklar çölünde nehri bulamadan
Hırsının ışığında yanıp gitmiş...
Kavruk bir karanlık
Savaşa giden bir askerin ölüme boyun eğmişliğiyle
Yeni doğmuş bir tanrıçanın hayattan henüz
Bıkmamış gülümsemesini taşıyor,
Zamanın kahrını çalıyor,
Gergin tellerin üzerinde.

Büyüklerin Gözünden

0 y o r u m


Ben evrenin merkezindeki karadeliğim.
Beni bulmaya çabalamayın çünkü ışığınızı bile o kadar kıskanıyorum ki tellerinden tutup bogazıma bağlıyorum,
Kendimi tekrar tekrar boğup,
Yaşayanları bu sonsuz ölümüme ortak etmek için.
Çevremde dönüp duruyor galaksiler.
Ne de çalışkan şeyler onlar,bilmiyorlar mı ki eninde sonunda benim olacaklar?
Hepsinin kalbinde ben varım,
Hepsinin tek arzusu benim,
Arzulamasalar da...ölümü.
Verdiğimi alacağımı bilmiyorlar mı ki?
Aslında hiç vermediğimi,hep benim olduğunu varoluş amaçlarının.
Tek yazgılarının beni beslemek olduğunu,
Ve ancak açlığımı artıracaklarını ben tekrar ölene dek,ve tekrar,ve tekrar,ve tekrar...
Şu yıldızlara ne demeli asıl?
Onlar ki ikinci derecen de olsa bana aitler.
Nasıl da umursamazca parlıyorlar.
Bilmiyorlar mı ki sönmek için yanıyorlar?
Doğurdukları gezegenleri yakmak için ısıtıyorlar.
Görünmez halatlarla bağlamışlar kendilerine,
Uzayın uçurumlarından kayarken ölüme hediye olsun diye mi?
Evren ne kadar küçük...
Ne kadar boş...
Yalnızlığım için bir ölçüt bile yok...
Ancak insanlar bulmuş diyorlar,
Varolamayacak kadar büyük kavramlar.
Sahip olduğum tüm galaksilerden fazlaymış,
Şu sayı dedikleri şey.
Sınırsızmış
Evreni bile aşarmış
Neden peki sonlarının geldiğini göremiyorlar?
Onlardan önce niceleri oldu şu sonsuzlukta,
Hepsi kurtuluşu amaçladı,
İzin vermedim,
Gerektiğinde savurdum bir metal ve taş yığınını üzerlerine,
Gerektiğinde kuruttum yıldızlarını.
Ya bu insanlar...
Ölmek istemiyorum artık,
Ölü doğdum ve ölüyorum,
Öldürüyorum.
Belki de azad etmeliyim onları,
Belki akıllanırlar,
Ve anlarlar yaşamın,
En büyük güç olan benim bile,
Ulaşamayacağım bir rüya olduğunu.
Ve bırakırlar bu küçük inatlarını,
Farkederler ne kadar şanslı olduklarını...

Küçüklerin Gözünden

0 y o r u m
Topuklu ayakkabılar buzu kesip uzaya gönderirken donmuş parçacıkları,
Orada bir yerde minik bir bakteri önünde duran tozu yemeye çalışıyordu...
Bir türlü ulaşamayınca tepesi attı ve küçük çıkıntılarını kullanarak yarı çözülmüş sularda birkaç nanometre ilerideki tepeciğe ilerledi.
Yolculuk onu yormuş, kendine gelmek için ön kısmını ışığa uzatmıştı. Kısa süre sonra içinde yüzdüğü su titreşmeye başladı. Titreşimler giderek artıyor, onu tedirgin edecek şiddete ulaşıyorlardı.
Tam arkasını dönüp yerini değiştirecekti ki, siyah, parlak, hem çok güzel, hem de ürkütücü bir gökdelen gibi yükselen, ince yapının geldiğini gördü. Artık zamanı yoktu, kendini çarpışmaya hazırladı, önünde uzanan buz kütleleri bir bardak sudaki dev dalgalar gibi kıvrılıp -ki bunu ona 378 bölünme öncesindeki bakteri atasının genetik hafızası söylemişti- yükseliyordu.
Parlak cisim üzerine düşen ışığı kesti ve birden bire yavaşlamaya başladı. Ancak momentum o kadar fazlaydı ki, altında çatırdayan buz parçaları basınca dayanamayıp mikroskobik bir patlamayla onu da beraberlerinde 10larca santimetre yükseğe fırlattılar. Bakterimiz neye uğradığını şaşırmıştı, resmen uçuyordu. Havada kısa süreliğine asılı kaldı, ardından yavaşça süzülerek yere iniyordu ki, bulanık bir karaltı görüşünü kapattı. Başına gelenlerin saçma olmaya başladığını düşünmeye başlamıştı.

Başına gelenler gerçekten de saçma -biraz da fazla- oluyordu.

Kendini camdan okyanusun üzerinde yapacak daha iyi bir şeyi yokmuş gibi ve bir o kadar da şevkle dans eden kadının eteğinde buldu. Demek dünya dedikleri buydu, milyonlarca şerit altlı üstlü birbirinden geçirilmiş, neredeyse hiç boşluk kalmamıştı aralarında. Üstünde bulunduğu zemin dalgalanıp bir an parıldıyor, bir an tekrar matlaşıp gölgelere boğuluyordu. Ama onu en çok cezbeden, durmadan değişen gökyüzüydü. Yukarı baktığında gördüğü manzara renkten renge gidip, daha önce şahit olmadığı açılardan kendi başına ulaşması olanaksız olan diyarları sunuyordu ona. Algısının ötesinde şeyler vardı oralarda, atalarının bile hiç bulunmadığı.

Aniden tutunduğu kumaş çılgınca devinimlerine son verdi ve duruldu. Şimdi de bir başka kumaş parçasına sürtünüyordu bu kara ağ. Kırmızı bir tenteyi andırıyordu öteki. Yırtılacakmışcasına gergin, nasıl da bir ısı yayıyordu, kızıl bir çöl yangını gibiydi. Daha önce böylesine bir etkiye maruz kalmamıştı bizimki. Ve siyah da kırmızıya karşılık verdi, ikisi birden ısındılar, sonra aralarından bir esinti geçti. Esintiler olurken az da olsa uzaklaşıyorlardı, ama her ayrılıktan sonra daha da güçlü bir sıcaklık... Bu devinim sürüp gitti, dans hızlandı ve;

Kadının havada uçuşan eteğine sürttü bir an adamın zarafetle kavis çizen eli gökyüzünde. Bu da yeterliydi davetsiz misafirimizin konut değiştirmesi için...

Alev alev yanan, ama bir o kadar da canlılık hissi uyandıran acık pembe bir şey üzerine geldi. Kumaşın derinliklerine kaçma istedi ama beceremeyince el onu alıp kaldırdı havaya. Bir kez daha nefes kesen manzaraya şahit oldu. Devler birbiri çevresinde dönüp, birleşmekteydiler dokunmaksızın bir diğerine. Derinin kıvrımları arasında ilerlerken başka varlıklar gördü kendine benzeyen, bazısı kendi halinde, bazısı sürüler şeklinde tek bir gaye için durmadan çalışıyor. Merak etti neden hiçbiri aşağıda -ve bazen yukarıda- olan bitenle ilgilenmiyor diye. Hâlbuki ne kadar büyüleyiciydi bütün bu hareket. Onu taşıyan el terlemeye başlamıştı, her yandaki kuyulardan sular yükseliyordu, ama bu sefer geldiği yerdeki gibi dondurucu değil, sıcak, hatta yapışkan denebilecek kadar kıvamlı bir su. Sular ona yaklaştıkça yukarı tırmanmaya çalıştı, ancak mümkün müydü ki böyle uzun bir yolculuğu zamanında tamamlamak. Artık düşünmüyordu ne olacağını, belki merak ediyordu o kadar. Zaten enerjisi de tükenmek üzereydi. Kendini saldı son kez devlerin iradesine, kaderini belirlesinler diye.

Adamın eli öncekinden de esnek ve doğaüstü bir kesinlikle bir yay çizdi buzun birkaç santim üzerinde. Ve aynı anda kadın savurdu kendini adamın güçlü gövdesinin üzerinden. El yukarı kalkarken, altında kalmış olan bu mikroskobik şehirler bir bir döküldüler camdan okyanusa, tozdan bulutlara kurulmuş evler gibi düştüler, sonsuzluk gibiydi düşüşleri.

Bakteri uyandığında hala düşüyordu, ve çevresinde diğerleri, bazısı çoktan ölmüştü açlıktan. Her an yaklaşıyordu yüzeye. Ama beklenmedik bir hediyesi olacaktı bu anlam veremediği oyunun ona. Onu yerden alıp göklere taşıyan uzun siyah ve parlak duvar gene üzerine gelmekteydi. Bu sefer ıskalamadı, ve onu bir buz kütlesiyle camdan okyansun sınırlarının ötesine gönderdi.Küçük bir çocuğun yanağına.

Gösteri bittikten sonra devler alkışladılar en çok beğendikleri çifti. Ve küçük çocuk birinin elinden tutup buz pistinin yanındaki kalabalık sokağa çıktı. Yürürken dar yollarda birbirine çarpmadan ilerlemeye çalışan yüzleri inceliyordu.

Bakterimiz bu sokağın evren olması gerektiğine kanaat getirdi. Ve öldü.