(burada başladı, burada da bir önceki bölüm var)
“bulmak istediğiniz şarj aletini ben de bulmak istiyorum…” böyleydi galiba?
“bulmak istediğiniz her ne varsa ben de bulmak istiyorum!”
“…biz de bulmak istiyoruz!”
“aradıklarınızı biz de arıyoruz?”
…saçma…
“aradığınız her ne varsa bulmak istiyoruz!”
…biz manyağız!
“bulmak istediklerinizi bırakın biz arayalım!”
“…ben arayım!”
…bu da saçma… ben yalnız çalışıyorum ama “biz” demeden ciddi olunmuyor sanki?
“ne arıyorsun? bulayım mı?”
ha canım?
“dur! arama! ben arayacam!”
ha ha!
“ne dedin? bana yarım saat ver! istediğini bulacağım!”
“isteyin yeter; biz sizin adınıza arar ve buluruz…”
klişe….
“arayanın bela bulma riskini üzerimize alıyoruz! mevlanız bizden!”
“çok gezen değil çok okuyan bilir! ama biz ararken okuyoruz!”
“sakladınız samanı ve unuttunuz… işte samanınızı bulma zamanı geldi!”
doki, metin yazarı olmalıymışım. bak ne kadar sıkıcı, boktan şeyler uydurabiliyorum!
“arayacak vaktiniz yok ama bulamamanız için de bir neden yok…”
sloganlaşabilecek kadar çarpıcı, işi tamamen anlatacak kadar anlamlı bir şey bulmak da bizim işimiz! pekala, çok yoruldunuz sabahtan beri, neredeyse bir ölüm haberiyle yıkılıyordunuz... ama durun; işte kamuran abla sofrası... nefis mantı ya da ev yemekleri... olmadı mı? peki biraz ilerde adana kebap? hayır... sol tarafta dönerci? işte döner kebabın cezp edici fikri... bu sıcakta o adam orada nasıl duruyor yahu diye sormayın, dalın içeri... bu onun mesleği... bu konuda eğitim almış bir uzman o... tek dileği kestiği dönerin müşteride unutulmaz bir tat bırakacak olması. belki de bu adamdı, hava ısısı mevsim normallerinin üstüne çıkar çıkmaz soluğu sokakta alan aman haber olsun yer doldursun derdindeki televizyon muhabirlerinin “bu sıcakta nasıl duruyorsunuz burada?” sorusuna “valla dışarıda hava otuz beş derece... burada atmış beş... yüz derecede pişiyoruz anlayacağın...” gibi muhteşem bir cevap veren döner ustası... durun! yoksa uzuun uzuuun bakıştığınız hanımefendiyle karşılaştığınız kafeterya değil mi burası? sizi gidi sizi... demek döner değilmiş cezbedici olan... bu saatlerde mi karşılaşmıştınız? tesadüfen girip bişeyler tıkındığınız bir kafeteryayı hayatınızın bir parçasıymış gibi göstermeye utanmıyor musunuz? o da mı her zaman bu kafeteryayı tercih ediyormuş? hadi canım... tesadüflerde büyük indirim yapıyorsunuz... ayağa düşecek, kimseler şaşırmayacak bu gidişle... bir görüşte aşk tarihin romantik sayfaları arasında kaybolacak sayenizde... ama durun! önce yemeğinizi sipariş edin... saçma sapan lavaş ekmeğe hangi hayvanın neresine ait olduğu belli olmayan etle yapılan döner tıkıştırılmış, bozuk mayonezli, sulu ketçaplı, kokmuş turşulu... durun! midenizi bulandırmayın! afiyet olmaz sonra... abartmayın... sağlık bakanlığının gizli ajanları islami ölçülerde kesilmiş mundar olmamış helal etlerden yapılmış bu döneri ısrarla tavsiye ediyor... hem şimdi bacağınızda kedi falan da yok... çekmeceye gömmekle iyi yaptınız onu... geçmiş günler aman aman bu kendine güveni tam adama bulaşmayın... bulaşın bulaşın! bir şey olmaz; şimdi ekstra güçlü minnet karakteri var... ona vız gelir tırıs gider... yanında ne alırsın abi? yanında ayran alırım güzel kardeşim... kaliteli hizmet mutlu tüketici... ah kalbiniz mi sıkışıyor yoksa... ayran için... ayranınız var içmeye tahtera... tahtare... tahtaravalliniz velliniz aman her ne haltsa!
doydun mu abi?
doydum güzel kardeşim; elinize sağlık...
bozuk yok muydu abi?
olsa vermez miyim güzel kardeşim.
yine bekleriz abi... bunu saymayız....
heralde özletmem kendimi... şu cep telefonu çarşısı neredeydi güzel kardeşim? artık biraz ciddiyeti ele alır gibi yapayım diyorum kendi kendime....
burdan çık abi...
çıkacağım... acelen ne?
düz git abi...
sen tanımıyorsun tabii beni... ama sana söz düz gitmeye çalışacağım... reenkarne olmuş paşa dedemle karşılaşma olasılığımdan bahsetmek istemiyorum sana ama böyle bir karşılaşmadan korkuyorum... altı yedi yaşında bir çocuğun bana dedem gibi bakıp, bu ne hal ulan eşşoleşşek demesini kaldıramam; eziliveririm....
ne alakası var abi?
yok bir alakası, illa alakası olacak da rahatlayacaksın di mi... anlamadan edemiyorsunuz....
dinleyecek misin abi?
dinleyeceğim güzel kardeşim... yeter ki sen anlat bana...
düz git ve reenkarne olmuş dedene hiç pas verme... hem sen reenkarnasyona inanıyor musun abi?
hani dinleyecektim? hani anlatacaktın?
tamam abi... özür dilerim... bazen kafam öyle dağılıyor ki... belki de bu yüzden okuyamadım da garson parçası oldum...
hayatın bir parçası olmuşsun işte daha ne! boş ver... ben de okuyamadım... birilerinin dediği gibi, paso resimlerine baktım....
nasıl abi?
özür dilerim kardeşim... bazen kafam öyle dağılıyor ki...
neyse abi... düz git ilk sağa değil ikinci sağa değil üçüncü sağa sap.... oradan da düz git abi, görürsün... tabelaları var....
hadi sana kolay gelsin kardeşim... teşekkür ederim...
sağol abi... yine bekleriz...
biliyorum... biliyorum.... beni bekleyen birilerinin olduğunu bilmek ne kadar güzel...
ilk sağa dönme... orada başın belaya girer... ikinci sağ da neymiş... haaaaaa.... hani tabelalar? ben tabela uzmanıyım... reklamcılıktan da anlarım... küçükken okumayı tabelalardan öğrendim ben. onlarca avukat, yüzlerce doktor, binlerce koka kola tabelası okudum... evet yahu binlerce koka kola... globalleşme cahillik yapıyor demek ki... tüm tabelalar aynılaşırsa nasıl yükselir okuma yazma oranı ya da kelime haznesi? her neyse... ikinci el cep telefonları... işte geldim burdayım ben bu işte uzmanım... ileride şirketleştiğimde her türlü vitrindeki sonu “bulunur” ile biten selobantlanmış kağıtların düzeltilmesi için mücadele edeceğim... taze peynir bulunur da ne demek? taze peynir var demeniz gerekiyor... taze peynir bulma işi şirketimin iş alanına giriyor... tüketiciyi hatalı yönlendirmemek gerek... bulunacak her şeyi biz buluruz! bunu da yazmak gerek... yok gerekmez... hem niye ben şirketleşeceğim; işletmem şirketleşecek... hay aksi...
ericsson ikinci el... evet seni arıyordum... beklemiyordun di mi beni bu saatte...
“meraba...”
“buyur abi...”
“bana bunun şarj aleti lazım... bulsam bulsam burada bulabileceğimi söylediler...”
“zor bulursun be abi... bizde vardı ama sattık...”
“buralarda bulursun dedilerdi bana”
“bakman lazım abi...”
“oldu peki... sağolun... iyi işler...”
hayret hiç espri yapmadı... ne kadar da gevşek karakterli görünüyordu oysa...
durun! işte bir dükkan daha...
her taraf dükkan dolu zaten... kesin benim ihtiyar ya da gelini de gelmiştir buralara....
“meraba...”
“hoş geldiniz...”
“bana bunun şarj aleti lazım... buralarda bulabileceğim söylendi...”
“doğrudur abi... ama araman gerek, bu çok eski bir model...”
“sizde yok anlaşılan...”
“bizde yok...”
“peki... sağ olun... iyi işler...”
birinci değil ikinci değil üçüncü dükkana gir...
“meraba..”
“meraba?”
“ee.. bana bunun şarj aleti lazım...”
“olması gerek... bi dakka bekleyin...”
gelinlik giydirilmiş küçük kız çocukları dans etmeye başladılar sanki. ne güzeeeel... ne kadar da kolaaay.... değil bi dakka bir saat, iki saat beklerim. beklerken bu mutluluk ve huzur verici dansı izlerim. bir de sigara yakarım...
“pardon... dükkanda sigara içmezseniz...”
bıraktım! sigara da neymiş! sen iste şınav çekeyim burada. tamam fazla abartmayım. kesin bi yanlışlık vardır. şimdi bana başka bir model getirir, aa bu değilmiş’le kalırım. adam şaşırmadı, bu model çok eski abi isimli pop şarkıyı bile söylemedi di mi doki... aman be ne dokisi! üff...
“bu galiba...”
galibalarla işimiz yok bizim! bilimsel olalım... hemen bir deney yapalım ve anlayalım. dans eden çocukları alkışlayacak mıyız yoksa cehenneme kadar kovalayacak mıyız bilelim. durun kızlar; bekleyin...
“girdi?”
“girer abi... gayet normal?”
“yani.. ee.. ben pek ümitli değildim de... her neyse... ne kadar bu?”
komplo teorileri:
“satılık değil abi... patronda anısı var... satmıyor...”
“çalışmıyor ki abi...”
“gücünüz yetmez... daha önce ericsson firmasından istediler ama parayı denkleştiremediler...”
“bunu veririz ama telefonunuzu alırız...”
“kırk satır...”
“valla çok eski bir model bu... at bişey anlaşırız...”
hayatım boyunca ben bunu yapamadım. bir önceki yaşamımda yapamadım bir sonraki yaşamımda da yapamayacağım. ben ne bileyim şimdi, ne diyeyim, hem bu eski diyorsun ama yenisi ne kadar bilmiyorum ki! şimdi az söylerim sen bozulursun kızarsın, çok söylerim helal süt emmemişsindir, olabilir, oh girer bana dünyanın parası! dünyanın parası değildir ya... adam at bişeyler diyor. demek ki, formaliteden alışveriş gerçekleşsin, bedava verecek değilim ya gibi bir şey söylüyor. tanımıyor ya beni... tanısa, canın sağ olsun bunun için para mı alacaz senden der olur biter. dört tane çivi almıyorum ki ama ben? gerildim gerildim çok gerildim....
“ben hiç anlamam... yani bu tür şeylerden...”
“beş milyon yeter abi...”
“eyvallah...”
dans edin kızlar! hatta göbek atın! yahu amma da abartmışım ben bu işi. aslında ihtiyarın abartması... pekala kendisi de bulabilirmiş. neyse bana ne! ben buldum... çok da yoruldum doğrusu. özellikle psikolojik olarak. durduk yere kısadalga girdi tekrar hayatıma... gerçi iyi oldu... sersem kediden kurtuldum böylece; kendime güvenimi kazandım. kazanmadım mı kazandım! kazanmamış olsam kedi... bi dakika! durun! kaza sigortanızı yaptırdınız mı?
“bir deneseydik?”
“deneyelim abi... bakma eski ama çalışır... bunlar sağlam aletler... şimdikiler gibi çıtkırıldım değiller...”
“evet...”
“kartı var mı abi içinde?”
“olması gerek?”
“bakalım da bir...”
bak bakalım... var mı var.... şimdi tak, bas düğmeye, evet! hay allah neden böyle sorunsuz gidiyor?
“oldu... çok teşekkür ederim...”
“abi beş milyon....”
“hay allah... çok affedersiniz.. kusura bakmayın... bak şimdi yahu... kafam dalgın da biraz.... aman yanlış anlamayın... buyrun...”
“yok abi estağfurullah... insanlık hali...”
“tekrar teşekkür ederim. hayırlı işler....”
“iyi günler abi... yine bekleriz....”
sizden önce kafeteryaya sözüm var ama hayır, sizin kalbimde çok özel bir yeriniz her zaman olacaktır. koşa koşa gitmek istiyorum büroma. ilk işimde büyük bir başarı sağlamış olmam kutlanmalı! nasıl kutlayacağım? şu telefonun fotoğrafını çektirip asayım duvarıma... işte ilk bulduğumuz... bu son olmayacak! güzel slogan be! telefonun ekranında da telefon numaramız görünür... gazetelerin son sayfasına reklam işte! hatta tam sayfa! hatta ve hata üç gün boyunca tüm büyük gazetelerin son sayfasına... tam sayfa! vay be! bir dolu elemanım olur, tüm ülkede aranıp dururlar... ben de bilgisayar başında iş takibi yaparım. elemanlara taktikler veririm. televizyonlara, ana haber bültenlerine çıkıp başarı öykümü anlatırım. bir telefona şarj aleti bulmamla başladı her şey... bilgi iletişim demektir, iletişim bağlantı... ben bağlantıları biliyorum... işte benim başarı sırrım...
geveze ihtiyarı da aramak gerek bir an önce. bakın ne kadar hızlı buldum telefonunuzu; başka bir şey var mı kaybettiğiniz ya da ele geçirmek istediğiniz? buluvereyim! bu arada tabii ki benim bir mesaj kaygım yok; sizin var mı yoksa? ha ha ha!
yükselebilmek için bazen acımasız olmak gerekir... bu telefonun şarj aleti mi; al sana şarj aleti! aslında acımasızlık falan yok be... sim kartı takınca...
bir dakika? bu alet nasıl çalıştı? kartın çalışmıyor olması gerekmez miydi?
hay allah!
(..devamı burada)
“bulmak istediğiniz şarj aletini ben de bulmak istiyorum…” böyleydi galiba?
“bulmak istediğiniz her ne varsa ben de bulmak istiyorum!”
“…biz de bulmak istiyoruz!”
“aradıklarınızı biz de arıyoruz?”
…saçma…
“aradığınız her ne varsa bulmak istiyoruz!”
…biz manyağız!
“bulmak istediklerinizi bırakın biz arayalım!”
“…ben arayım!”
…bu da saçma… ben yalnız çalışıyorum ama “biz” demeden ciddi olunmuyor sanki?
“ne arıyorsun? bulayım mı?”
ha canım?
“dur! arama! ben arayacam!”
ha ha!
“ne dedin? bana yarım saat ver! istediğini bulacağım!”
“isteyin yeter; biz sizin adınıza arar ve buluruz…”
klişe….
“arayanın bela bulma riskini üzerimize alıyoruz! mevlanız bizden!”
“çok gezen değil çok okuyan bilir! ama biz ararken okuyoruz!”
“sakladınız samanı ve unuttunuz… işte samanınızı bulma zamanı geldi!”
doki, metin yazarı olmalıymışım. bak ne kadar sıkıcı, boktan şeyler uydurabiliyorum!
“arayacak vaktiniz yok ama bulamamanız için de bir neden yok…”
sloganlaşabilecek kadar çarpıcı, işi tamamen anlatacak kadar anlamlı bir şey bulmak da bizim işimiz! pekala, çok yoruldunuz sabahtan beri, neredeyse bir ölüm haberiyle yıkılıyordunuz... ama durun; işte kamuran abla sofrası... nefis mantı ya da ev yemekleri... olmadı mı? peki biraz ilerde adana kebap? hayır... sol tarafta dönerci? işte döner kebabın cezp edici fikri... bu sıcakta o adam orada nasıl duruyor yahu diye sormayın, dalın içeri... bu onun mesleği... bu konuda eğitim almış bir uzman o... tek dileği kestiği dönerin müşteride unutulmaz bir tat bırakacak olması. belki de bu adamdı, hava ısısı mevsim normallerinin üstüne çıkar çıkmaz soluğu sokakta alan aman haber olsun yer doldursun derdindeki televizyon muhabirlerinin “bu sıcakta nasıl duruyorsunuz burada?” sorusuna “valla dışarıda hava otuz beş derece... burada atmış beş... yüz derecede pişiyoruz anlayacağın...” gibi muhteşem bir cevap veren döner ustası... durun! yoksa uzuun uzuuun bakıştığınız hanımefendiyle karşılaştığınız kafeterya değil mi burası? sizi gidi sizi... demek döner değilmiş cezbedici olan... bu saatlerde mi karşılaşmıştınız? tesadüfen girip bişeyler tıkındığınız bir kafeteryayı hayatınızın bir parçasıymış gibi göstermeye utanmıyor musunuz? o da mı her zaman bu kafeteryayı tercih ediyormuş? hadi canım... tesadüflerde büyük indirim yapıyorsunuz... ayağa düşecek, kimseler şaşırmayacak bu gidişle... bir görüşte aşk tarihin romantik sayfaları arasında kaybolacak sayenizde... ama durun! önce yemeğinizi sipariş edin... saçma sapan lavaş ekmeğe hangi hayvanın neresine ait olduğu belli olmayan etle yapılan döner tıkıştırılmış, bozuk mayonezli, sulu ketçaplı, kokmuş turşulu... durun! midenizi bulandırmayın! afiyet olmaz sonra... abartmayın... sağlık bakanlığının gizli ajanları islami ölçülerde kesilmiş mundar olmamış helal etlerden yapılmış bu döneri ısrarla tavsiye ediyor... hem şimdi bacağınızda kedi falan da yok... çekmeceye gömmekle iyi yaptınız onu... geçmiş günler aman aman bu kendine güveni tam adama bulaşmayın... bulaşın bulaşın! bir şey olmaz; şimdi ekstra güçlü minnet karakteri var... ona vız gelir tırıs gider... yanında ne alırsın abi? yanında ayran alırım güzel kardeşim... kaliteli hizmet mutlu tüketici... ah kalbiniz mi sıkışıyor yoksa... ayran için... ayranınız var içmeye tahtera... tahtare... tahtaravalliniz velliniz aman her ne haltsa!
doydun mu abi?
doydum güzel kardeşim; elinize sağlık...
bozuk yok muydu abi?
olsa vermez miyim güzel kardeşim.
yine bekleriz abi... bunu saymayız....
heralde özletmem kendimi... şu cep telefonu çarşısı neredeydi güzel kardeşim? artık biraz ciddiyeti ele alır gibi yapayım diyorum kendi kendime....
burdan çık abi...
çıkacağım... acelen ne?
düz git abi...
sen tanımıyorsun tabii beni... ama sana söz düz gitmeye çalışacağım... reenkarne olmuş paşa dedemle karşılaşma olasılığımdan bahsetmek istemiyorum sana ama böyle bir karşılaşmadan korkuyorum... altı yedi yaşında bir çocuğun bana dedem gibi bakıp, bu ne hal ulan eşşoleşşek demesini kaldıramam; eziliveririm....
ne alakası var abi?
yok bir alakası, illa alakası olacak da rahatlayacaksın di mi... anlamadan edemiyorsunuz....
dinleyecek misin abi?
dinleyeceğim güzel kardeşim... yeter ki sen anlat bana...
düz git ve reenkarne olmuş dedene hiç pas verme... hem sen reenkarnasyona inanıyor musun abi?
hani dinleyecektim? hani anlatacaktın?
tamam abi... özür dilerim... bazen kafam öyle dağılıyor ki... belki de bu yüzden okuyamadım da garson parçası oldum...
hayatın bir parçası olmuşsun işte daha ne! boş ver... ben de okuyamadım... birilerinin dediği gibi, paso resimlerine baktım....
nasıl abi?
özür dilerim kardeşim... bazen kafam öyle dağılıyor ki...
neyse abi... düz git ilk sağa değil ikinci sağa değil üçüncü sağa sap.... oradan da düz git abi, görürsün... tabelaları var....
hadi sana kolay gelsin kardeşim... teşekkür ederim...
sağol abi... yine bekleriz...
biliyorum... biliyorum.... beni bekleyen birilerinin olduğunu bilmek ne kadar güzel...
ilk sağa dönme... orada başın belaya girer... ikinci sağ da neymiş... haaaaaa.... hani tabelalar? ben tabela uzmanıyım... reklamcılıktan da anlarım... küçükken okumayı tabelalardan öğrendim ben. onlarca avukat, yüzlerce doktor, binlerce koka kola tabelası okudum... evet yahu binlerce koka kola... globalleşme cahillik yapıyor demek ki... tüm tabelalar aynılaşırsa nasıl yükselir okuma yazma oranı ya da kelime haznesi? her neyse... ikinci el cep telefonları... işte geldim burdayım ben bu işte uzmanım... ileride şirketleştiğimde her türlü vitrindeki sonu “bulunur” ile biten selobantlanmış kağıtların düzeltilmesi için mücadele edeceğim... taze peynir bulunur da ne demek? taze peynir var demeniz gerekiyor... taze peynir bulma işi şirketimin iş alanına giriyor... tüketiciyi hatalı yönlendirmemek gerek... bulunacak her şeyi biz buluruz! bunu da yazmak gerek... yok gerekmez... hem niye ben şirketleşeceğim; işletmem şirketleşecek... hay aksi...
ericsson ikinci el... evet seni arıyordum... beklemiyordun di mi beni bu saatte...
“meraba...”
“buyur abi...”
“bana bunun şarj aleti lazım... bulsam bulsam burada bulabileceğimi söylediler...”
“zor bulursun be abi... bizde vardı ama sattık...”
“buralarda bulursun dedilerdi bana”
“bakman lazım abi...”
“oldu peki... sağolun... iyi işler...”
hayret hiç espri yapmadı... ne kadar da gevşek karakterli görünüyordu oysa...
durun! işte bir dükkan daha...
her taraf dükkan dolu zaten... kesin benim ihtiyar ya da gelini de gelmiştir buralara....
“meraba...”
“hoş geldiniz...”
“bana bunun şarj aleti lazım... buralarda bulabileceğim söylendi...”
“doğrudur abi... ama araman gerek, bu çok eski bir model...”
“sizde yok anlaşılan...”
“bizde yok...”
“peki... sağ olun... iyi işler...”
birinci değil ikinci değil üçüncü dükkana gir...
“meraba..”
“meraba?”
“ee.. bana bunun şarj aleti lazım...”
“olması gerek... bi dakka bekleyin...”
gelinlik giydirilmiş küçük kız çocukları dans etmeye başladılar sanki. ne güzeeeel... ne kadar da kolaaay.... değil bi dakka bir saat, iki saat beklerim. beklerken bu mutluluk ve huzur verici dansı izlerim. bir de sigara yakarım...
“pardon... dükkanda sigara içmezseniz...”
bıraktım! sigara da neymiş! sen iste şınav çekeyim burada. tamam fazla abartmayım. kesin bi yanlışlık vardır. şimdi bana başka bir model getirir, aa bu değilmiş’le kalırım. adam şaşırmadı, bu model çok eski abi isimli pop şarkıyı bile söylemedi di mi doki... aman be ne dokisi! üff...
“bu galiba...”
galibalarla işimiz yok bizim! bilimsel olalım... hemen bir deney yapalım ve anlayalım. dans eden çocukları alkışlayacak mıyız yoksa cehenneme kadar kovalayacak mıyız bilelim. durun kızlar; bekleyin...
“girdi?”
“girer abi... gayet normal?”
“yani.. ee.. ben pek ümitli değildim de... her neyse... ne kadar bu?”
komplo teorileri:
“satılık değil abi... patronda anısı var... satmıyor...”
“çalışmıyor ki abi...”
“gücünüz yetmez... daha önce ericsson firmasından istediler ama parayı denkleştiremediler...”
“bunu veririz ama telefonunuzu alırız...”
“kırk satır...”
“valla çok eski bir model bu... at bişey anlaşırız...”
hayatım boyunca ben bunu yapamadım. bir önceki yaşamımda yapamadım bir sonraki yaşamımda da yapamayacağım. ben ne bileyim şimdi, ne diyeyim, hem bu eski diyorsun ama yenisi ne kadar bilmiyorum ki! şimdi az söylerim sen bozulursun kızarsın, çok söylerim helal süt emmemişsindir, olabilir, oh girer bana dünyanın parası! dünyanın parası değildir ya... adam at bişeyler diyor. demek ki, formaliteden alışveriş gerçekleşsin, bedava verecek değilim ya gibi bir şey söylüyor. tanımıyor ya beni... tanısa, canın sağ olsun bunun için para mı alacaz senden der olur biter. dört tane çivi almıyorum ki ama ben? gerildim gerildim çok gerildim....
“ben hiç anlamam... yani bu tür şeylerden...”
“beş milyon yeter abi...”
“eyvallah...”
dans edin kızlar! hatta göbek atın! yahu amma da abartmışım ben bu işi. aslında ihtiyarın abartması... pekala kendisi de bulabilirmiş. neyse bana ne! ben buldum... çok da yoruldum doğrusu. özellikle psikolojik olarak. durduk yere kısadalga girdi tekrar hayatıma... gerçi iyi oldu... sersem kediden kurtuldum böylece; kendime güvenimi kazandım. kazanmadım mı kazandım! kazanmamış olsam kedi... bi dakika! durun! kaza sigortanızı yaptırdınız mı?
“bir deneseydik?”
“deneyelim abi... bakma eski ama çalışır... bunlar sağlam aletler... şimdikiler gibi çıtkırıldım değiller...”
“evet...”
“kartı var mı abi içinde?”
“olması gerek?”
“bakalım da bir...”
bak bakalım... var mı var.... şimdi tak, bas düğmeye, evet! hay allah neden böyle sorunsuz gidiyor?
“oldu... çok teşekkür ederim...”
“abi beş milyon....”
“hay allah... çok affedersiniz.. kusura bakmayın... bak şimdi yahu... kafam dalgın da biraz.... aman yanlış anlamayın... buyrun...”
“yok abi estağfurullah... insanlık hali...”
“tekrar teşekkür ederim. hayırlı işler....”
“iyi günler abi... yine bekleriz....”
sizden önce kafeteryaya sözüm var ama hayır, sizin kalbimde çok özel bir yeriniz her zaman olacaktır. koşa koşa gitmek istiyorum büroma. ilk işimde büyük bir başarı sağlamış olmam kutlanmalı! nasıl kutlayacağım? şu telefonun fotoğrafını çektirip asayım duvarıma... işte ilk bulduğumuz... bu son olmayacak! güzel slogan be! telefonun ekranında da telefon numaramız görünür... gazetelerin son sayfasına reklam işte! hatta tam sayfa! hatta ve hata üç gün boyunca tüm büyük gazetelerin son sayfasına... tam sayfa! vay be! bir dolu elemanım olur, tüm ülkede aranıp dururlar... ben de bilgisayar başında iş takibi yaparım. elemanlara taktikler veririm. televizyonlara, ana haber bültenlerine çıkıp başarı öykümü anlatırım. bir telefona şarj aleti bulmamla başladı her şey... bilgi iletişim demektir, iletişim bağlantı... ben bağlantıları biliyorum... işte benim başarı sırrım...
geveze ihtiyarı da aramak gerek bir an önce. bakın ne kadar hızlı buldum telefonunuzu; başka bir şey var mı kaybettiğiniz ya da ele geçirmek istediğiniz? buluvereyim! bu arada tabii ki benim bir mesaj kaygım yok; sizin var mı yoksa? ha ha ha!
yükselebilmek için bazen acımasız olmak gerekir... bu telefonun şarj aleti mi; al sana şarj aleti! aslında acımasızlık falan yok be... sim kartı takınca...
bir dakika? bu alet nasıl çalıştı? kartın çalışmıyor olması gerekmez miydi?
hay allah!
(..devamı burada)