Canımı Yakar Mıydınız?

0 y o r u m
Siz ve sizler
İnsanları bakire fahişelere döndürdünüz
Kendilerini unuttular
Ve hayatlarının ellerinden alındğını farketmediler
Dar bir sokakta gök gürlerken,şekeri elinden alınmış çocuklar kadar
Masum bakan bu insanlar...
Hayatlarını aldınız
Onlara sahte manzaralar verdiniz
Sahte kimlikler verdiniz
Plastikten hayaller ve,
Timsah derisinden çantalar...
Değerlerini yargıladınız
Suçlu buldunuz hepsini
Tek kişilik mahkemenizde
Müebbete çarptırdınız
Değerlerine el koydunuz
Dokunamadılar bile
Doğal olarak onların olana...
Aşırı doz verdiniz
Bu sentetik gerçekliğinizden
Bağımlı oldular,vazgeçemediler,kıvrandılar
Bazısı ölümü göze aldı,ve ölecekken gözleri açıldı
Çoğuysa,korkaktı zaten yedikleri dayaklardan
Sinmişlerdi kesik kulaklı bir köpek gibi
Doğdukları evin yıkıntılarında bir köşeye
Kementler fırlattınız hür düşüncelerine
Tasmaladınız ağlamaktan kızarmış görüşlerini
Zincirlediniz yaralı bedenlerini...
Paylaşamadınız
Size kimse öğretmediğinden belki
Çok kurnazdınız
Savaşlarda yetiştiğinizden belki
Hükmetmek çok tatlı geldi,
Hükümetlerinizin altın semerinde keyif çatarken
Tepeden bakarken ve gizliden gülümserken
Kan dökmek çok mantıklı geldi
Kalbiniz değil ama,kafanız çalıştığından belki...
Temel eğitim gereği,
Sorgulanması yasak,evrensel ahlak gereği,
Çehresi tabu,çıplak çirkinlikler gereği,
Nefret aşıladınız çocuklara
Büyüdüklerindeyse,
Mahkum ettiniz bir başka saçmalığa,
Paraya,
Mahkum ettiniz seçimler yapmaya,
Sadece kötü ve kötü arasından ama...
Arzuluydunuz,
Sevgileri kurutmaya,
Yürekleri yakmaya,
Akılları yıkamaya,
Siz,
Çok arzuluydunuz,
Bir ömrü daha yakmaya,
Bir sigara daha yakmaya...

Bir sigara yakar mıydınız?
Canımı yakar mıydınız?

İstedikleri Bir Şey

0 y o r u m
Düzgün insan ilişkileri kurmaya gayret ediyorum.
Soguk ve mesafeli olmayı denedim,
'Çok uzaktasın,sana gelemeyiz' dediler.
Sıcakkanlı ve yardımsever olmayı denedim,bolca da bağışlayıcı,
'Bana fazla iyi davranıyorsun,seni bozmak istemem' dediler.
İkisinin üçünün beşinin ortasını buldum,rol yaptım,güldüm,somurttum,ne gerkiyorsa,bütün kartları doğru oynadım,arkasından dünyaya baktıkları küçük delikten geçmeyecek şeyleri ittirmedim zorla...
Nedir yani?
Ne var?
Trajedi yaratanlar,kafayı benimle bozanlar,benimle tamir etmeye çalışanlar,önce bana sonra benden kaçanlar...
Üzgünüm ama çok salaklar.
S-a-l-a-k...
Herzaman bir şeyler istiyorlar.
Ne olduğunu kendileri de bilmiyorlar.
Bana da sormuyorlar,
Halbuki onların adına düşünmemi çok severler.
Bilemiyorum ki ben de,
Acaba soru soracak cesaretleri mi yok,
Yoksa yanıtları hazmedecek mideleri mi...
Küçük ağızlarından öyle bir tükürük fışkırıyor ki,
Yüzüme gözüme bulaşıyor.
Kafamın içinde ikinci bir burnum var,
Bana şöyle diyor;
    hepsi bok kokuyor,diğer zihinler bok kokuyor,boklarındaki akıl kafalarındakiyle yarışıyor...

-Beden...
-Efendim kafa?
-Ne yapacağız?Yalnız mı kalmak istiyorsun,arzularını yaşamak mı?
-Sen söyle.
-Yalnız kalmak istiyorsun...
-Evet.
-Ama çok yaklaşmıştık huzura.
-Birbirimizden uzaklaşmıştık.
-Buraya gel...Sarıl bana,onların hakettiklerinden fazlasını verdin.Özledim seni.
-Ben de seni.O zaman sarıl bana,bu omurga samanyolu gibi aksın karanlık gecelerde.Okyanus yüzeyinde titrek yansımasını izlediğin,yalnız gecelerde.Eriyip de gitmediğin,yanan gecelerde...

YAMUK YUMUK DÖNGÜ

0 y o r u m
- Gülen bir maskeniz var mı?
- Gülen yüzlü bir maskemiz yok efendim ...
- Gülen maske yok mu?
- Yok ... sadece korkmuş ve şaşırmış maskelerimiz var ...
- nasıl olmaz ki ... gülen maske ...
- isterseniz size ...

Dinlemeden dışarı çıktı ... alternatif bir şeyler sunacaktı heralde ...

Ayaklarını sürüyerek ofise gitti ... önce ofisin tuvaletine osurmadan işedi ... odasına döndü ... bir kağıda özensiz ve rastgele harflerle, kocaman "İSTİFA EDİYORUM!" diye yazdı ve müdürünün masasına bıraktı ... bırakması oldukça gürültülü olmuştu.

Döndü ve pardösüsünü almadan vurup kapıyı çıktı ...

"Sen ..." diye bağırıldığını işitmişti arkasından.Muhtemelen hakaretlerle uzayıp gidecekti kelimeler ... heralde?

Sonraki haftalarda pardösüsünü geri alabilmek için epey kafa patlatacaktı.

hepsi bu.

Fadır,San End Dı Holi Tost

5 y o r u m
İnsanlar daha homo erectus hâlindelerken,
Bu gezegende kayda değer 3 şey varmış;
Bir baba,
Ama baba ki ne baba,7 denizlerde görev yapmış bu baba,
Eeee...ama küçük bir ayrıntısı var,fazla derinlere gitmemiş,
İskelelerde takılırmış daha çok...
Bir oğul,
Bu oğul da o zamanlar çok revaşta olan afyon bağımlısıymış,
Ayrıyeten efendime söyleyeyim,'ters işler' yaparmış,
Bir de çok ama çok matah bi bok daha var imiş,
Tost!
Tost diyip geçemeyiz ancak,
Vaktinde sadece 1 adet varmış,
O da bu bizim baba'nın 'marifetiymiş',
Daha küçük bir çocukken küvet niyetine kullandıkları bir gölün içine yapıp kaçmışmış...
Oğul,bir zahmet eline koluna ve uçkuruna sahip çıkabildiği bir gün,bahsi geçen gölün dibine dalmış,
Bir de ne görsün,holi tost!
Öyle bir sevinç yaşamış ki,gözlaşlarına hakim olamamış,
Tostu yiyivermiş suyun içinde,
Babası da bunu görünce çok sinirlenmiş,
'Elalemin ***ini yiyorsun hadi anladık,benim tostumu yeme bari!' diye bağırmış,
O da,'bokluk yoksa tokluk yok' gibi bir laf etmiş...
Birkaç milyon yıl sonra da biz olmuşuz zaten,
Rivayete göre hepimizde şu 'tost'un bir kısmı var...
(Çünkü oğul,baba'dan gizlice,homo erectuslarla seksek oynamış.)

Toplum Seni Seviyor

0 y o r u m
Beni kim sevmiyor ki zaten ?
Tanrı beni çok seviyor
Öğretmenlerim beni çok seviyor
Devletim beni çok seviyor
Arkadaşım beni çok seviyor 
Milletim beni çok seviyor
Sülalem beni çok seviyor
Toplum beni çok seviyor
Sevmekten ölüp bitiyorlar hepsi!
Daha ne yaparız da severiz diye debeleniyorlar
Kendilerini tekmeliyorlar
Kucak açıyorlar bana
Anlamaya çalışıyorlar
Fedakarlık ediyorlar
Affediyorlar
İnsan daha ne isteyebilir ki?
O kadar şanslıyız ki,
Böylesine uyumlu bir düzenin içinde dünyaya gelebilidik!
Ne büyük bir nimettir bu,
Nazar değmesin İNŞALLAH!
Markalar beni çok seviyor
Yüzüm hep gülsün diye ne varsa üretiyorlar benim için
Bankalar beni çok seviyor
Paraya sıkışmayayım diye büyülü kartlar yapıyor!
İnsan daha ne isteyebilir ki?
Sevile sevile sevgi tomurcuğundan,
Sevgi ormanına döndüm,
Gelen,geçen,geçemeyen
Allah'in her hayvanı,
Üzümlerimi yiyor,
Oramda buramda geceyi geçiriyor,
Kemirip de beğenmiyor,
İçime sıçıp gidiyor,
Hayat ne güzel değil mi?
İnsan daha ne isteyebilir ki?

-hııhıhıhıhıhı...yAvrrum.(böyle ağız yamulturcasına,yYAawRoummm >.< )
(bir de bıyık altından olacak,p€zεvεnκ gibün...)

Kan Pası

0 y o r u m
Geceye uyandım.Kilometrelerdir yürüyordum,yanımda bisikletim vardı,ama nedense ona binmiyordum.Paslı tekerlekleri yanık toprağın üzerinde dönerken metalin tiz sesi kulaklarımı tırmalıyordu.İnsanlar gördüm,hayir,silüetler...Uzun boylu,ince,ama sanki içleri boştu.Neden hiçbiri yüzünğ bana dönmüyordu?Sadece ben bakmazken,hissediyordum benim için bir bilmece olan gözlerini sırtımda.Başımı çevirdiğimde gene yoktu,gene yoktular...Sarımtırak gökyüzünün altında,teller vardı çevremde.Kömürleşmiş,kanlı teller,gelişigüzel dağılmış.Cesaretimi topladım ve beli bükük,bir kadını andıran figüre yöneldim.Omzunun yanından uzattım başımı,bana bakmadı,sadece kanca burnunun ucunu görebildim.Merak ve biraz da bilinmeyenin verdiği korku ile çekip gidecekken,kaşımda gördüm onlardan birini.O kadar şiddetli bir bakıştı ki...Kaskatı kesildim,bir anda her yönümden atıldı üstüme dikkatleri,gözleri kapkara,ama canice ışıklar saçıyordu.Ağızları ardına kadar açılmış,kirli dişleri gözüküyordu.Keskindiler,uzun...Arkamı döndüm kaçmak için,ama nafile,soğuk nefeslerini yüzümde hissettim gene ve gene ve gene.Çığlıklar içinde koştum,uzaklaşınca biraz bisikletime bindim.Neden yanımda taşıdığını hatırladım sonra,yerlerde iskeletler doluydu,mermiler,kötü kokan yanmış şeyler,ve en sinir bozucu olanı,şu lanet dikenli teller...Durdum,güvende olduğumu düşüğümden miydi?Hayır.Gökyüzü kızıldı bu sefer de,yıkık dökük gökdelenler önümde dizilmişti,aramızda da nasıl oluştuğunu tahmin etmekten bile kaçındığım bir yarık...Küçüldüm sanırım,ya da onlar mı büyümüştü...

(bir zamanlar gördüğüm zincirleme rüyalardan birinin aynen aktarımıdır.)

Geç Mi Kalmışın?

0 y o r u m
Uyanmışın,
Yorgunmuşun,
Çıkamamışsın yatağından,
Kirli çarşafların altından.
Sıcakmış,
Sence güvenliymiş,
Rahatmış,
Hiç senin olmayacak bir annenin kucağı gibiymiş.
Ziller çalmamış,
Kimse arayıp sormamış,
Halbuki bekleyenler varmış,
Bölük pörçük bir akşamdan kalmış.
Odanın tavanında dolaşan,
Böcekler varmış,
Antenleri manzarana yapışan,
Gözlerini kapatmışın,
Kendine uyur taklidi yapmışın,
Hayaletler tarafından kovalanmışın,
Açık tenli bir omuzu yalamışın,
Bir yerlere,
Birilerine,
Geç mi kalmışın?

Çok Hızlıydı

0 y o r u m

Çok hızlıydı rüyaları,
Gece çabucak bitiyordu,
Serinliğinde şifa bulamadan daha,
Gündüzün okları canını çok yakıyordu,
Yeşil ve mavi alevleri,
Gözünün içine bakıyordu,
Gergin iplerinde beklerken,
Kendilerini soluyordu.
Çok hızlıydı mekanlar,
Yetişememişti bir kez olsun,
Çevresinden akıp giden dünyaya,
Yakalayamamıştı bir kez olsun,
İçe dönük bakışlarıyla,
Kaçırmıştı tüm renkleri ve şekilleri,
Buharlaşmış vizyonunda.
Çok hızlıydı yerçekimi,
Ayakta durmak imkansızdı,
Bir hayaldi bu sisten kurtulmak,
İçinde boğulduğu,emeklerken,
Her an yıllanan ve tutmayan dizlerinden,
Zor oluyordu yere bu kadar yakınken,
Kaçmak,son kadar yakında gömülü mayınlardan.
Çok hızlıydı delilik,
Aydınlık ve karanlık karışmıştı,
Alacakaranlıktan başka sevgilisi kalmamıştı,
Bilmeyi unutmuştu,
Özlemeyi unutmuştu,
Öğrenmeyi unutmuştu,
Unutmayı unutmuştu,
Zihni her ileri atıldığında,
Kendi kuyruğunu ısırıyordu,
Pulları dökülürken,
Kendisine dolanıyordu,
Takılıp düşüyordu,
Zaten düşkün değilmiş gibi,
Kendini kandırıyordu..............................................................................................

Işıkları açın!
Görmek istiyorum,
Kırmızıyı,
Görmek istiyorum,
Laciverti,
Görmek istiyorum,
Eflatunu...
Işıkları açın!
Kör gözlerimle,
Duymak istiyorum,
Gizlenen hisleri...
Ölmek istiyorum,
Yaşamak için tekrar,
Ve tekrar!

Vacio

0 y o r u m
Titretişimi hisset!
Altında dalgalanan kumu seyret,
Söz geçirilemez bir boğa gibi
Hoplayıp zıplamasını seyret,
Kızgın bir serabı tekmeler gibi
Yerden yükselen kayalara bak,gel,beni takip et
Görüyor musun karalıklarında yansımanı,
Hatırlıyor musun boşluktaki yalnızlığını?
Çıplaklığını ve tutsaklığını,
Senin için inşa edilmiş bir evrendi,
İnanmaya devam etmense onu besleyendi...

Bana bak şimdi, ama gözlerini sakın açma,
Korkabilirsin kesiklerimden.
Hiçbir şeyi bedelsiz sanma,
Kaçarken sözde özgürlüğünden...

Batıyoruz işte,
Rüzgar derinlerden eser burada.
Dökülüyoruz,zamanın iki parçacığı gibi,
Altın renkli çölümüz akarken sonsuza,
Bir kumsaatinde gibi.
Obsidyan taşlar ufalanırken,
Baştan birleşiyorlar çok daha berrakça,
Yaralarım kapanırken,
Kaynıyorlar tertemiz ve safça.

(Vacio[es.] vakum demektir.)

şarkı daha başlamamış bile!

1 y o r u m
ben küçükken, ama daha bir çocukken, yani tam bir üstinsanken, şöyle bir olay olmuştu: ben acıkmıştım ve annem halimi görür görmez, derhal bir dilim ekmeğin üzerine reçel sürmüştü. ben o bir dilim ekmeği yedikten sonra, bir dilim daha istemiştim. annem, peki çocuğum deyip bir dilim reçelli ekmek daha hazırlamıştı. ben onu da yemiş, bir dilim daha istemiştim. annem gülümseyerek...

...başımı okşamıştı ki başımın okşanmasından nefret ederim! hele bir de nefret ettiğim biri başıma dokunmuşsa, sinirimden titrerim! ne yani sana öyle olmaz mı? her neyse, sadece onun çocukluğuna gittim, üç yaşına... tuvaletteydi, sanırım sıçıyordu. dan diye içeri girdim, deli gibi gülerek işaret parmağımla onu gösterdim. ne bok yiyeceğini bilemedi. gözlerimden yaşlar gelene kadar güldüm! şimdi hayatta hiç huzur yoksa, bunun tek nedeni vardı...

...başımı okşayarak, neşeyle, bir dilim reçelli ekmek daha hazırlamıştı. afiyetle yedikten sonra, ellerine sağlık anneciğim, demiştim ve onun ellerinden öpmüştüm. sonra o benim yanağımdan öpmüş, allahrahatlıkversinevladım deyip yorganımı üzerime örtmüştü. o gece bir güzel uyumuşum... ertesi sabah erkenden...

...daha sikimin kara kargaları boklarını yememişken kapı çaldı. içimden cehennemin tüm köpeklerinin isimlerini saydım ancak o piç pes etmedi, inatla bekledi kapının önünde, zile basarak! azrail misin ulan! belli ki ilgilenmiyorum her ne boksan seninle! belki ben bir masala düşmüşüm, gece başımı yastığa gömmüşüm, sabah ilk iş olarak...

...uyanıp ölmüşüm.

şiir

0 y o r u m
benim yüreğim hastadır hasta..
hani bana getirdiğin pasta?
pastayı yedin mi yoksa?!
yememeliydin oysa..


p.s. bir de "bilmukabele" şiirim vardı, aynı akşam yazdığım.. "almaz mıydınız bir mukavele?" diye başlayan.. çok uzundu; unuttum..

Zihin Bulantısı

0 y o r u m
Böyle bir şey olmalı...

Ağzından Çıkanı Kulağın Duysun

0 y o r u m
Dilini bir çatala sardın
İyice gerilip de kanayana kadar
Ve parlak metalin üzerinde akışlarını izledin
Küt parmaklarına bulaşırken al al
Kendine acı çektirmenin neresi güzel?
Aslında acını çeken benken...
Birden çektin geriye
Dilin çözüldü ve yığıldı önüme
Kapana kısılmış bir hayvan gibi titredi
Aşırı dozdan kıvranan bir insan gibi inledi
Üstüme saçıldı tüm ironileri
Ve hiç bitmetmeyen şikayetleri
Bunda hiçbit yön yoktu komik
Ne de en azından muzdarip
Benliğim burkulurken 
Pek de dik duramadım karşında
Çöküp ağlarken
Pek de sırıtamadım aslında

önce rakamlar vardı

0 y o r u m
[kelimeleri tersten okuyan adam ile ömrünü sayılara veren adam. kim bilir kaç yaşında başlamıştı saymaya? şimdi kaç yaşındaydı acaba? işte tüm yaptığı: "bir milyon altıyüz kırk beş bin sekizyüz yirmi yedi, bir milyon altıyüz kırk beş bin sekizyüz yirmi sekiz, bir milyon altıyüz kırk beş bin sekizyüz yirmi dokuz..."

kelimeleri tersten okuyan adam sadece onun sayılarıyla ilgileniyordu: "rib noylim ıtlazüy krıkşeb nib zikeszüy imriy idey, rib noylim ıtlazüy krıkşeb nib zikeszüy imriy zikes, rib noylim ıtlazüy krıkşeb nib zikeszüy imriy zukod..."

ikisinin karşısında yedi kardeş vardı. bu yedi kardeş, ağızlarını ayırmış, kelimeleri tersten söyleyen adamın ne dediğini anlamaya çalışıyorlardı. sayı sayan adam ile pek ilgilendikleri yoktu yani. ama, ne var ki, ancak... hiç bir şey anlamıyorlardı! işte bu nedenle sürekli kavga ediyorlardı:
"ben anlıyorum, şu anda ne yapmamız gerektiğini söylüyor!"
"hayır asıl ben anlıyorum, şu anda, aksine, ne yapmamamız gerektiğini söylüyor!"
"ikiniz de anlamıyorsunuz!' o sadece iyilikten bahsediyor!"
böyle sürüp gidiyordu kavgaları...]

bir de biz vardık. ben ve o. akıllı geçiniyorduk ya da akıllı geçinmek zorundaydık. ama ben daha akıllıydım, şüphesiz, çünkü o, kendisinin benden daha akıllı olduğunu zannediyordu ve bana, kendisinin daha akıllı olduğunu çünkü kendimi ondan daha akıllı sandığımı söylüyordu. işte o böyle dedikçe, kendimi ondan daha akıllı hissediyordum ve hepsinin ötesinde ben ondan çok daha akıllıydım çünkü onun kadar konuşmuyordum!

yine de, şunu itiraf etmeliyim: benden sonra en akıllı olan oydu.

bitmek üzere olan sigaramın ateşiyle, yeni sigaramı yakmaya çalışırken, yine tutamadı çenesini ve konuşmaya başladı:
"bir iki güne kalmaz iki milyona gelecek..."
sigaranın izmaritini, diğer izmaritlerin yanına attım. yeni yaktığım sigaradan derin bir nefes aldım ve ona cevap verecekmiş gibi ağzımı açtım. sonra da, söyleyeceğim şeyi söylemekten vaz geçmiş gibi kapadım ağzımı. gözlerimi kapadım, sanki bir şey düşünüyormuş gibi. utanmaz, devam etti:
"biraz önce hesapladım, iki milyon dokuz yüz yetmiş altı bin altı yüz kırk beşe geldiğinde, tam o an yani, ben otuz iki yaşına basmış olacağım. matematik hesaplarında yetenekli olmak çok önemli biliyor musun!"
bana soru sormuyordu, bunu bir soru olarak algılamak istemiyordum ya da. ne diye onaylayacağım ki böylesi bir şeyi? karşı çıkmak da saçmaydı. bunları düşünürken hafifçe öksürdüm, sanki boğazımı temizler gibi. ama o bu davranışımı bir onaylama (ya da onaylamama) sandı ve konuşmaya devam etti:
"seni severim, bilirsin, ama o yedi kardeş için çok üzülüyorum. sürekli kavga ediyorlar! onlara, o adamın tersten konuştuğunu, tersten okunan kelimelerin bir anlamının olamayacağını, tersten okunan kelimeleri ters çevirirlerse işte o zaman gerçeği göreceklerini ve bir boka yaramaz şeyler için ömürlerini harcadıklarını o anda acıyla anlayacaklarını ama illa ki sayıları dinlemek isterlerse de, en iyisi doğrudan sayı sayan adamı dinlemeleri gerektiğini anlatmaya çalışıyorum ama beni hiç bir zaman dinlemiyorlar!"
işte, benim daha akıllı olduğum bir kere daha ispatlanıyor! onu dinlemiyor değiller, onu da dinliyorlar ama onun dediklerinden hiç bir şey anlamıyorlar çünkü kendilerinin haricinde konuşmasına alıştıkları tek insan kelimeleri tersten söyleyen adam! onların kendisini dinlemesini istiyorsa, kelimelerini tersten söylemeli, yedi kardeşin alıştığı şekilde yani... ancak, bütün bunları ona anlatmam yararsızdı çünkü kendini o kadar akıllı sanıyordu ki, dediklerimi ciddiye almayacaktı. ben de bir sigara yaktım. sanırım sözlerini endişe verici bulduğum için sigara yaktığımı düşündü ve konuşmaya devam etti:
"bak, kendini benden daha akıllı sandığını biliyorum. işte sırf böyle düşünmen bile beni senden daha akıllı yapıyor! o yüzden, çözüm önerimi gerçekleştirmekte bana yardımcı olmalısın. bu iki bok kafalı herif yüzünden hayat pek keyifsiz! onları durdurmak gerek! sayı sayan adamı durdurmak olanaksız çünkü hem çok iri hem de çok sert bakışlı... ama ters adam o kadar da devrilmez görünmüyor. tamam benim kadar olmasa da, sen de akıllısın, hatta benden sonra en akıllı olan sensin ama o yedi kardeşe de ihtiyacımız var! yani, hem, yazık onlara... işte, diyorum ki, ikimiz bir olup, o ters adamı bir güzel hırpalayalım, ağzını bağlayalım ve gerekirse uzaklara kovalım. sayı adama dokunmayız, o çok kocaman ve işte, sert bakışlı, dediğim gibi... hem, bir de, bahsettim ya, otuz iki yaşıma gelmeden ona bir şey olsun istemiyorum. o kadar hesap yaptım, o anı uzun zamandır bekliyorum. zaten amaç yedi kardeşi kazanmak, değil mi?"
yine soru sormuyordu. ya da ben öyle algılamak istiyordum. bununla beraber bir öneride bulunduğu kesindi ve benim bir karar vermem gerekiyordu. sigaramdan derin bir nefes çektim ve yedi kardeşe ve iki aptala doğru baktım. ne anladı bilmiyorum:
"evet haklısın, daha zamanı değil... şimdi, hemen saldırırsak ters adam canımızı yakabilir. o halde planlar yapalım, zaman kazanalım..."
sigaramı söndürdüm ve gözlerimi kapadım. derin bir uykuya dalmadan önce, hayal meyal hatırladığım bin dokuz yüz doksan altıyı düşündüm.