her şey bir hastalıkla başladı. önceleri hafif bir nezle gibi görünen bu hastalık, önce bedenimi halsiz düşürdü sonra da beynimi. son vuruşu ise ruhuma oldu. artık insan değildim, evet. günlerdir kimseyle konuşmamıştım. ofiste iş arkadaşlarımla yaptığım bir kaç konuşma dışında, bana ait benliğime dair bana dair tek bir cümle çıkmamıştı ağzımdan. zaten artık bir benlik de yoktu. içi boş bir yaratık, yalnız ve sonsuz bir varoluş vardı sadece. başı ve sonu olmayan, hissizlikler sinsilesi. oturduğum yerde düşünmeye devam ediyordum ama bu düşünceler de birbiriyle bağlantılı, anlamlı bir sonuca ulaşan düşünceler değildi. sadece orada duruyor ve beni yoruyorlardı. ellerimi, ayaklarımı hareket ettirebiliyor, gözlerimi kırpıyor, dışarıdan hiç göze batmayan bir profil sergileyebiliyordum. beni gören evinde sakin bir şekilde oturmuş, puantiyeli pijaması ve çıplak ayaklarıyla kendi halinde masum biri zannedebilirdi. ne de olsa içimizde olan biten dışa yansımıyordu asla, en azından tam olarak. biraz dikkatli baksalar en fazla diyecekleri "biraz solgun", "düşünceli" veya "keyifsiz" gibi hiç bir etki yaratmayacak basit tanımlamalar olurdu. basit bir insandım elbette, bunun bana faydası olduğuna, hayatın ve evrenin böyle daha güzel ve yaşamaya daha değer olduğuna inanarak büyümüştüm. şimdi ise bunun tersini bile düşünmüyor, sadece hiç ama hiç umursamıyordum. hayat iyimserlik ve sevgiyle ele alınamayacak kadar kaprisli, bencil hatta katil ruhluydu. varolmamın bir sebebi olmalıydı yine de. madem kendi irademle gelmediğim bu hayattan zevk almayı unutmuş, iyiliği parça parça kendimden söküp atmıştım istemeden, o halde bunun karşılığında bana borcu vardı yaşamın. yaşamam gereken daha milyonlarca saniye, dakika ve saat vardı belki de. bu sıkıntıya katlanacak durumda değildim. harekete geçmeliydim.
ama yapacak bir şey yoktu amına koyayım!