“bazı zamanlar, canım çok sıkıldığında, çevremdeki insanları bilimkurgu filmlerinin ürkütücü kahramanlarına çeviririm. sadece insanları da değil. diyelim ki bir işaret levhası var önümde; bu işaret levhasının yavaştan sallanmaya başladığını, gittikçe hızlanarak sağa sola eğildiğini hayal ederim. bu arada alevler içinde bir sokak köpeği salına salına geçiyordur hemen yanımdan. ilerideki apartmanın pencerelerinden eşyalar fırlıyordur, falan filan... can sıkıntısı işte...
“bir yerde bulunmam şart ise ve bulunduğum bu yerde sıkıntı içindeysem, bir şeylerle uğraşmaya başlarım. orada birisi, eğer aktif ise, yani ne bileyim, konuşup duruyorsa mesela, onun konuşma tarzına, el kol hareketlerine yoğunlaşır; veri toplarım... bu veriler de o insan hakkında bir fikir geliştirmeme, bazı yargılar oluşturmama yarar. o kişi itici bir insansa başka bir iş bulurum kendime . duran maddeleri hareket ettirmeye çalışırım örneğin... kaçamak bir konsantrasyonla, çünkü böyle bir bok yemeye çalıştığımın bilinmesini istemem, duvar dibinde duran çöp kutusunu hareket ettirmeye çalışırım. olacak bir iş değil! bir yandan da bunu düşünürüm. sonra sırf böyle bir düşüncem, inancım olduğu için yapamadığıma karar verir ve sıkılırım. aslında insanın birden bire havalanıvermesi diğer insanları çok şaşırtır. ama bunu yapmaya çalışmam. bir çöp kutusunu havalandırabilen insan bu işi kendisinin yaptığını belli etmeyebilir. diğerleri gibi çöp kutusunun havalanıvermesi karşısında şaşıranlardan biridir, dikkat çekmez. ama kendisi havalanıyorsa tüm gözler ona çevrilecektir ve ne kadar uğraşırsa uğraşsın, kendisinin bu havalanma dalgasıyla bir ilgisinin bulunmadığını ispatlayamayacaktır. çok can sıkıcı..."
2.
elektrik kesilir, karanlıkta kalırlar. biri el yordamıyla çakmağı bulur ve mum aramaya başlar. diğeri pencereyi açar; yağmur yağıyordur ve şimşek çaktıkça oda aydınlanır. bir diğeri hiç kımıldamaz, uzandığı yerden birkaç laf geveler. elinde iki mumla içeri girer ilk gölge. pencerenin önüne sandalye çekip oturmuş olan mumların söndürülmesini ister. koltukta oturan da katılır ona. mumları getiren isteksizce söndürür onları. uzunca bir süre sessiz kalırlar. yağmurun ve gök gürlemelerinin sesi duyulur sadece. önceden beri konuşup duran gölge sessizliği bozar.
“yağmur sonsuza dek yağacak, güneş de doğmayacak bir daha. elektrik de gelmeyecek. mumları söndürmekle iyi yaptık, çok gerektiğinde yakarız. aslında, karanlık ve ıslak bir ortamda yaşamaya alışmayı öğrenmemiz gerekecek. yani birkaç ay içinde her yan sular altında kalacak. belki de birkaç hafta içinde... şu anda dünyanın her tarafında yağmur yağıyordur. insanlar biraz daha fazla yaşayabilmek için yüksek yerlere kaçmaya başlarlar yakında. güçleriyle, silahlarıyla yüksekliklerini korumaya çalışacaklardır. ama ne fayda; öyle bir yağacak ki yağmur, galaksimiz bile sular altında ya da üstünde kalacak. tüm evren sırılsıklam olacak. bazı balıklar gidebilecekleri kadar uzağa gidecekler uzayda. her ne kadar sürekli balık yemek iğrenç olsa da denizaltıyla aya gitmek de harika olurdu herhalde? ömürleri yettiğince gezebilirler... sönmüş güneşin yüzeyinde yürümeye çalışırlar belki de... ama en ilginç olanı kara deliklerin sularla dolması... kara deliklere giren sular zamanda atlama yapacaklar ve bu paradoksal devinim ile dünyamızda başlayan yağmur her an, biraz daha önce başlayacak. aynı nedenden bizler de hiçbir zaman var olamayacağız. olamayarak yok olacağımıza göre üzülmenin ya da paniğe kapılmanın da bir anlamı yok...zaten yoksak, şu anda bu paradoksun tadını çıkaralım...”
elektrik gelir; birbirlerine bakarlar. koltuktakilerden biri kalkar müzik başlatır. pencerenin önündeki pencereyi kapatır, sandalyeyi yerine koyar, sevgilisinin yanına geçer. yağmurun sesi hafifledikçe kısık sesli müziğin tınıları daha net duyulur.
“bir yerde bulunmam şart ise ve bulunduğum bu yerde sıkıntı içindeysem, bir şeylerle uğraşmaya başlarım. orada birisi, eğer aktif ise, yani ne bileyim, konuşup duruyorsa mesela, onun konuşma tarzına, el kol hareketlerine yoğunlaşır; veri toplarım... bu veriler de o insan hakkında bir fikir geliştirmeme, bazı yargılar oluşturmama yarar. o kişi itici bir insansa başka bir iş bulurum kendime . duran maddeleri hareket ettirmeye çalışırım örneğin... kaçamak bir konsantrasyonla, çünkü böyle bir bok yemeye çalıştığımın bilinmesini istemem, duvar dibinde duran çöp kutusunu hareket ettirmeye çalışırım. olacak bir iş değil! bir yandan da bunu düşünürüm. sonra sırf böyle bir düşüncem, inancım olduğu için yapamadığıma karar verir ve sıkılırım. aslında insanın birden bire havalanıvermesi diğer insanları çok şaşırtır. ama bunu yapmaya çalışmam. bir çöp kutusunu havalandırabilen insan bu işi kendisinin yaptığını belli etmeyebilir. diğerleri gibi çöp kutusunun havalanıvermesi karşısında şaşıranlardan biridir, dikkat çekmez. ama kendisi havalanıyorsa tüm gözler ona çevrilecektir ve ne kadar uğraşırsa uğraşsın, kendisinin bu havalanma dalgasıyla bir ilgisinin bulunmadığını ispatlayamayacaktır. çok can sıkıcı..."
2.
elektrik kesilir, karanlıkta kalırlar. biri el yordamıyla çakmağı bulur ve mum aramaya başlar. diğeri pencereyi açar; yağmur yağıyordur ve şimşek çaktıkça oda aydınlanır. bir diğeri hiç kımıldamaz, uzandığı yerden birkaç laf geveler. elinde iki mumla içeri girer ilk gölge. pencerenin önüne sandalye çekip oturmuş olan mumların söndürülmesini ister. koltukta oturan da katılır ona. mumları getiren isteksizce söndürür onları. uzunca bir süre sessiz kalırlar. yağmurun ve gök gürlemelerinin sesi duyulur sadece. önceden beri konuşup duran gölge sessizliği bozar.
“yağmur sonsuza dek yağacak, güneş de doğmayacak bir daha. elektrik de gelmeyecek. mumları söndürmekle iyi yaptık, çok gerektiğinde yakarız. aslında, karanlık ve ıslak bir ortamda yaşamaya alışmayı öğrenmemiz gerekecek. yani birkaç ay içinde her yan sular altında kalacak. belki de birkaç hafta içinde... şu anda dünyanın her tarafında yağmur yağıyordur. insanlar biraz daha fazla yaşayabilmek için yüksek yerlere kaçmaya başlarlar yakında. güçleriyle, silahlarıyla yüksekliklerini korumaya çalışacaklardır. ama ne fayda; öyle bir yağacak ki yağmur, galaksimiz bile sular altında ya da üstünde kalacak. tüm evren sırılsıklam olacak. bazı balıklar gidebilecekleri kadar uzağa gidecekler uzayda. her ne kadar sürekli balık yemek iğrenç olsa da denizaltıyla aya gitmek de harika olurdu herhalde? ömürleri yettiğince gezebilirler... sönmüş güneşin yüzeyinde yürümeye çalışırlar belki de... ama en ilginç olanı kara deliklerin sularla dolması... kara deliklere giren sular zamanda atlama yapacaklar ve bu paradoksal devinim ile dünyamızda başlayan yağmur her an, biraz daha önce başlayacak. aynı nedenden bizler de hiçbir zaman var olamayacağız. olamayarak yok olacağımıza göre üzülmenin ya da paniğe kapılmanın da bir anlamı yok...zaten yoksak, şu anda bu paradoksun tadını çıkaralım...”
elektrik gelir; birbirlerine bakarlar. koltuktakilerden biri kalkar müzik başlatır. pencerenin önündeki pencereyi kapatır, sandalyeyi yerine koyar, sevgilisinin yanına geçer. yağmurun sesi hafifledikçe kısık sesli müziğin tınıları daha net duyulur.
0 y o r u m :: konfigürasyon
Yorum Gönder