sekiz : bize ölümün çaresini bulun

(burada başladı, burada da bir önceki bölüm var)

peki doki, önce gezelim. mekana alışalım. kadıncağızla böyle bir buluşma gerçekleşeceğini tahmin etmezdim.... hayat ne kadar boş... bu gün yaşıyorsun yarın ölüsün... hemen havaya giriverdim di mi? başarılıyım ayak uydurma konusunda. bir savaş çıksa en iyi ben kamufle olurum. kamufle dedim de acaba bir duvar kağıdı üreticisine gidip bukalemun desenli duvar kağıdı projemden bahsetsem mi? tek yapmaları gereken ellerinde kalan malların ambalajlarını değiştirmek, hatta sadece bir etiket yapıştırmak: bukalemun desenli! iyi bir reklam kampanyasıyla stoklarını eritiverirler. bu sakat ruhlu insanlar kapışacaktır eski malları...

on kişiden iki kişiye enteresan gelmesi bile depoda kalmış bir malın satılması adına bir başarıdır. bana da yüzde on komisyon... bu kadar! tabii ellerindeki malları afrikada berbat durumdaki duvarlar için yardım mahiyetinde göndermemişlerse? hay aksi, bulunduğum mekana göre çok neşeliyim. oysa tek müşterisini kaybetmiş biriyim ben!

kimseler gelmemiş? düşününce mezarlıkların hep kalabalık olacağı sanılıyor. her öleni gömmüyorlar ya da sandığımdan çok daha az insan ölüyor galiba bu semtte. aman be doki’den bozma paşa! aklına uydum geldim buralara. baksana zavallı bebe, sadece dört ay yaşamış; kendisinden büyük mezar taşı yapmışlar... zayıf karakterli bir insan olsam bu mezar taşı yazıları beni allak bullak ederdi; neyse ki sağlam ve oturmuş bir karakterim var ve olaylara, olgulara sağduyulu yaklaşabiliyorum. biraz daha sağduyulu yaklaşsam zaten bir kütükten farkım kalmayacak. hah! gerçekten eğleniyorum be doki? beni amma garip etkiledi bu ortam? bunu bir düşüneyim en iyisi; en baştan alalım:

büromdaydım, şimdi buradayım. neredeyim, mezarlıktayım. bu cep telefonunu mu gömeceğim? doki, yaşayan ölülerin dönüşü isimli filmi izlemiş miydin? ben izlemiştim yıllar önce. aptal bir filmdi. neden aklıma geldiyse şimdi! her neyse, bak sana ne anlatacağım; bir zamanlar bir bisikletim vardı. mahallenin veletleri yarışırlar ne bileyim bisikletin ön tekerleğini havaya kaldırarak sürmeye çalışırlar işte acayip eğlenirlerdi. ama ben sevmem öyle şeyleri. ben yalnız takılırdım. alır başımı mezarlığa giderdim. yavaş yavaş sürerdim, çevreme bakınarak, taşlara bakınarak... taşlarda bazen çok ilginç şeyler yazar. hayatı boyunca bir şeyler anlatmaya çalışmış ama hızını alamamış insanlar vardır mesela. mezar taşlarının üzerinde bile iddialı laflar yazılıdır. şimdi benden bi dolu mezar taşı yazısı örneği bekliyorsun ama nah alırsın! ben bu tür şeylerle dalga geçmem. neden geçmem biliyor musun doki, çünkü... hay allah, ben de bilmiyorum. geçmem işte? çok neşeliyim ama kendimi de kontrol edebiliyorum. bundan bahsettim, ne kadar uyumlu, ne kadar sağlam karakterli ne kadar düşünceli ne kadar... aman işte daha bir sürü şey. sıçtığımın paşası; sürükledi beni aptalcasına! normal bir insan değilim ben? normal bir insan önce kadının ölüp ölmediğini araştırır. bir çocuğun lafıyla harekete geçmez. ama zavallının sesi çok tuhaftı. tuhaf gibiydi? üzgün daha doğrusu şokta... çocuk işte; belki bir oyun ya da bir oyunun parçası olarak bakmıştır anneannesinin ölümüne? ama ben daha ciddi bakmalıydım. hem ben aile dostları ya da herhangi bir tanıdıkları falan da değilim ki?

ne o, tanıtım yapmakmış! buna tanıtım yapmak denmez ki, leş kovalama denir. kendi sıçtığım bokta boğuluyorum yine. en iyisi büroya dönüp kapıda biriken müşterilerimi...

telefon?

...kadın? hayır canım o arıyor olamaz! her'alde yakınları telefon numaramı buldular ve aramaya karar verdiler. “artık o şarj aletini bulmanıza gerek kalmadı. bize ölümün çaresini bulun!”

aç!
açmam!

“bil bakalım nerden arıyorum?”
“ce... ce... ce..”
“cennet tabii... ben iyi bir insandım...”

hayır açmam. ben sonra ulaşırım onlara.
ama çalıyor?

...sessiz ve kasvetli mezarlıkta telefon acı acı çalıyordu. adam telefonun elinde ısındığını hissetmeye başladı. biraz önce bir ölüyü gömmüş olan mezar kazıcısının uğursuz bakışları adamın üzerindeydi. adam mezar kazıcısına gülümsedi ve “yeni karım... eski karım öldü de... ee.. evet...” gibi bir şeyler geveledi. telefonun sesi mezar taşlarına çarpıyor, mezar taşlarından korkutucu bir çoğalmayla adamın üzerine yansıyordu. mezar kazıcı “cevap ver... huzursuz ruhlar işlerinin yarım kalmasını istemez...” demiş ve bir ağacın arkasında kaybolmuştu. adam telefonun ekranındaki yazıya bakıyordu: “geveze moruk”. yeşil düğmeye basmadan önce derin bir nefes aldı....

“e.. efendim?”
“merhaba ben şarj aleti için...”

onun sesi!? olacak şey değil!

“alo? beni duyuyor musunuz? çok hışırtı var?”

evet bu o!
saçmalama! demek ki ölmemiş. aptal çocuk!

“a... merhaba hanımefendi... e.. sizsiniz di mi? müesser hanım?”
“evet evet... dün aramıştım ama konuşamamıştık... sonra da aradım ulaşamadım size....”

telefonu kapatmıştım... ondandır...

“nasılsınız efendim? bu gün sizi aradım ama sanırım torununuz, bana çok kötü bir şaka yaptı...”
“aradınız mı? ben arardım sizi, niye zahmet ettiniz?”
“ev numaranızdan da ulaşmaya çalıştım...”
“anlıyorum...”
“sanırım torununuz...”
“sinan mı?”
“bilemeyeceğim... galiba... beni oldukça endişelendirdi...”
“hay allah! ne dedi acaba?”
“sizin vefat ettiğinizi söyledi...”
“hay allah onun müstahakkını vermesin... efendim kusura bakmayın...”
“kötü bir şaka... hatta böyle şaka olmaz diyebilirim...”
“o biraz donuk zekalıdır... çok yalan söyler... ah sersem sinan!”
“her neyse ölmemiş olduğunuza çok sevindim...”
“ay çok hoşsunuz...”

bunu demesen? bari sen demesen!

“efendim bulmak istediğiniz şarj aletini biliyorsunuz ben de bulmak istiyorum...”

bu söylediğimi unutmamam gerek... kocaman bir kartona yazıp, çerçeveletip büromun duvarına asacağım!

“evet?”
“ve galiba istediğimiz şeyi elde etmemiz yolunda ilerliyorum...”

ikinci bir çerçevelik....

“aman efendim... bu gün sizi işleten...”
“sanırım kötü bir şakaydı aslında...”
“her neyse... işte bizim donuk sinan’ın bir arkadaşının sevgilisinde benim telefondan varmış... soruşturmasını söyledim ama bana da yalan söylemiş olabilir.? yalan söylememişse bile ona güvenemem. beni geveze bulmayın ama torunum çok garip bir çocuktur. dersleri falan da iyi gerçi ama o kadar sersem davranışları var ki inanamazsınız. sadece size değil daha bir sürü insana bi dolu yalan söylemişliği vardır. hatta anasıyla babasının bile arasını bozacaktı neredeyse. hiç sevmiyorum aslında o çocuğu... yani kötü biri daha doğrusu fesat biri olsam benim oğlana test yaptırtmasını söyleyeceğim; bu çocuk kimin dölü diye... ama olmaz tabii.. yavrumun yuvası yıkılır diye susuyorum... bi dolu da arkadaşı var ama aslında hiçbiri onu sevmiyor. sevilecek bir yanı yok ki mendeburun! bakın bu gün sizi nasıl kandırmış; hem de anneannesinin öldüğünü söyleyerek! bunu yapan yarın alır eline tabancayı tüfeği mahallenin kızlarına gençlerine saldırır. zaptedemezsin de o zaman! ama ben çok dedim, bunu, onun gibi geri zekalıların eğitildiği bir okula gönderin diye, dinletemedim. bastırdılar parayı kolejlere gönderdiler. gerçi kendi kazanmış diyorlar ama ben inanmıyorum. hatta sınıfının en çalışkanıymış falan diyorlar. yalan tabii.. çocuklarıyla övünecekler ya! yedirmişlerdir matematikçiye coğrafyacıya parayı geçirtmişlerdir sınıfı... ah ne çekiyoruz bir bilseniz efendim biz o çocuktan... yani anlatsam hayretler içinde kalırsınız...”

beynim uyuşuyor. evet hayatımda ikinci kere beynim uyuşuyor. ilkinde bana hiçbir şey söylenmediği için beynim uyuşmuştu. kısadalga’yla ayrıldığımız gün... sustukça susuyordu ve benim beynim uyuşmaya başlamıştı. konuş, anlat bana diyordum ama ağzını bıçak açmıyordu. gerçekten kendimi berbat hissediyordum. şimdi? şimdi bu... bu ölememiş kadın beynimi tam anlamıyla uyuşturdu! buyrun bu beyinle anca salata yapılır. maydanozlu, zeytinyağlı beyin salatası! artık sadece mideye yararlı!

bana ne be senin salak torunundan! sinan’ın batmasın senin!

“pardon! pardon hanımefendi... ama bana bir süredir torununuzu anlatıyorsunuz ve gerçekten de anlattıklarınızın şarj aletiyle ilgisini kurabilmiş değilim?”
“aman efendim! dinlemeyi bilmek erdemdendir... benim bu sersem torunumun bir arkadaşının sevgilisinde de benim telefonumdan varmış dedim ya?”

şimdi de beynim uyuşmaya başladı. ama bu başka türlü bir uyuşma... daha doğrusu bu bir karıncalanma... evet beynim karıncalanmaya başladı.
yok canım!
hadi beee! paranoyaklık bile değil bu!
bu geri zekalı sinan’ın, bir arkadaşının sevgilisinin, kısadalga olması gerçekten de çok ucuz olur! yani hayat ucuz olur...

doki! olağan şüpheliler diye bir film vardır. ben işte o filmi çok severim. zamanında bir çığır açmıştı o film. daha sonra bi dolu sonu “aa... ne süpriiiz!” dedirten film yapmaya çalıştı amerikalı yönetmenler. hatta hindistanlı yönetmenler! tüm dünya! ben, çok ilginçtir, bu filmi izlemeden önce bazı densiz arkadaşlar sayesinde kayzer şoze’nin, bu kayzer şoze filmdeki kilit adam oluyor, tüm düğümleri atan ve çözen kişi, her neyse, işte bu kayzer şose’nin kim olduğunu biliyordum. ama son sahnelere kadar hep, galiba densiz arkadaşım beni kandırmış çünkü bu herif asla kayzer şoze olamaz, deyip durdum. ayrıca şöyle diyordum: eğer bu herif kayzer şoze’yse bu film bi boka yaramaz, saçma çünkü, olmaz, ucuz.... ama hiç de ucuz değildi be doki, evet kayzer şoze gerçekten o karakterdi ve her şey şahane uyumluydu. ama hayatta bunu arayamazsın! kısadalga’nın o dallamanın arkadaşının sevgilisi olması beni, onu, yaşadıklarımı hatta tüm hayatı ucuzlatır...

dur bakalım teyze! kendime güvenimle alakalı sarsıntılar geçirip duruyorum ve son iki gündür kendime güvendiğim kadar hiç kendime güvenmemiştim. bozma şimdi salak sepet rastlantılarla bu sağlam yapıyı! dur!

“e.. ismi neymiş?”
“kimin?”
“torununuz sinan’ın arkadaşının sevgilisinin...”
“bars mıydı pars mıydı öyle bir şeydi... neden sordunuz?”
“haa! hay allah ben de... ee... şarj aleti kız arkadaşının sevgilisinde yani...”
“yok canım; sinan’ın arkadaşının ismi mansur. onlar geçen sene eşcinsel olmaya karar vermişlerdi. gençlik gün geçtikçe sapıtıyor beyefendi! bizim zamanımızda insanlar en erken üniversite yaşlarında eşcinsel olmaya heves ederlerdi. çok uyardım ama bizimkileri, dinletemedim. modern olacaklar ya! hep o televizyonda izledikleri abur cuburlar yüzünden bu hallere düşüyorlar! neymiş, çocuk özgür yetişecekmiş, kararlarının arkasında durmayı öğrenecekmiş... ondan sonra eşcinsel de olur eline topu tüfeği alır katil de olur bu çocuklar! gerçi hep benim sersem torunumun başının altından çıktı... artık hangi filmde gördüyse, bi sabah uyandı, ben eşcinsel olduğumu fark ettim bana saygı duyun dedi ve aldı yürüdü... arkadaşlarını ayarttı hep! görseniz hayretler içinde kalırsınız beyefendi, hep beraber süslenip püslenip ortalıkta fink atıyorlar... bir de dizide mizide oynuyor ya, yanına hiç yaklaşılmıyor şımarık mendeburun!”
“ee.. pekala hanımefendi... siz o zaman torununuzla bi' konuşun...”
“ay çok konuştum dinlemiyor ki beni edepsiz! ben eşcinselim de ben eşcinselim, tercihlerime saygı göstermek zorundasınız deyip duruyor eşşek sıpası!”
“hayır hanımefendi! şarj aleti konusunda konuşun demek istedim...”
“ah affedersiniz.... tabii soruşturuyorum ben... sizin de kafanızı şişirdim ama iyi oldu dertleşmiş olduk...”
“estağfurullah efendim... tabii...”
“o zaman ben sizi bir haber alırsam arıyorum...”
“...bir gelişme olduğunda mutlaka ben de sizi haberdar ederim hanımefendi... size iyi günler... ölmemiş olmanıza sevindiğimi tekrar söylemek isterim...”

bu kadının kocası kesin buralarda bir yerde yatıyordur! mezar taşında da “kulaklarından beyni akmasaydı ölmeyecekti; normalde çok sağlıklı bir adamcağızdı...” falan yazıyordur. evet sekiz on yaşında bir çocuğun, kendini eşcinsel sanması bana da ilginç geliyor ama bana ne? evet: bana ne! çok şanslısınız ey ölmüş insanlar! insanların dangalaklıklarını ne görüyorsunuz ne duyuyorsunuz! ama sizlere katılmayı henüz düşünmüyorum çünkü yapmam gereken bazı şeyler var... en azından boktan bir şarj aleti bulmam gerekiyor...

çok garip; geveze teyze bile yok edemedi neşemi... beni neden böyle etkiledi bu ortam doki? komik ya da eğlenceli bir şeyin bulunabileceği son yerlerden biridir mezarlık oysa? ben sakatım evet kesin sakatım! bak biri ölmüş... ne kadar da az tanıdığı varmış öyle? gidip kalabalık yapalım mı doki? ölenin imajını biraz düzeltelim... hem belki biraz dedikodu malzemesi oluruz.

ama bunların hepsi yaşlı insanlarmış! her'alde huzurevlerinden birinden geldi bu cenaze... hay aksi, dua okunuyor... ben de okuyormuş gibi yapmalıyım. neden, çünkü insanlara ters düşmemek gerekir. bazen... hatta neden okuyormuş gibi yapacağım? okuyuvereyim. nerede anneannemin yazdığı kitabın dualar ve beddualar bölümü?

anneannemin yazdığı sarı sayfalı, küf kokulu “dünyadan ahrete kadar sıkça sorulan sorular” isimli kitabın ilgili bölümleri:

dua okumada eziyet olan bir şey yoktur. bunun için bir dua bilmeye ya da herhangi bir dini akıma dahil olmaya bile gerek yoktur. hazır olan dualar bulunduğu gibi isteğe ya da duruma göre bir dua ya da beddua uydurmak hiç de zor değildir. öncelikle yapılması gereken konu belirlemektir. dikkat edilmesi gereken husus konudan ayrılmamaktır. örneğin size iyilik yapılmış ise iyiliği yapana da hali hazırda bir iyilik yapmak suretiyle karşılık verecek durumda değilseniz, onun başka kişi kurum ya da kuruluşlarca iyilikle karşılanmasını dilemek isteyebilirsiniz. işte o zaman yapılan iyiliğin mahiyetine göre bir dilekte bulunursunuz. buna kısaca bir istemede bulunursunuz diyebiliriz. işte kaçırılmaması gereken nokta, yapılan iyiliğe karşılık, uygun olabilecek bir şeyler dilemektir. size su veren biri için duayı abartırsanız, karşınızdakinin okyanusta boğulmasına sebep olabilirsiniz... su mu verdi; ona da su verilmesini istemek yeterlidir. böylece hedef sapması olmaz. yok eğer bir kötülük mevzu bahisse, tabii illa ki buna gerek yok, bazen durduk yere de olabilir, biri ya da birileri hakkında yine elinizden bir kötülük yapma gelemediğinden, kötülüğü başka birilerinin ya da başka nedenlerin gerçekleştirmesini isteyebilirsiniz ki buna da beddua denir. ama tecrübeler ve sağduyu göstermiştir ki beddua etmek hiç de hayırlı değildir çünkü bazen kötü düşünce kaynaklandığı yerden çıkmak istemez ya da döner dolaşır yine kaynak bulduğu yere ulaşır. dualarla ilgili bir başka husus da ölmüşlerin ruhuna dua okumanın incelikleriyle alakalıdır. genellikle ölmüşlerin ruhuna dua okuyanlar peygamberlerden başlayıp, azizlerden geçip, gece bekçisine kadar bu duayı pay ederler... böylece aslında ölmüşe gitmesi gereken dua binlerce ruh arasında paylaştırılır ve ölmüşün hissesine minicik bir pay düşer. bir diğer konu da özellikle başka bir dilde dua okunurken her duraklama anında “amin” demenin yararsız olmasıyla alakalıdır. bunun tek nedeni edilen duayı anlamıyor olmak ama duyulan her kelimenin de bir duacık olduğunu sanmaktır. en iyisi dua bittikten sonara tek bir kocaman amin denmesi ve anlam bütünlüğüne dokunulmamasıdır.

o halde işte benim duam:
“ey ölmüş kişi... artık öldün... yaşarken aklımdan geçenleri bilemezdin acaba şimdi bilebiliyor musun? eğer bunu becerebiliyorsan ölmekle en azından bir şey kazanmışsın demektir... amin!”

bu ihtiyarlar beni fark etmeden kaybolmalıyım.... eminim hepsi çok gevezedir! hemen boş bir mezar bulayım kendime… pekala, bir dolmuş demek istedim…

(devamı burada)

0 y o r u m :: sekiz : bize ölümün çaresini bulun

Yorum Gönder