çok sıkıcı çok

buz mavisi diye bir renk var mıydı, soğuk değil, hiç değil ama sanki dört bir yan, uçsuz bucaksız derler ya, her bir yöne doğru kar ve buz ile kaplı, rüzgar da var, bir yandan aldığını diğer yana taşıyor, taşıdığı yerden alıp başka bir tarafa atıyor, sersemletici.
çok uzak diyemeyeceğim ama asla sesimin ulaşmadığı bir mesafede yürüyor bir karaltı, ben durunca duruyor, oturuyorum oturuyor, arkasını dönüp de bana bakmıyor. yine de hep benimle ilgili olan biten diye düşünüyorum: sanki yetmiş metre öteme bir ayna koymuşlar ve o aynayı eşekler çekiyor, ben oturunca, eşekler de oturuyor.
günlerce yürüyüp de onu gördüğümde çok sevinmiştim, kim olursa olsun, arkasından bağırmıştım, günlerdir devam eden yıllar sona erecek gibiydi sanki, bir iki kelime edebileceğim biri, benden başka biri vardı demek ki bu cehennemde; işte o yüzden peşine düştüm onun ama bir türlü arayı kapatamıyordum. artık delirdim ve hayal görmeye başladım, diye düşündüm; of siktirsin gitsin, hayatım onu takip etmekle mi geçecek, diye düşündüm; belki bir iki şey daha düşündüm. yok ama, o rüzgarlı beyazlık budalası çölde aramızdaki mesafeyi kapatamadım bir türlü.
bir kere baktı bana doğru ya da bir kere dönüp de arkasına baktı. kollarımı salladım, evet ulan, dur bekle gelmemi, diye haykırdım. inatla mesafeyi korudu, anlaşılır şey değil, gerisin geriye koştu, benden tarafa bakarak ama durmadı, inanılmaz, durmadı!
sonunda pes ettim ve dakikalarca birbirimize baktık, ya da dediğim gibi, birbirimize doğru...
kendimi gereksiz hissedene kadar bakmaya devam ettim ona, kendimi gereksiz hissetttiğimde, yoksa bana bakmıyor mu diye düşündüğümde yani, arkama, "sorsalar rüzgarlı bir beyazlık", diyebileceğim boşluğa, korku ve umutla "başka da bir şey olabilir orada" diyebileceğim boşluğa döndüm...

sıkıcı, geç!

günlük hayatındaki tüm problemlere düşlerinde çözüm bulan; arkasından konuşulanları, kimin ne için ne dediğini düşlerinde tamı tamamına gören; bir kutu varsa o kutuyu düşlerinde açan adamın, tüm bu yeteneğine karşın tek kusuru vardı: düşlerini hatırlamıyordu. uyandığında yatağından çıkması zor oluyordu, işte, tüm bildiği buydu.
günün birinde deprem oldu, düşünün tam ortasında uyandı. ne yapacağını bilemedi, yatağından fırladı, pantolonunu kaptı ve kendini sokağa attı. yer gök titremeye devam ederken mahallenin parkında çimlere uzanmış, şu cümlenin nasıl biteceğini düşünüyordu: "kalbini çıkarıp, ağzım yüzüm kan, büyük bir keyifle yalayacağım çünkü sözlerin beni cehenneme gönderdi; bana söyleyebileceğin en üzücü şeyi söyledin, beni..." işte, gerisini hatırlamıyordu. onu? ne? çok az şarjı kalmış telefonunu çıkardı cebinden, arayıp konuşmak istedi onunla, hem deprem olmuştu, içip içip arama beni, diyemezdi.
telefonun turuncu ışığına bakıp cesaret toplamaya çalışırken, üç hafta önce ne söylediği aklına geldi.

çok sıkıcı! geç!

"fakat, şah genç kıza sahip olmak isteyince kız ağlamaya başlamış. şah ona, 'neyin var?' diye sorunca; kız da 'şahım! bir kız kardeşim var. ona veda etmek isterdim.' demiş. şahın arattığı kız kardeşi gelince, şehrazad'ın boynuna sarılmış; ve yatağın ayak ucuna sokulup kalmış.
o zaman, şah ayağa kalkmış ve bakire şehrazad'a sahip olarak kızlığını gidermiş. sonra konuşmalar başlamış.
dünyazad, şehrazad'a demiş ki: 'allah seninle olsun! ablacığım, geceyi hoşça geçirmemiz için bize bir masal anlatsana!' şehrazad, 'bütün kalbimle ve yerine getirilmesini görev bilerek! ancak yüce ve soylu şahımız izin verirlerse' diye yanıt vermiş. şah bu sözleri duyunca, zaten uykusu da kaçtığından, şehrazad'ın masalını dinlemekten tedirginlik duymamış.
ve şehrazad, bu ilk gece, aşağıdaki masalı anlatmış:"

of, çok sıkıcı, gerçekten, çok sıkıcı!

0 y o r u m :: çok sıkıcı çok

Yorum Gönder