İÇBÜKEY YAN(IL)SIMA (1/1)

İÇBÜKEY YAN(IL)SIMA


Bir sır hiçbir yerde,
öyle karanlık ve derin
bir sır olarak kalamaz,
eskisi gibi kalıcı biçimde,
gömülü durumda duramaz

Onu kendi yüreğinizin karanlığında saklayın,
yoksa söylentiler hemen başlar.

Nice yıllar boyunca
gömülü sırlarınıza kaygılandıktan sonra
söylememiş olduğunuz sözleri
kimsenin açığa vuramayacağını anlarsınız.

O zaman ancak siz, siz kendiniz
açıklayabilirsiniz.
belleğin güvenli mezarlığındaki sırları,
belleğin güvenli mezarı içinde.

-Sayılı Hüzünler Kitabı-



BİRİNCİ BÖLÜM : “DÖNÜŞ”

adın, Hezekel .

kim olmadığını biliyorsun; kendisine ihanet edildiği gerekçesi ile bütün bir kavimi yok etme tehdidi savuran, öfkeli bir tanrının isteksizce aracılığını yapan bir Yahudi peygamberi değilsin!


öte yandan; sen herhangi birisi de değilsin…



pekala, açıklayacağım…yalnız biraz odaklanmak istiyorum.

çok-biraz zaman önce {dışarı} dan döndüm.zaman kavramı!..açıklık getirmeli, getir; şöyle: {dışarı}dan dönerken, gri renkli ve yakalı pardösümün iki yan cebini renkli çakıl taşları ile doldurmuştum.gerekçesi önemli…benim hükmüm için vazgeçilmez bir öneme sahip…
sahip!
Sahip kelimesi çok önce-sonra zamanlar, afra-Amerikalılar tarafından bir üstün ünvan statüsü olarak algılandı ve beyaz-Amerikalıların şahsiyetinde kişiselleştirildi.sonra…

Zaman kavramı…açıklaması için odaklanmam…ihtiyacım…gereği var!

Gri renkli pardösüm var.iki yan cebi ve bir tek iç cebi olan…tamam…içleri rengarenk -hepsi farklı renk- çakıl taşları ile dolu.dopdolu…

“nihayet!!”

pekala, {içeri}ye döndüm ve ardı ardına çakıl taşlarını fırlattım…tek-tek…elimi doldurarak değil…birer birer…avuçlamadım onları…parmaklarımla tuttum.her zaman durduğum yerde dikilerek, önüme doğru fırlattım o farklı renklerde ki çakıl taşlarını.arkamda bildiğim ve sırtımı dayadığım duvarım var.güvenli.taşları...tabi ki önüme doğru fırlattım onları.
Şimdi bittiler.şimdiden emin olabiliyorum.tamam…
O renkli çakıl taşlarını, tek-tek fırlattığım süreci kendime dayattığım zaman dilimi kadar {içeri}deyim.{dışarı}dan, {içeri}ye döndüğümde oluşan zaman dilimi içerisinde ki süreyi şimdi anlatabildim mi?peki, güzel…

Ben emin olamadığım kavramlara, kesinlik hükmü vermeye çalışıyorum.ifadelerimi anlaşılır düzeyde tutma çabasında değilim.değilim ki; onlara kesinlik hükmü vermeye çalışı…

Hüküm:benim hükmüm…vazgeçilmez bir öneme sahip hükmüm.gerekçesi var, o renkli –kendi yapısı içinde tek renk fakat her biri farklı renk- çakıl taşlarını önüme fırlatıyorum.arkamda özümsediğim rutubetli duvarım var…rutubetli duvarım benim güvencem...tamam...onları önüme fırlatıyorum; çünkü, sınırlarımı belirlemem gerekiyor.kaçınılmaz olarak o sınırlarla yüzleşmem gerekiyor.doğru kelime (tanımlamak) olabilir…tamam…sınırlarımı…yok hayır, mekansal sınırlarımı…hah…tanımlamam gerekiyor!zihnimde, kesin boyutlarıyla tasavvur edebileceğim bir kroki şeması oluşturmalıyım.bunu bilmem gerekiyor değil mi?
yani {içeri}nin ne kadar içerisindeyim acaba?durduğum yerin, sağ tarafına düşen alan mı daha geniş, yoksa sol tarafımda ki alan benden daha mı uzak?peki önüm?

şu anda durduğum yere loş bir aydınlık hakim.fakat {içeri}nin daha ötesini koyu bir karanlık istila etmiş vaziyette ve benim gözlerim bu karanlığı çözerek neticede mekansal sınırlarımı belirlememde yetersiz kalıyor.ne kadar dikkatli baksam da {içeri}nin o koyu karanlığı çözülmüyor göz bebeklerimde...bir süre sonra, içlerinde bir yanma peydahlanıyor ve vazgeçmek zorunda kalıyorum.
bu belirsizlik beynimde kısmi bir boş vermişlik duygusunu tetikliyor…bu duygunun beni kuşatmasına izin veremem, vermemeliyim!

tamam…öğüt!

çakıl taşlarını fırlatarak mekansal sınırlarımı tanımlama…belki de doğru kelime:(belirleme) olabilir; kararsızım, keza bu fikri bana küçük-yuvarlak ‘el aynası’ verdi.bana gözlerin işlevselliğini kaybettiği zamanlarda, kulaklarımızın onların yerine gelerek bu eksikliği giderilebileceğini söyledi.taşları fırlatmamdan hemen sonra dinlememi, çarptıkları yerlerden çıkacak seslerin bende uzaklık veya yakınlık algılamaları oluşturacağını, bu sayede {içeri}nin sınırları hakkında üstünkörü bir fikre sahip olabileceğimi anlattı.

hepsi bir diğerinden farklı renklerde ki çakıl taşlarım tükendi.tek-tek fırlattım onları…ama hiçbir hükme varamadım.çarptıkları yerlerden bana ulaşan seslerin, ne kadar uzaktan yada yakından yankılandığını bir türlü anlayamadım.bir kısmı, sanki hemen önümde bir yere çarptı ve sesi kulaklarımda yankılandı…aynı yöne savurduğum diğer çakıl taşları ise sanki, çok uzaklara düştü; hiç çarpma sesi duymadım.

hala loş aydınlığımın ortasındayım ve ötesini kesinlikle göremiyorum.{içeri}nin genişliğini veya uzunluğunu, derinliğini veya kısalığını yada köşelerinin sayısını bilmiyorum…çok mu yüksek, alçaksa ne kadar alçak…bilmiyorum…doğrusu pek bilmek de istemiyorum.


ama o bana bilmem gerektiğini söylüyor!

o burada benimle konuşuyor…küçük-yuvarlak ‘el aynası’…onu {dışarı}ya yaptığım zahmetli yolculukların birisinde tesadüfen buldum.büyük gövdesinin altında sayısız saatler geçirdiğim yaşlı çınar ağacının dar bir kovuğunda gizleniyordu.onu aldım, gri renkli pardösümün iç cebine yerleştirdim ve buraya getirdim.varlığını {içeri}de benimle paylaşması, önceleri beni oldukça şaşırttı…benimle konuşuyordu; öte yandan benimle konuşurken sanki, beni kendimden de iyi tanıyormuş gibiydi!bunu biraz rahatsız edici buldum ama çok da önemsemedim.

yararlı bir işlevselliği vardı:benim için {içeri}nin o yoğun karanlığını bir nebzede olsa aydınlatıyordu…böylece dizlerimin üzerinde çömelerek, kırmızı kaplı defterime yazdığım alanda ki loş aydınlık onun sayesinde gerçekleşiyordu!bunu nasıl becerebildiğini bilmiyorum fakat oluyordu işte; o yoğun karanlık kısmen çözülüveriyor ve bana {içeri}de varolabileceğim lokal bir yaşama alanı sağlıyordu.

bana kendisi hakkında şimdiye kadar hemen hiçbir şey anlatmadığı için, yaşlı çınar ağacının o dar kovuğunda neden öylece durduğunu bilmiyorum…belki de terk edildi.bundan hiç bahsetmedi bana… konuşmalarımız, genellikle yaptığım şeylerin detaylı bir muhasebesi veya bazı genel kavramlar üzerinde yaptığımız sıkı tartışmalar şeklinde geçiyordu.

aşk bu kavramlardan bir tanesiydi ve kesinlikle ortak bir yargıda birleşemediğimiz, oldukça karmaşık ve zor bir kavramdı. anlamak istediklerimiz, anlatma çabalarımızın epey uzağında kaldı.aşkı bir kavram olmaktan çıkarıp nesnel bir gerçekliğe dönüştürmeyi denediğimizde, önümüze bütün iğrençliğiyle hunharca parçalanmış, çıplak bir bedenin kan revan içerisinde ki görüntüsü geliyordu ki; parçalanmış, ısırılarak kopartılmış ve rasgele vurulmuş kesiklerde, derin yarıkların açılmış olduğu bir bedendi bu!galiba aşkın kavramsal çözümlemesini yaparken, üzerindeki o koruyucu kefen sargısını hiç açmamak gerekiyormuş!

(...devam edecek)

0 y o r u m :: İÇBÜKEY YAN(IL)SIMA (1/1)

Yorum Gönder