İÇBÜKEY YAN(IL)SIMA (1-2)

bölüm 1-1 burada

küçük-yuvarlak ‘el aynası’ ile aramızda yaptığımız hararetli tartışmaların içeriğinden ziyade, bu iletişimin gerçekleşmesi için seçtiği yöntemin tuhaflığını belirtmek isterim … kendimce tuhaf buluyordum … yadırgamıyorum; sadece bir hayli tuhaf buluyordum.

bu yöntemdeki kasıtsız tuhaflık, onun suretinde gördüğüm değişmez ifade sıradanlığından kaynaklanıyordu.onu dinlediğimde; beni yalnızca konuşan bir ağzın …o beni dinlediğinde ise; yüzüme bakan dikkatli iki çift gözün muhatabı olmam, bu sıradanlığı yaratıyordu.ifadesinin bütününü asla göremiyordum …

bence her varoluşun, varolma koşulları değişkenlik gösterebilir!bu koşullar eğer kendi oluşumunu da tuhaf istisnalara dayandırıyorsa, ben bunun arkasında yatan gerçekliğin araştırmacısı olmam ... olmamayı tercih ederim …varoluşun katmanlarıdır tercihler! onun seçtiği tercihin de varoluşunun koşullarından en önemlilerinden biri olduğunu düşünüyorum.

kendimi şimdi daha iyi hissediyorum …düşüncelerime odaklanmakta zorluk çekmiyorum …zihnim daha duru, berrak …algılarımda belirli bir netliği sağlayabildim.

Zihinsel dengemdeki düzensizlikler, elbette küçük-yuvarlak ‘el aynası’nın da cesaretlendirmesiyle, heyecana kapılarak giriştiğim {dışarı} yolculukları yüzünden oluşuyor …bu yolculuğun zorlukları sadece zihinsel aşınmayla neticelenen denge kayıplarından ibaret değil …daha ötesinde; fiziksel kapasiteyi de zorlayan bir çabalama gerekliliği ve ancak bu sayede kendimi {dışarı}ya taşıyabilmemin koşullu handikabı!

bedenimin bana sağladığı bütün gücü sarf etmem; kollarımda ki bütün takati tüketinceye kadar kapasitemi zorlamam gerekiyor …çünkü kazmam gerekiyor!

benim {dışarı} da varolabilmemin koşuluda kazmaktan ve delice eşelemekten geçiyor.çıplak ellerimle eşeliyorum o neredeyse betonlaşmış kuru toprağı … içleri yüzümün kenarlarından tırmalayarak yırttığım ölü deri parçalarıyla dolu, uzamış, bir kısmı kırılmış, bulanık bir griliğin hakim olduğu tırnaklarımla eşeliyorum toprağı … ince bir tül kadar saydamlaşmış bir derinin muhafaza ettiği boğum boğum kemikli parmaklarımla kazıyorum!

ben {dışarı}nın o kaotik düzensizliğinde varolabilmek adına, varoluşun basınçlı derinliğine inerken; tezatlar arasında anlam bütünlüğü olmaz misali, topraktan çıkıyorum!

işte o anda kendimi bilinç dışı bir yanılgının ve çarpıklığın ortasında buluyor; köpük köpük bir çağlayandan çılgınca dökülen coşkun sular benzeri üzerime yağan deliliğin, paranoyanın, boş inançların histerinin yoğun saldırısına uğruyor ve kaçmaya başlıyorum.nefes nefese koşuyorum…ellerimle –onları- itekleyerek kendime yol açıyor ve hiç durmuyorum … ardıma bakmıyorum!hiç bir dayatmaya tepki göstermeksizin, düzenin çarkları arasında sıkışıp kalmış –onlara- midem bulanarak bakıyorum.birbirinden orantısız binaların kuşattığı ve kalan boşluklarda da kişiliklerinden ödün vermeyi cesaret göstergesi gibi görenlerin yaşadığı bir cehennem burası!

bu delice maratonun sonu, daima yaşlı çınar ağacının gövdesinin altı olmuştur … yemyeşil bir kırda tek başına, korkusuz ve vakurlu duruşuyla bir tapınak görkemiyle palazlanmış yaşlı çınar ağacı … onun büyük gövdesinin etrafına yaydığı o pozitif enerji, düşüncelerimi toparlamamda yardımcı oluyor ve beni sakin bir dinginliğin kucağına bırakıyordu.bir anlamda, {içeri}nin o sessiz sakinliği benzeri (ürkütücü bilinmezliği dışında) huzurlu bir ortam yaratıyordu …

gövdesinin altında çok uzun saatler geçirir … altında ki toprağa uzanır ve kendimi dinlerim …

yaşlı çınar ağacı dışında, Ötedost’unda benim {dışarı}da ki bir diğer önemli manevi dayanağım olduğunu kırmızı kaplı defterime not düşmek istiyorum … Ötedost, yaşlı çınar ağacını keşfetmemden çok daha önce tanıdığım; fiziksel ve zihinsel gelişimimin başından beri benim yanımda olan ve beni muhtemelen küçük-yuvarlak ‘el aynası’ kadar iyi tanıyan, yarı filozof bir keşiştir … bilinen anlamı ile bir keşiş değildir … mübalâğa etmek istemiyorum … demek istediğim, diğerlerinin hepsinden daha fazla farkındalık bilinci geliştirmiş birisidir; hemen her şey hakkında tutarlı bir fikri ve o fikri savunabilecek zekayı benliğine yedirebilmiş birisi olmasıdır.

Eskiye dayanan ilişkimiz boyunca birbirimize birçok şey anlattık ve anlattıklarımızın üzerinde tartıştık.birbirimizden hiçbir şey saklamadık ve buna gerek duymadık.anlatılmayan şeylerse bir sır değildi; aslında yoğun olarak hissedilen ve bilinen şeylerdi.bunlar zamanla yüreğimizin içinde bir iplik yumağı gibi karmaşıklaşmış; içerisinde öfkenin, hayal kırıklığının, özlemin gri tonlarını barındıran ve bir türlü kelimelerle ifade edilemeyen, kendisine yalnızca gözlerin içerisinde lisan oluşturan gırtlak düğümlerimizdi.

bütün bunları bilirdik … aramızda birbirimizin bildiğini de bilirdik.

Ötedost, yaşlı çınar ağacını yalnızca bir defa gördü … ben götürdüm onu … büyük gövdesinin altında oturup uzun uzun konuştuk … üzerinden çok zaman geçti!

beni {dışarı}da tutabilecek başka hiçbir şey tahammülüm dahilinde değildir ve zamanı geldiğinde bir an önce {içeri} dönmek için, tersten bir çabanın gayreti içerisine girerim.
Bunun bildiğim tek yolu ise: mümkün olduğunca karanlık dar bir köşeye çekilir ve tarifsiz bir zifiri karanlığın içerisinde sessizce beklerken, {içeri}nin o ürkütücü cevapsızlığından korktuğum halde sessiz durağanlığının çekiciliği ile beni ayartmasına göz yumar ve sabırsızlıkla beni yutmasını beklerim …

o karanlıkla bütünleştiğimde ise, artık ben yalnızca {içeri}deyimdir.aklım karışmış ve {dışarı}nın olumsuz etkilerini hala üzerimde barındırır bir haldeyken, yavaşça kendime gelir; o sahte ve yüzeysel gerçekçilikten sıyrılır, üstümde kalan son tozu toprağı da bir güzel silkelerim … ardından kırmızı kaplı defterimin sırası gelir ve loş aydınlığımda cümlelerimi birer birer dökerim sayfalarının üzerine.

o defterde çoğu şey vardır … Ötedost ile yaptığımız konuşmaların bir kısmı ve bir sürü şey daha … bir zamanlar onunla aynı kızdan hoşlanmamız ve bunun bizde ki etkileri … bu süreci aramızda asla kırıcı bir rekabete dönüştürmememiz; üzerimize çöreklenen bu kumpastan çok az hasarla kurtulmayı başarabilmemiz gibi ayrıntılarla doludur yapraklar!

o defterin yapraklarında oldukça kasvetli hikayelerde vardır ama yırtılarak çıkarılmış tek bir sayfa yoktur içinde!

benim kırmızı kaplı defterim, yüreğimin karanlığında sırların gömülü olduğunu biliyor.

fakat küçük-yuvarlak ‘el aynası’ herkesin yüreğinin karanlığında birtakım sırların gömülü olduğunu, bildiğini söylüyor.

maalesef bana, gömülü olan bu sırlarla, {dışarı}nın kaotik düzensizliğine katlanma tahammülünün geçerli formülünü söylemiyor!

yaşlı çınar ağacının ziyaretçilerinden Kirpi bana dedi ki:

“gerekiyorsa rol yap”

hissettiğim duyguları hissetmiyormuş gibi yapamam.

Ötedost’u ziyaretlerimden birisinde, ona bir zamanlar saatlerce gülen bir yüzün maskesini aradığımdan ama bir türlü bulamadığımdan bahsetmiştim.
Ağlayan veya korkan yüzlerin maskelerinin ellerinde bulunduğunu ama gülen bir yüzün maskesinin olmadığını söylemişlerdi.

Ötedost biraz da şaşırarak beni dinledi ve dedi ki:

“bizim sorunumuz ne biliyor musun?
hayata dahil olamıyoruz!”

peki, biz dahil olamadığımız bu hayatın tam olarak neresindeyiz?

bu önermeden ancak dışında olduğum(uz) anlamı çıkıyor.bilinen düz mantık yöntemiyle.

halbuki Ötedost bu önermede, hayattan soyutlandığımı(zı) ya da kendimi(zi) soyutladığımı(zı) küçük bir ironik kalıpla anlatmaya çalışıyor.ironinin altında yatan üslup, anlamlar arasındaki farkı ortaya çıkarır.

hafif sitemkar bir üslubun kullanılması da fark edilerek okunduğunda; aslında bu izolasyonun kendim(iz)in bilinçli bir tercihi olarak yapılandırdığımı(zı)n anlaşılıyor olması gerek!

hayatın kanıksanmış realiteleri içinde … kişinin bedenen ve zihnen kendini izole ederek, bunların dışında bir yerde varolmayı seçmesi elbette üzerinde durulması gereken felsefi bir tartışmayı zorunlu kılıyor.

bu kadar kapsamlı bir meseleyi Ötedost’un, çağrıştırdığı ve içinde barındırdığı anlamlardan ödün vermeksizin yalnızca üç kelimeye indirgeyebilmesi, şüphesiz beni çok etkiledi ve bu tespitin üzerinde çok uzun bir süre kafa yormama neden oldu.

neden {içeri}deyim?

Ötedost, dahil olamadığımız realitenin dışında oluruz, demek istememiş miydi?

reddettiğimiz bir sistem karmaşasının(hayatın) gönüllü izole köleleriysek, öyle isem, varolmayı seçtiğimiz dışındalıkta ben neden varolamıyorum?

ben bu dışındalığın {içeri}sinde miyim?

{içeri}si neresi?neden karanlık?

bana huzur verdiği bir gerçek … fakat tanımını yapamadığım bir yer … tanımını yapmamı istemeyen bir yer … ilerlemekten ölümüne korktuğum bir yer … vaat ettiği hiçbir şey olmadığı için huzur bulduğum ama vaat edebileceği bir sürü şeyi karanlığında barındırdığı için korktuğum bir yer …

öğüt …

küçük-yuvarlak ‘el aynası’nın denememi istediği yöntem …

ayağımın hemen kenarında turuncu bir çakıl taşı … parmaklarımla kavradım ve kaldırdım onu yerden … gözümün kestiremediği bir yöne, karanlığın tam içine fırlattım yeniden … dikkat kesildim kulaklarımla.

yoktu … içinde uzağın veya yakının anlamını barındıran bir yankı yoktu!

Bölüm Sonu

0 y o r u m :: İÇBÜKEY YAN(IL)SIMA (1-2)

Yorum Gönder