İÇBÜKEY YAN(IL)sıMA (2.bölüm)

(birinci bölüm burada başladı)

Her aydınlık günü yutar karanlık.
ister ve istediğini alır karanlık.
dinler, gözetler ve bekler karanlık.
karanlık kimi zaman sessizlik içinde gelir.
kimi zaman da davullar çalarak neşeyle.

- Sayılı Hüzünler Kitabı –


İKİNCİ BÖLÜM : “Silik Bir Silueti Andıran Kubbenin,
İçini Dolduran Sessiz Fısıltılar …”


İsa’dan önce 480 ile 407 yılları arasında yaşamış bir filozof olan Euripides, kalkmış demiş ki :

“insanları yanıltan nesneler değil, nesneler hakkında ki görüşlerdir.”

ellerim olsa da alkışlasam… beni tutan ellerden rica etsem…

ben yaşlı çınar ağacının kovuğunda oluşup da hiçlikten ortaya çıkmadım elbette. hiçbir şey buna muktedir değildir. tabi ki Hezekel, beni o kovukta bulmadan günler öncesinde zaten oraya bırakılmıştım. terkedilmiştim…

her ne sebepten olursa olsun önemsemiyorum. beni o kovuğa bırakanı da önemsemiyorum.

çünkü biliyorum ki, insanlar bazen onlara sunduğum kendi gerçekleri altında ezilirler. onlara sunduğum yansımalar insanın ruhunu yansıtan dolaysız gerçeklerdir. kabullenmek istemezler. inkar ederler.

Hezekel ise bu durumdan pek de rahatsız olmadı. önemsemedi ya da öyle davrandı. benimle konuştu ve beni dinledi. bana küçük-yuvarlak ‘El Aynası’ ismini verdi. defterine satırlarca hakkımda düşündüklerini yazdı.

gözlerinin içinden ruhunun derinliklerine baktım. kaçmadı.

aklı oldukça karışıktı. bulunduğu yeri kendisi için oldukça huzurlu buluyor ama karanlığın sakladığı bilinmezlik de onda tarifsiz bir korkuyu doğuruyordu. o kadar korkuyordu ki, karanlığın içinde barındırdıklarını çok merak etmesine rağmen araştırma cesaretini hiç göstermemişti.

Her türlü fikre açık ve tuhaf bir şekilde hevesliydi. ona, {içeri} diye adlandırdığı bu mekanın boyutları hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsa; önce el yordamıyla sırtını dayadığı duvardan başlayarak yavaşça karanlığın içine doğru ilerlemesini söyledim. elini duvardan hiç kaldırmadan ilerlerse, karanlığın içine girdiğinde bile yön duygusunu kaybetmeyecek ve istediğinde geri dönebilecekti. denedi ama yapamadı; geri döndü…

bu başarısız girişim onda bir yılgınlığa dönüşmemeliydi. buna izin veremezdim. Hezekel {içeri}nin kendi adına ne anlamı olduğunu anlaması bakımından mutlaka cesaretlendirilmeliydi. bunu bilmesi, zamanı geldiğinde ona sunacağım şeye hazırlıklı olması bakımından da son derece önemliydi.

karanlığın içine giremiyordu… bu cesareti gösteremediği için de, ne ile kuşatıldığını veya çevresini saran bu tanımlanamayan ‘odanın’ varoluş sebebi hakkında bir fikre sahip olamıyordu; en azından bu yerin yarattığı boşlukta kalma duygusundan kurtulabilmesi için, {içeri}nin boyutlarını bilmek ve anlamak istiyordu. öte yandan, bu yerde huzur bulduğunu hala nasıl düşünebiliyordu? paranoyak bir merak: teslimiyetçi bir dinginlik duygusu …

karanlığa çakıl taşları fırlatmasını önerdim… belki, taşların çarptığı yerlerden gelen sesler kafasında bir fikir oluşturabilirdi… hiçbir şey önerememekten iyidir değil mi?

Yine kendi nitelendirmesiyle {dışarı}ya yaptığı yolculuklardan da oldukça kötü etkilenerek ve aklı darmadağın olmuş bir şekilde dönüyordu. istisnasız üstü başı toz, toprak hatta çamur kaplı oluyor ve çok sık olmasa da farklı yerlere gittiğinden bahsediyordu. beni bulduğu yaşlı çınar ağacının altı genelde en sık gittiği yerdi. o ağacın altında uzun saatler geçiriyor ve tekrar {içeri}ye dönüyordu.

yaşlı çınar ağacının tek ziyaretçisi Hezekel değildi… onun kadar sık olmasa da; bazı zamanlar kömür karası bir arap atının alev alev yanan yelelerine benzer uzun, dalgalı ve simsiyah saçlara sahip oldukça güzel bir tanrıça da ziyaret ediyordu yaşlı meşe ağacının kalın gövdesinin altını.

Hezekel o tanrıça ile böyle tanıştı… zamanının önemli bir kısmını onunla konuşarak ve sorularına en dürüst yanıtları vererek geçirdi …

bu konu hakkında Hezekel’le aramızda detaylı bir konuşma geçmedi… fakat, tartıştığımız şeyler esnasında varlığı söz konusu olduğunda ona (Kirpi) diye hitap etmesi dikkatimi çekiyordu.

ondan büyülendiğini tahmin ediyordum. kendisi hiç açık etmese de, ben ‘El Aynası’ ne de olsa onun ruhuna bakıyordum ve o derinliklerde kendisinin inkar edemeyeceği büyüklükte bir coşkunun büyüdüğünü görüyordum.

bilmediği önemli bir gerçek ise; güvenebileceği tek dostu ‘El Aynası’nın, o güzeller güzeli tanrıçanın da ruhuna bakmış olduğuydu. ona sunduğum benliğinin gerçek yansımaları o kadar iğrenti vericiydi ki; inkar etti ve bu histen kurtulmak adına çözümü, beni yaşlı çınar ağacının o dar kovucuğuna bırakmakta aradı.

Hezekel ısrarla ona neden (Kirpi) diye hitap ediyor bilemiyorum ama ben gözlerinin içine baktığımda, bu olağanüstü güzelliğe sahip tanrıçaya hitap sözcüğü bulmakta hiç zorlanmamış ve :

“yalnızca bir kabuksun!”

deyivermiştim.

aslında kendisinin de farkında olduğu bu gerçeği, benim suretimde iç benliğinin bir yansıması şeklinde görünce ‘teşbihin’ kör olmayı yeğledi.

heyhat!

Hezekel, direkler arasına gerilmiş bu yalan siciminde bir süre ip cambazlığı yaptı. yararsız bir çabaydı!

deforme edilmiş bir gerçeğin üzerinde ancak faili dengede durabilir; kesinlikle bir başkası değil!

Hezekel’i kısmen de olsa uyarmaya çalıştım. kendi açısından ortaya çıkabilecek sonuçları öngörmesini ve akılcı bir değerlendirme yapması gerektiğini anlattım. benim yapabileceğim yalnızca bundan ibaretti.

şimdiyse, bu yaşananların çok gerilerde kaldığını anımsıyorum. Hezekel {içeri}de. burada daha paranoyak bir düşünce yapısı ve gittikçe sıklaşan panik atak krizleriyle, içgüdüsel bir mantığa tutunmaya çalışarak varoluşunun nedenini sorguluyor.

0 y o r u m :: İÇBÜKEY YAN(IL)sıMA (2.bölüm)

Yorum Gönder