bir: işte yine o ipi görüyorum

(toz ve gaz bulutu: burada)

“ericsson 337’nin şarj cihazını bulmak istiyorum…”

birisi de gelip tipi tip sakızlarının ilk karikatürünü bulmamı da istemez ki! pembo bile olur… al o takoz telefonunu… şarj cihazını bulabilir miymişim. bulabilirim tabii. işim bu benim.

“oo.. çok eski bir model ama o…”
“evet biliyorum… ama benim için çok önemli.”
“yol arkadaşı ha?”

dalga geçiyorum. sempatik görünmeye çalıştığımı zannediyor ama. belki de duyarlı olduğumu zannediyordur. ne zannederse zannetsin ama dalga geçtiğimi zannetmesin. aman….

“bu telefonu yıllar önce kaybetmiştim…”

dur! dur! anlatma bana öykünü! çok geveze bir teyzeye benziyorsun… daldan dala atlayıp gelininin donundan falan bahsetmeye başlarsın sen şimdi…aman dur! yalvarırım dur!

durmaz!

“…sonra gidip yenisini aldı gelinim… aslında oğlum alacaktı ama çok yoğun işleri olan biridir… gelin boş boş oturur… işyerinde oturur yani… işi ne; o alacak tabii…”

hııı-yaaa! beyin enerjimle bir kalp krizi geçirmesine neden olabilir miyim acaba… hayır; uğraşamam şimdi kalp masajıyla ambulansla doktorla… tamam, konuş be kadın! öldür beyin hücrelerimi gereksiz laflarınla….

“ama yeni aldığı telefonda benim kayıtlı mesajlar yoktu…”

nasıl?

“çok kızdım bu yüzden ama hiç lafını etmedim…oğlum duysa tatsızlık olur diye içime attım…ne zaman?…dört yıl mı beş yıl mı önce… sinan’ın ilkokula başladığı yıldı galiba? tabii canım beş yıl oluyor… geçenlerde, allah sizi inandırsın…”

tamam inanıyorum… size inanmamak imkansız. inanmamak gibi bir hataya düşmek aptallık…allah işi halletti siz yeter ki yormayın kendinizi. daha bir dolu insan var, lafları beyin hücrelerime nişanlanmış… sıralarını bekliyorlar… tekstlerini ezberliyorlar….

“…eski bir güneş gözlüğünün kabından çıktı….”

zeki müren’den mi ödünç almıştınız o kabı? o takoz telefon hangi gözlük kabına sığar yahu! hem neden gözlük kabına koyarsın telefonu?

“…oraya da niye koyduysam…”

gülme…gülme… sakatsın ya ondan koymuşsundur…

“..neyse…”

ne güzel dedin… susar mısın? bana ne bana ne bana ne…. sersem kedi saldırsana şuna… onun bacağının kan emicisi ol… bak hep konuşur hem seninle..

“…buldum bulmasına telefonu ama şarj cihazını atmışız işte… tabii bunca yıl gözlük kabında dura dura şarjı bitmiş…”

eh…tabuta yerleştirmişsin, geriye gömmek kalmış ama kanırtıyorsun işte….

“…şimdi baktı bizim gelin telefonculara falan yok bulamadı… çok eski modelmiş… bulunmazmış… hoş iki dükkana bakmıştır sonra boş vermiştir ama allah var ben de baktım…yok bulamadım…”

ve bana geldin…bittiii…. oh ne kadar güzel…..

“şimdi o aleti bulursam, telefonu şarj edebileceğim…”

bravo!

“…böylece o mesaja da bakabileceğim…”

ne mesajı diye sormayacağım.
mesaj asla konumuza dahil olmamalı. ama önce şunu sormalıyım:

“eski telefonunuzun numarasıyla yeni telefonunuzun numarası aynı mı?”
“evet?”

güzel…

içimden bir ses:
“bakın hanımefendi. mesajlar ya da kayıtlı telefon numaraları cep telefonlarına taktığınız sim kart denilen teknolojik ıvır zıvırlarla alakalıdır. siz telefonunuzu kaybettikten sonra yeni bir telefon aldığınızda o yeni telefona hafızası boş olan bir sim kart takılır. eski sim kart da işlevsiz olur. servis sağlayıcılar eski hattı kapatırlar yani… ve sizin o mesaja ulaşmanızın olanağı yoktur. hele beş sene sonra… olacağı varsa da olmaz….”
ve bu sese karşı başka bir ses:
“o zaman ben boş yere arıyorum şarj cihazını… haa… tamam o zaman… neyse kalsın… size iyi günler…”

bu benim bilgisayar karşısında mayın tarlası oynamaya devam etmemden başka ne anlama gelir? bir insana, bir yaşlı bayana, off, geveze bir kadına, şu salak moruğa yardım etmemden başka…
iyi bir insanım ben. di mi doki? evet ama iyiliğin de sonuçları vardır… iyiliğin kötü sonuçları olabilir. birine adres tarif etmekle iyilik yaptığını zannedersin ama senin tarifin yüzünden girdiği sokakta kafasına balkon düşer ölür… nerde o zaman iyilik?
hem bu kadının hayatında bir amaç var işte… bu amacı yok etmekle ona iyilik mi yapmış olacağım? en fazla, teknoloji konusunda biraz daha bilgili olarak evine dönecek… ama bir boşluğa düşecek… geliniyle dolduracak o boşluğu… evet aslında gelinine iyilik bile olur… şarj aletini bulup teslim ederim ve bu kadar. hem, bir şey öğrenmenin bedeli olmalı… öğrenmenin yaşı yoktur tabii… ha doki? yaşlı insanlar da bişeyler öğrenebilir… sadece romatizma ya da boktan diyetler konusunda kendilerini geliştirmeleri ne kadar da üzücü….

işte yine o ipi görüyorum. iyi bir insan olmak ile kötü bir insan olmak arasına gerilen ipi görüyorum. o ipin üzerindeyim. iyi insan olma tarafında mayın tarlası var… diğerinde paraya çevrilebilecek bir şarj aleti. benim şarj olmam lazım… kendimi yenilemem… bunun için de para lazım…
ne ipi be!

“aslında bir sonraki model olsaydı işimiz daha kolay olurdu. yine zor olurdu tabii ama daha kolay olurdu işte… daha az zor da diyebilirim…”
“bulabilir misiniz?”
“benim işim bu hanım efendi. bu büronun kirasını karşılamam lazım…”
“o mesajı okumam gerek… çok önemli..”

anlatma bana! mesajdan bahsetme bana! ben o antika şarj aletini getirdiğimde ve sen telefonunu çalıştırdığında bir sikim olmayacak! “mesaj yook…a-aa…” diye kalacaksın… ve bana “hani mesaj!” diyeceksin… işte o zaman olmaz… benim senin mesaj probleminle bir ilgim yok… benim şarj aletini bulmaktan başka bir işim yok ve bunu yapacağım… ipin üzerine çıkartma beni yine!


“ee.. telefonunuz bende kalmalı…”
“neden?”
“şarj aletini bulduğumda işe yarar olup olmadığını anlamam için…”
“a.. evet aslında… aman dikkatli olun…içinde çok önemli…”

sus be!

“dikkatli olurum siz hiç merak etmeyin!”

tık! tıkandı işte ağzına laf… hadi git… dur gitme nereye gidiyorsun!

“bana bir telefon numarası falan bırakmanız gerekiyor…”
“a.. evet aslında… bi kağıt kalem varsa…”
“buyrun..”

şu yaşlı insanların en önemsiz şeyi bile özene bezene, yavaş yavaş yazmaları yok mu! sanki çerçeveletip asacam!

“e.. bir de şarj aletini bulduğumda, tabii çalışır vaziyette olduğunu kontrol ettikten sonra, onu satın almam icap edecek…”
“hemen alın! aman diyim... bulur bulmaz alın!”

off…peki nasıl almamı önerirsiniz? hoş, muhtemelen beleşe getireceğim ama bunu düşünmeniz lazım… ben havuçla yapmıyorum ki alışverişlerimi…

“adamın istediği para bende çıkışmazsa…”
“a.. evet aslında… ne kadardır acaba?”
“antikacılara falan da bakmam gerekebilir… antikacılar da bulunmayan bir şey olduğunu bildiklerinden ellerindeki malı olabildiğince yüksek fiyatla satmaya meyillidirler… düşünün ki araştırmalarım sonucu istediğimiz şarj aletinin başka bir şehirde satıldığını duydum. eh denemem de gerekiyor... yani şehir dışına çıkmam icap edebilir…bunun gibi şeyler işte… olabilir… keşke olmasa ve büyük bir şans eseri bir an önce bulsam ama işimizi şansa da bırakmamalıyız…. şansa bırakacaksak benim işim ne öyle değil mi? ”

hadi be! daha fazla üfüremiyorum sen şişir şu miktarı….

“şimdilik bu kadar yeter.. mi?”

ağzına bile sıçar! manyak bu kadın… şarj cihazı değil orta halli bir jeneratör alınır be bu parayla!

“yeter umarım… zaten prensip olarak tüm harcamalarımızı olabildiğince faturalamaya çalıştığımız için artanı size iade edilecektir… şu formu doldurun lütfen… böylece her şey yasal olur… kapora olarak bıraktığınız miktarı da yazın… hayır şuraya… evet…”

başlık atacak sanki… en tepeye yazmaya çalışıyor…

“gerçi yazmıştım ama… bir daha mı yazayım telefon numarasını buraya…”
“ev numaranızı yazın oraya…”
“ev numaramı vermiştim zaten ben size…”
“o zaman cep numaranızı… yazın…”

çok gerginim doki… şu kadın gidiverse rahatlayacağım… hayır gergin değilim aslında sinirliyim… onu kazıkladığımı düşünmek istemiyorum ama galiba biraz öyle oluyor. mecburum ama buna doki… mayın tarlası var o tarafta… kareleri çarpılamakla geçiyo günler zaten…baksana şu takvimin haline… her yer mayın dolu… kımıldamam lazım benim… şarj olmam lazım! sinirlenmeden ama… sakin olarak… di mi dok-ki!

“işte bu da benim cep telefon numaram… istediğiniz zaman arayabilir işinizi takip edebilirsiniz… ben de sizi arayacağım…”
“ben sizi ararım... zaten duramam, merak ederim… aman elinizden geleni yapın çünkü o telefonda çok önemli….”
“hiç merak etmeyin hanımefendi… şarj aletini bulacağım sizin için…”

hadi anca gidersin… kışt!

(devamı burada)