KUTSAL KASE'NİN EREKSİYONİST BEKÇİLERİ

4.
Gerçekten uzun ve bir hayli yorucu, özellikle mental olarak düşünüldüğünde, mesainin ardından Arthur Schopenhauer burada, yani ruhani alemin en sade döşenmiş ve kendisine tahsis edilmiş odasında, bir nebze olsun dinlenebilmeyi umut ediyordu.Odasında gerçekten de gereksiz addedilecek hiçbir obje bulunmuyordu.

Basit sekizgen biçiminde beyaz duvarlar çepeçevre sarıyorlardı ünlü filozofun çevresini.Karışık fikirlerle dolu zihninde, şekillendirmekle meşgul olduğu planının ayrıntılarını, odasının uzak köşesinde bir yerde duvarından dışarıya doğru uzanan şiltesinde uzanarak düşünmeye çalışıyordu.Şilte haricinde, Schpenhauer ihtiyaç duyarsa diye odanın içinde basit sayılabilecek bir sandalye –üç ayaklı bir sandalyeydi bu- ve tek ayağı olan bir masa –mükemmel bir denge tutturulmuştu, sol köşesinden uzanan tek bir ayağı vardı- konulmuştu.

Odanın pirinç kapısı aniden çalmaya başladığında Schopenhauer’in içi geçmek üzereydi.Söylenerek kapıyı açtığında, karşısında posta meleklerinden biri duruyordu.Elinde tuttuğu ince bir zarfı ona doğru uzattı.İçinde saha raporu vardı ve Schopenhauer’e teslim edilmek üzere gönderilmişti.İnce hasırdan dokunmuş sırt çantasından çıkardığı teslimat belgelerini imzalanması için dayanıklılığını attırsın diye sıcak kumda bekletilen, baykuş tüyünden yapılmış kalemini Schopenhauer’e uzattı.En iyi tüy kalemlerinin kaz tüyünden yapıldığını çok iyi bilse de, Schopenhauer bu konuda bir eleştiri getirme zahmetine girmek istemediğinden olsa gerek; derhal salyasına bandırdığı tüyle belgeleri imzaladı.

Tahmin ettiği üzere kendisine ulaştırılan saha raporu Ephfilya’ya aitti.Gülümseyerek raporu incelemeye başladı.

Schopenhauer, Genel Merkezi Biriminin Baş Sorumlu Meleğinin kızı Ephfilya’yı henüz küçücük bir melekken tanımış ve onu kendi bildiği doğrultuda eğitmişti.Daha küçükken bile büyülüp serpildiğinde olağanüstü güzellikte bir melek olacağı belliydi.Bir çok dişi meleğin aksine onun güzelliği çevresini çepeçevre saran ruhani halenin ışığından kaynaklanmıyordu.Daha doğal, aykırı ve özgür bir güzelliğe sahipti.Uzun ve dalgalı saçları tıpkı, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının yarattığı yıkıcı etki benzeri, gökyüzünü bir babunun götü kadar kırmızıya dönüştürdüğü anda ki kadar yakıcı bir kızıllıktaydı.

Çocukluğunda zamanının büyük bir kısmını Schopenhauer’in yanında, onun öğretilerini dinleyerek geçiren ve kişiliğine yön veren bir çok fikri yine hocasıyla tartışarak, araştırarak özümseyen Ephfilya, diğer dişi meleklere fikri bağlamda da tabi ki hiç benzemiyordu.Schopenhauer’in ateist temele oturttuğu dini yorumları ve açıklamaları onu o kadar derinden etkilemişti ki, yaratılmasında ki kutsal bilgeliğin amacını ve içinde bir yerlere yerleştirilmiş nurani genetiğin anlamını sorgulamaya başlamış; kendisi gibi yaratılan diğer varlıkların davranış kalıplarına uymayan asi bir mizaç geliştirmişti.Hiçbir zaman bulunduğu yeri -Tanrı katında ikamet etmesine rağmen- kendisi için yeterli görmemesi ve daha çok insanların arasına karışma isteği, onun genellikle saha görevlerine gönüllü olmasını sağlıyordu.Elbette bu gidiş gelişlerin sıklığı onun insanlarla olan iletişimini de ilerletmişti.Artık inançlarında keskin sapmalar oluşturan fikirlere kendisini sonuna kadar açık hissediyordu.

İnsanlar arasındayken kendisini tanımlamaya ihtiyaç duyduğu anlarda, herkese fanatik bir komünist olduğunu söylüyordu.Marx ve Engels’in “Komünist Manifesto” adlı kitabını okumuştu.Ünlü İngiliz yazar Thomas More’un “Ütopya”sından çok etkilenmişti.Bir şekilde Marx’ın bilimsel sosyalizmine kendisini daha yakın hissediyor ama Anarşist Komünizm anlayışını da saygıyla karşılıyordu.

Schopenhauer, elindeki saha raporunu incelerken geçici bir şok ve beyin kıvrımlarını felç eden bir algılama zorluğuyla karşılaştı.Planının dayanak noktası olacak o sözcük, Zebulun’un ağzından sarfedildiği rapor edilen bu sözcük olamazdı.

“Yarık”

Şimdi kendisini planının ayrıntıları için daha fazla zorlamak zorundaydı.Aslında onda ki aşırıya meyleden bu açıksözlülük hoşuna da gitmişti.Vücutlarımızın görüngesel dünyanın gerçek birer parçası olduğu ve tabi ki yine görüngesel dünyanın gerçeklerine vücutlarımız yoluyla yaklaşabileceğimiz savı zaten ezelden beri kabullendiği bir düşünceydi.

Planının ayrıntıları bilge filozofun aklında şekillenmeye başlarken, tek bir ayrıntı canını sıkmaktaydı.Ephfilya bu plana işlerlik kazandırmak için hayati öneme sahipti ve o bunu henüz bilmiyordu.Aslında bilmesi de pek hayırlı olmazdı.

Derhal ona ulaştırılması için kısa bir not yazdı ve zarfa koyup kutsal ışığın ateşiyle mühürledi.Schopenhauer ondan kesinlikle Zebulun’un peşini bırakmamasını ve nereye giderse gitsin onu takip etmesini öğütlemişti.Fotoğrafsa planının işlerliği bakımından güzel bir ayrıntı olabilirdi; eğer başarabilirse bunu mutlaka yapmasını yazmıştı.

Eğer planı doğru işlerse, kendisini ve üstün zekasını yansıtan eşsiz önerilerini hor gören, gözardı etmeyi marifet sayan o Baş Sorumlu Meleği de alt etmiş olacaktı.Ephfilya’yı bu amaç için kullanmak vicdanında en ufak bir seğirmeye bile neden olmazdı; zaten kıza verebileceği en iyi derste, bir anlamda onun büyük bir hevesle öğrenmek istediği hayatı tüm gerçekliğiyle öğrenmesini kolaylaştıran bu planın içinde ki ufak nüanslar olacaktı.İnsanlarla bu kadar yakınlaşması doğrusu onun da hoşuna giden bir şey değildi ama gerçek öfke, sonuçlar babasının yani Birimin Baş Sorumlu Meleğinin önüne getirlidiğinde ortaya çıkacaktı.

0 y o r u m :: KUTSAL KASE'NİN EREKSİYONİST BEKÇİLERİ

Yorum Gönder