KUTSAL KASE'NİN EREKSİYONİST BEKÇİLERİ

8.
Kasıklarının çevresine çöreklenen o tatlı ve karıncalı yanmadan kurtulmuş, mesanesini sıkan basıncı sonlandırıp rahatlamıştı. Nedense içini aptalca bir minnettarlık duygusu kaplamıştı. Sanki işeyebilmesini başkalarına borçluymuş gibi. Çok garip bir duyguydu. Şu son birkaç aydır içini böyle duygular kaplıyordu.

Büyük bir rahatlama hazzı ile pantolonunun düğmelerini ilikleme işine girişmişti ki, birden zaten ilikli olduklarını fark etti. Afalladı. Bir terslik vardı; ayakta da değildi, masasında oturuyordu. Kızlar da tam karşısında. Boş bardaklar biralarla tazelenmişti. Güzel. Çevresi hoplayan, zıplayan insanlarla doluydu. Müzik, kendilerinden geçirmişti. Her şey iyi de, peki ben nereye işedim lan, diye düşündü.

Altıma işemiş olabilir miyim? Yok, daha neler… Ne oldu peki, düşün!

Bulmuştu; büyük ihtimalle zamanda geriye kaçmış olmalıyım ben, dedi kendine. Gerçekten mantığına yatıyordu bu türden uçuk fikirler. Hemen yan tarafına baktı, hayır, başka bir Zebulun oturmuyordu yanında. Buna biraz üzüldü. Paniklemeli miydi? Bundan pek emin değildi. Yorucu geldi paniklemek ona.

Orada ki tuvalete gittiğini çok iyi biliyordu. Bilmesini kolaylaştıran hatıraları vardı, o anla alakalı olarak. Burun çeperlerinde hala tüten amonyak kokusunu alabiliyordu. Ürik asitten kaynaklı, iğrenç bir koku işte. Tahammülü zor. Hafızasına yer eden o keyifli anı, yani işeme esnasında, tuvaletin tavanına doğru yükselen sidiğin kokulu sıcak buharını izlerken, nasıl da büyük bir haz almıştı; ne kadar da canlıydı. Bir anıya bile dönüşmemiş olması gerekiyordu aslında, bilakis o anın içinde bulunmam gerekiyordu benim, dedi kendine.

Nasıl becerdiğimi bilmiyorum ama galiba zamanı büktüm ya da eğdim veya bir halt ettim işte. Suç bütünüyle benim ulan, istemeden zamanın akışında bir kırılma veya kopma noktası oluşturup bir başka gerçeklik boyutuna sıçradım bok gibi. Aman Tanrım! Ne yaptım ben!

Bir an önce düzeltmeliyim bu durumu yoksa benim yarattığım bu eğik zaman düzlemi başkaları içinde bir kâbusa dönüşecek. Gerçeklikleri bildikleri gerçeklikten ayrılacak ve hayat bambaşka bir olurluktan başlayacak. Herkes aldığı nefesi tekrar içine çekecek belki de. Ne bileyim, şartlandığımız birçok şey tersine dönecek.

Kulağa çok da kötü gelmiyor aslında!

Yine de zamanın akışını kendi düzlemine oturtmalıyım. Ütopik bir gerçekliği kim yaşamak ister ki? Var mı o kadar cesareti olan? Hiç sanmıyorum.

Pekâlâ, sanırım bu oynak düzlemi nasıl rayına oturtacağımı biliyorum. Mademki sikimle bozdum yine onunla düzelteceğim. Saklandığın yerden çıkıp sen düzelteceksin bu kaotik saçmalığı.

Zebulun oturduğu yerde acele ve komik bir beceriksizlikle pantolonunun düğmelerini açmaya çalışıyordu fakat fazla sıktığı kemerini bir türlü gevşetemiyordu. Zamanın büküldüğü o ana ve mekâna geri dönebileceği yanılgısına kapılmış ve bunu sağlayacak anahtar öznenin çükü olduğu yargısına varmıştı. Bu sefer kubura değil de belki lavaboya işerim, böylece ters tepkime zamanı bu eğiklikten kurtarır gibi çözümler üretiyordu kafasının içinde.

Masaya gelip oturduğundan beri garip davranışlar sergileyen Zebulun’u biraz da korkarak seyreden Sibel ve Duygu, şimdi de onun pantolonuyla olan didişmesini şaşkınlıkla izliyorlardı. Pantolonu çıkarmaya çalıştığını fark etmişlerdi ama nedenini iyice kavramadan buna engel olmanın onu durdurmayacağını hissediyorlardı. Ne olmuştu orada ona. Yüzünde rahat bir gülümsemeyle gelip oturmuş ve birdenbire panik atak belirtileri göstermeye başlamıştı. Çevresini korkulu bakışlarla süzüyor ve rahatsızlığını belli eden kıpırdanmalar içinde hiç durmadan mırıldanıyordu. Sonrasıysa malum; paniklemiş ve korkmuş bir halde pantolonundan kurtulmaya çalışıyordu.

Sibel biraz sonra ortaya çıkabilecek yakışıksız durumun farkına vararak derhal müdahale etme gereği duydu.

Zebulun! Bana bakar mısın? Ya yüzünü kime benzetiyorum acaba diye içim içimi yiyordu… Buldum sonunda! Uğur Polat’a çok benziyorsun sen.

Zebulun’un telaşlı kıpırtıları ve sinirli mırıltıları o kadar ani olarak kesildi ki kızların ikisi de şaşkınlıkla irkildiler. Bıçak gibi kesilmişti her şey. Yüzlerine kayıtsız ve donuk gözlerle bakıyordu. Birasını kaldırıp bir yudum aldı. Bıyık uçlarını emdi. Pek ilgisini çekmemişti bu benzetme sanki.

Sence de benzemiyor mu Duygu?

Evet, sanırım benziyor.

Odamda bir posteri bile var adamın ya. Hayranıyım herifin.

Umurunda değildi ve dudaklarını büzerek bunu çok da belli etti. Sibel hemen karşı atağa geçmeye karar verdi.

Tamam, öyleyse kendini en çok kime benzettiğini sen bize söyle!

Bu soruya verebileceği bir cevabı vardı. Birkaç saat önce fark etmişti zaten. Kızlar henüz masasına gelmeden önce. Alnını ovuşturdu; beyninde birbirleriyle simetrik şekilde patlayan kıvılcımlar çakıyordu.

Bakışları Duygu’nun beyaz tişörtünün altında bile zorlanmadan fark edilebilen mükemmel orantılarda ki o dimdik memelere kaydı. Orada fazla takılı kalmadı. Kafasını gökyüzüne kaldırıp yıldızları seyretmeye başladı. Ardından ciddi bir ses tonuyla dramatik bir sahne oluşturmaya çalışıyormuş edasıyla konuştu:

Diyeceğim o ki; sanırım ben kendimi Amerikan Süvarilerinin Atlı Bölüğünde ki Askerlerine benzetiyorum kızlar ve eğer yanılmıyorsam ve delirmediysem, bu benzerlik büyük ölçüde siz kadın milletinin memeleriyle ilişkili.

Bir sigara daha yaktı ve gülümsedi.
(...)

0 y o r u m :: KUTSAL KASE'NİN EREKSİYONİST BEKÇİLERİ

Yorum Gönder