ah sen miydin; sen kimsin?

ben bir bok yemiş olamam, kimse bunu inandıramayacak bana, asla! ama peşimdeler, koşuyorlar, kaçıyorum, nereden baksan kovalanıyorum! keşke bir şey hatırlasam. dönüp; "ben kovalanacak adam mıyım yavşaklar! çok belli ulan bir yerde bir yanlış anlaşılma var!" demeye kalksam, daha "ben kovalanacak" derken beni yakalarlar, "adam mıyım" derken sağıma soluma iner yumruk!
işte o yüzden koşmaya devam ettim; geleceği görmek geleceği yazmaktır ne de olsa...
(koştum, koştum, koştum işte... koşmayı mı anlatayım bir saat! ama durdum birden! aniden! ansızın!)
çünkü hayatımda gördüğüm en komik çocukla karşılaştım; bir apartmanın hemen önünde. buna nasıl bir oyun yapmışlarsa artık, hem güldüm hem de yardım etmek istedim.
bunun, bebenin, devamlı hareket eden iki kolu havadaydı; kafası kazağın içindeydi ve kazak bir dolu anlamsız fermuarla kaplı olduğu için, kazağın içindeki kafasını bir türlü dışarı çıkaramıyordu. bu çocuğu, fermuarlarla dolu bir kazağa hapsetmişlerdi!
"ne yaptılar sana?" diye yaklaştım buna. dünyanın tüm güzel günleri sanki kazağın içindeydi! onu bu boktan durumdan olabildiğince az gülerek kurtarmam gerekiyordu.
"dur kımıldama" diyerek fermuarlarla cebelleşirken, bir an önce kafasını meydana çıkarmak istiyordum; çünkü: nefes alsın! ama o beni ısırdı. sol kolumu. şimdi düşünüyorum da, o ısırdığı an , bir an için peşime düşen saldırgan angutları hatırlamıştım ama hiç endişelenmemiştim çünkü bu bebeyi gördüğüm an hepsinin yok olduğunu tüm kalbimle hissediyordum.
bin türlü çabayla kafasını kazaktan çıkarabildim. sarı saçlı, mavi gözlü, hiç bilmediğim yerlerde doğmuş bir bebeydi bu. "geçti, sakin ol!" dedim, başka bir dilde mi söyleseydim keşke diye alttan alta düşünerek. başka da bir dil bilmiyordum ama.
kafası kurtulunca, çırpındı, elini ayağını kurtardı, kazağı attı bir kenara ve bacağıma yapıştı; bir şey de söylemiyordu ha, öylece sarıldı bacağıma...
"dur o zaman anneni bulalım senin" diyerek apartmana girdim. girdik.
daha kaç katlıdır, hangi kapıdır diye düşünmeme bile zaman kalmadan yarı çıplak (aslında çıplak falan değildi, bornozluydu) bir kadın belirdi ve çocuğu kaptı bacağımdan. çocuk da ona doğru fırladı tabii. annesi, diye düşündüm, kesin!
hiç anlamadığım bir dil kullanarak bir şeyler söyledi bana. gülümsedim, gülümsedim, sonsuza kadar gülümsedim.
çocuğu ve annesini bırakarak apartmandan çıktım. orta boy bir kara lahanaya dönüşmüş kafam, sadece bir sonraki adımı atmama yardımcı olabiliyordu.
"aha işte orada götoğlu!" diye bağırdı biri ben tam apartmandan çıkarken; gayri ihitiyari boğazımı temizleyip yere tükürdüm bunun üzerine.
"sen-sin-lan-göt'!" diye haykırdım ve koşmaya başladım...

0 y o r u m :: ah sen miydin; sen kimsin?

Yorum Gönder