KUTSAL KASE'NİN EREKSİYONİST BEKÇİLERİ

13.

Yolda fazla konuşmadılar. Zebulun kızlara, arkadaşlarından birinin üzerinde ki soğuk algınlığını beyaz leblebi yiyerek tedavi etmeye çalıştığını ve herkesin sonucu merakla beklediğini anlattı. Tuhaftı ve gecenin ilerleyen saatleri olmasına karşın Beyoğlu hala canlılığını koruyordu. İnsanlar uyumuyorlardı.

Birkaç metre arkalarından yürüyen Ephfilya fark edilmemeye dikkat ederek onları takip ediyordu. Babasının görevlendirdiği broşürcü melek ise ortalarda görünmüyordu. İşini iyi yapan bir profesyoneldi. O melekten önce Zebulun’a ulaşması gerektiğini hisseden Ephfilya, maalesef çekeceği tek bir fotoğrafın neyi değiştireceğini de pek kestiremiyordu. Önemli birinin peşinde olduğunu umut ediyordu.Buna değecek birinin…

Bir süre daha yürüdükten sonra, caddenin sağ tarafına doğru biçimsizce bükülen ve derinlere doğru uzayıp giden bir sokağın içine daldılar. Ardından hemen birkaç adım mesafede eski, boyaları aşınmış ve köhne denilebilecek bir binanın dar, yetersiz ışıklandırmalı ve kaygan merdivenlerini tırmanmaya başladılar.

Zebulun’un midesi, bir ördek sürüsünün büyük bir göletten havalanması gibi çırpındı ve ayağa kalktı. Gurultu apartmanın isli duvarlarında yankılandı. Biraz arkada kalarak ne olacağını görmek istedi. Onlar koşar adım merdivenleri çıkarlarken biraz soluklandı ve bu arada merdivenin ilk birkaç basamağına da içinde ne varsa çıkarttı. Yoğun ama akışkan ve sarı-kahverengi kusmuk ağzından fışkırdı. Koku inanılmazdı. Orayı berbat halde öylece bırakıp, üst katlardan kendisine seslenen kızların yanına ağır adımlarla çıkmaya başladı. Kusmak biraz açmıştı onu ama baş dönmesi hala iğrençti. Şekilsiz ve büyükçe bir kapıdan içeri adımını atar atmaz, yoğun bir sigara dumanı ve havaya karışan ekşi ter kokusu burnundan içeri hücum etti. Öğürmek üzereydi. Duman bulanık ve puslu, mavi bir bulut gibi çöreklenmişti kafaların hemen üzerine.

Zebulun zorlukla ilerlemeye başladı. Yüksek sesle Nick Cave And The Bad Seeds cazırdıyordu. İçeride herkes dans ediyor, yürüyor, zıplıyor, elliyor, kaçıyor ve yalıyordu. Hıncahınç dolu mekân delirmişti. Bu hoşuna gitti. Kızları o çıldırmış güruhun içinde ve bulundukları ortama kolaylıkla uyum sağlamış bir halde fark etti. Gülümseyerek onları seyretti. Israrla kendisini çağırıyorlardı. Geliyorum anlamında bir işaret çaktı. Hakikaten sıyırmış, coşkulu bir kalabalığın içindeydi. Fena sayılmazdı aslında. Uyum sorunu çekmeyeceğini düşündü, yalnız biraya ihtiyacı vardı. Hemen şimdi…

Biraz ötede, sağda zeminden tek basamakla yükseltilerek tasarımlanmış barı ve içinde sıra sıra dizilmiş olan içkileri görerek oraya doğru yürümeye başladı. Zordu yürümek. İnsanları itmek gerekiyordu. O da öyle yaptı. İtekledi. Motivasyonu sağlamdı çünkü. Soğuk bir biraya ihtiyacı vardı. Bir ara gözü yukarıya, derme çatma bir asma katın üzerinde kendi aletleri içerisine gömülmüş olan DJ. e takıldı. Müziğin yüksek gürültüsüyle kafasını sallayıp saçlarını savuruyordu. İmam ve cemaat hiyerarşisi içinde ve harikulade…

Bu arada önünü tıkayan, geçişine engel olan birisi onu yolundan alıkoyuyordu ve bu yüzden sinirlenmeye başlamıştı. İlerleyemiyordu çünkü kendisi de muhtemelen onun yolu üzerinde duruyordu. Göğüs göğse birbirlerine takılmışlar ve geçip gitmelerine olanak verecek geri adımı ikisi de atmıyordu. Zebulun, soğuk bir birayla arama set çeken bu göt kim olabilir diye hayıflanarak kendini sertçe geriye çektiğinde, burnunun dibinde Uğur Polat’ı görünce gözlerine inanamadı. Oydu.

Hayır, hatta yuh! Kendisine hiç benzemiyordu ki; bıyıkları daha ince ve düzeltilmiş, alnı daha açık, yüzü uzun ve biraz solgundu, kaşları ince, burnu yüzüne birebir orantılıydı, yani her şeyden biraz daha vardı adamda. Peki ulan neyi bana benziyormuş bu dalyarağın diye düşünürken, Uğur Polat kenara çekilmiş olmasından da faydalanarak hızla çıkış kapısına doğru yürümeye başlamıştı bile. Gidiyordu.

Adamın arkasından: Bana hiç benzemiyorsun olum! diye bağırdı.

Şaşkınlıkla Sibel ve Duygu’nun bulunduğu yöne doğru dönerken, onlarında bu mücadeleyi başından beri izlemiş olduklarını suratlarında ki aynı şaşkınlığı görünce anladı. Çıldırmış kalabalığın içinde iki heykel gibi dikliyorlardı. Aralarında ancak bir dağ sıçanı ile zebra kadar benzerlik olduğunu onlar da fark etmişlerdi tabi. Böylece ilk harekete geçen Sibel oldu. Kapıya doğru adeta uçuyordu. Ardından Duygu onu izledi.

Adamın peşinden mi gidiyorlardı ne!

Öyleydi. Koşarak onu takibe başladılar.
(...)

0 y o r u m :: KUTSAL KASE'NİN EREKSİYONİST BEKÇİLERİ

Yorum Gönder