önce rakamlar vardı

[kelimeleri tersten okuyan adam ile ömrünü sayılara veren adam. kim bilir kaç yaşında başlamıştı saymaya? şimdi kaç yaşındaydı acaba? işte tüm yaptığı: "bir milyon altıyüz kırk beş bin sekizyüz yirmi yedi, bir milyon altıyüz kırk beş bin sekizyüz yirmi sekiz, bir milyon altıyüz kırk beş bin sekizyüz yirmi dokuz..."

kelimeleri tersten okuyan adam sadece onun sayılarıyla ilgileniyordu: "rib noylim ıtlazüy krıkşeb nib zikeszüy imriy idey, rib noylim ıtlazüy krıkşeb nib zikeszüy imriy zikes, rib noylim ıtlazüy krıkşeb nib zikeszüy imriy zukod..."

ikisinin karşısında yedi kardeş vardı. bu yedi kardeş, ağızlarını ayırmış, kelimeleri tersten söyleyen adamın ne dediğini anlamaya çalışıyorlardı. sayı sayan adam ile pek ilgilendikleri yoktu yani. ama, ne var ki, ancak... hiç bir şey anlamıyorlardı! işte bu nedenle sürekli kavga ediyorlardı:
"ben anlıyorum, şu anda ne yapmamız gerektiğini söylüyor!"
"hayır asıl ben anlıyorum, şu anda, aksine, ne yapmamamız gerektiğini söylüyor!"
"ikiniz de anlamıyorsunuz!' o sadece iyilikten bahsediyor!"
böyle sürüp gidiyordu kavgaları...]

bir de biz vardık. ben ve o. akıllı geçiniyorduk ya da akıllı geçinmek zorundaydık. ama ben daha akıllıydım, şüphesiz, çünkü o, kendisinin benden daha akıllı olduğunu zannediyordu ve bana, kendisinin daha akıllı olduğunu çünkü kendimi ondan daha akıllı sandığımı söylüyordu. işte o böyle dedikçe, kendimi ondan daha akıllı hissediyordum ve hepsinin ötesinde ben ondan çok daha akıllıydım çünkü onun kadar konuşmuyordum!

yine de, şunu itiraf etmeliyim: benden sonra en akıllı olan oydu.

bitmek üzere olan sigaramın ateşiyle, yeni sigaramı yakmaya çalışırken, yine tutamadı çenesini ve konuşmaya başladı:
"bir iki güne kalmaz iki milyona gelecek..."
sigaranın izmaritini, diğer izmaritlerin yanına attım. yeni yaktığım sigaradan derin bir nefes aldım ve ona cevap verecekmiş gibi ağzımı açtım. sonra da, söyleyeceğim şeyi söylemekten vaz geçmiş gibi kapadım ağzımı. gözlerimi kapadım, sanki bir şey düşünüyormuş gibi. utanmaz, devam etti:
"biraz önce hesapladım, iki milyon dokuz yüz yetmiş altı bin altı yüz kırk beşe geldiğinde, tam o an yani, ben otuz iki yaşına basmış olacağım. matematik hesaplarında yetenekli olmak çok önemli biliyor musun!"
bana soru sormuyordu, bunu bir soru olarak algılamak istemiyordum ya da. ne diye onaylayacağım ki böylesi bir şeyi? karşı çıkmak da saçmaydı. bunları düşünürken hafifçe öksürdüm, sanki boğazımı temizler gibi. ama o bu davranışımı bir onaylama (ya da onaylamama) sandı ve konuşmaya devam etti:
"seni severim, bilirsin, ama o yedi kardeş için çok üzülüyorum. sürekli kavga ediyorlar! onlara, o adamın tersten konuştuğunu, tersten okunan kelimelerin bir anlamının olamayacağını, tersten okunan kelimeleri ters çevirirlerse işte o zaman gerçeği göreceklerini ve bir boka yaramaz şeyler için ömürlerini harcadıklarını o anda acıyla anlayacaklarını ama illa ki sayıları dinlemek isterlerse de, en iyisi doğrudan sayı sayan adamı dinlemeleri gerektiğini anlatmaya çalışıyorum ama beni hiç bir zaman dinlemiyorlar!"
işte, benim daha akıllı olduğum bir kere daha ispatlanıyor! onu dinlemiyor değiller, onu da dinliyorlar ama onun dediklerinden hiç bir şey anlamıyorlar çünkü kendilerinin haricinde konuşmasına alıştıkları tek insan kelimeleri tersten söyleyen adam! onların kendisini dinlemesini istiyorsa, kelimelerini tersten söylemeli, yedi kardeşin alıştığı şekilde yani... ancak, bütün bunları ona anlatmam yararsızdı çünkü kendini o kadar akıllı sanıyordu ki, dediklerimi ciddiye almayacaktı. ben de bir sigara yaktım. sanırım sözlerini endişe verici bulduğum için sigara yaktığımı düşündü ve konuşmaya devam etti:
"bak, kendini benden daha akıllı sandığını biliyorum. işte sırf böyle düşünmen bile beni senden daha akıllı yapıyor! o yüzden, çözüm önerimi gerçekleştirmekte bana yardımcı olmalısın. bu iki bok kafalı herif yüzünden hayat pek keyifsiz! onları durdurmak gerek! sayı sayan adamı durdurmak olanaksız çünkü hem çok iri hem de çok sert bakışlı... ama ters adam o kadar da devrilmez görünmüyor. tamam benim kadar olmasa da, sen de akıllısın, hatta benden sonra en akıllı olan sensin ama o yedi kardeşe de ihtiyacımız var! yani, hem, yazık onlara... işte, diyorum ki, ikimiz bir olup, o ters adamı bir güzel hırpalayalım, ağzını bağlayalım ve gerekirse uzaklara kovalım. sayı adama dokunmayız, o çok kocaman ve işte, sert bakışlı, dediğim gibi... hem, bir de, bahsettim ya, otuz iki yaşıma gelmeden ona bir şey olsun istemiyorum. o kadar hesap yaptım, o anı uzun zamandır bekliyorum. zaten amaç yedi kardeşi kazanmak, değil mi?"
yine soru sormuyordu. ya da ben öyle algılamak istiyordum. bununla beraber bir öneride bulunduğu kesindi ve benim bir karar vermem gerekiyordu. sigaramdan derin bir nefes çektim ve yedi kardeşe ve iki aptala doğru baktım. ne anladı bilmiyorum:
"evet haklısın, daha zamanı değil... şimdi, hemen saldırırsak ters adam canımızı yakabilir. o halde planlar yapalım, zaman kazanalım..."
sigaramı söndürdüm ve gözlerimi kapadım. derin bir uykuya dalmadan önce, hayal meyal hatırladığım bin dokuz yüz doksan altıyı düşündüm.

0 y o r u m :: önce rakamlar vardı

Yorum Gönder