İÇBÜKEY YAN(IL)sıMA (2/6)

birinci bölüm burada
ikinci bölüm burada başladı

“ aslında en saygın yöntemin hala yazmak olduğunu düşünüyorum …Ötedost’un yazını kendi doğrusundan yola çıkıp adım adım okuyucusunu önceden belirlenmiş bir çözüme doğru ulaştırmayı başarıyorsa da, hiç kimseyi zorla bu çözümün esiri de yapmıyor.
yalnızca, kendi mantık süzgecinde arıtılmış fikirleri en nahif ölçülerde vererek okuyucusunun doğrusuna hiç karışmıyor … ”

“ çelişkili konuşmuyor musun Hezekel? ”

“ evet … nihayet beni anlamaya başladın sevgili El Aynası … şimdi çeliştiğim noktayı bana açıklar mısın lütfen … ”

“ kinayeli konuşmana bakılırsa, neredeyse bu çelişkiyi bilerek yarattığını söyleyeceğim. biraz önce hikayenin aşk olgusunu neticeye bağlayan kısmında, benliğin izolasyonunu sağlayabilecek … öykünün üslubuna göre, bireyin(tek parça) kalabilmesinin koşulu olarak bir hedef gösterildiğini ve dünyanın mantıkla işleyen matematiğine geçebilmek uğruna dayatılan bir çözümün, asla tutarlı bir öngörü olamayacağını söylemiştin.
hedefi işaret edilmiş bir yazıda, okuyucunun doğrularına karışmadığını iddia etmek kendinle çelişmek değil mi sence? ”

“ kesinlikle hayır! bütün fikir ayrılığı da tam bu noktada başlıyor … bak, Ötedost’la ayrıldığımız nokta şu ki: hikayede aşkın tanımlamasını yaparken izlediği yöntem, aşkın iç mantığında yatan çözümsüzlüğünün karmaşasının içinden bir çıkış yolunu hikayenin içinde vermek zorunda kalması ve bence bunun asıl sebebi ise, hikayenin aşkı rasyonel bir mantık kalıbına oturtmaya çalışıyor olması … benim fikrim, aşkın kesinlikle rasyonel bir mantık kalıbına oturtulamayacağı yönünde!
böyle bir şey kesinlikle mümkün değil!
ama hikaye, okuyucusuna vaat ettiği çözümü, rasyonel mantık çerçevesinde bir hedef belirleyerek anlatmak zorunda bırakıyor kendisini …

bir taşı, sabun köpüğünden oluşmuş bir baloncuğun içerisine hapsetmeye çalışmak gibi bir şey bu!
üstelik aşkın, ağırlığı veya hafifliği bile kestirilemezken; aşk, baloncuk mu yoksa taş mı?
belki de taşı o baloncuğun içerisine koyup, havada süzülmesini bekleyen mantığın ta kendisidir aşk! ”

bir süredir ayaktaydı ve ufak adımlarla bir ileri bir geri yürüyerek konuşuyor, bazen de gözleri, {içeri}nin o koyu karanlığına takılıyor ve konuşmasını öyle sürdürüyordu.bunu yaptığında, sesinde ki merak ve endişe tonu fark edilir derecede artıyor ve yüzünün her bir köşesinde ki çizgiler, izler, lekeler iyice belirginleşerek ortaya çıkıyordu.

ayrıca yüzünde belirgin bir şekilde onaylanmak isteği göze çarpıyor ve konuştuğu şeylerde ki haklılık payının ne kadar yüksek olduğunun kendisine açıkça itiraf edilmesi arzusu da çok yoğun olarak kendini belli ediyordu.

Binlerce yıldır deşifre edilememiş bir hiyeroglif yazıtını, nihayet çözmeyi başarmış da bu konu üstünde ki gayreti için övülmeyi beklermiş gibiydi.

Bir türlü farkına varamadığı şey ise, gittikçe kendinden uzaklaştığı ve zihnini karmaşık problemlerle yükleyerek asıl çözülmesi gereken sırları kamufle ettiği gerçeğiydi.

onu sırlara yönlendirmeliydim … {içeri}nin karanlığında yatan gömülü sırlara!

düşünüyorum da, nasıl olur da bir kişi hemen her kavrama ‘kendince’ cevaplar bulabiliyorken; kendi hakkında bulması gereken gerçekler veya ayrıntılar konusunda en ufak bir fikir kırıntısı bile geliştiremez …

“ son konuşmamızdan bu yana aşk hakkında epey düşünmüşe benziyorsun! kendince cevabını bulmuş olman, bir başkasını bu cevap sayesinde ikna etmenden çok daha önemli elbette.kendi adıma bu açıklamalardan etkilendiğimi içtenlikle söyleyebilirim. ”

“ teşekkürler, ama Ötedost’un öyküsü sayesinde bir takım şeyler kafamda netleşti aslında. ”

“ pekala … fikir ayrılıklarına veya başkalarının bakış açılarına duyduğun sonsuz saygıyı takdir ediyorum.
hatta aşkın fikirsel bir çıkarımını yaparken de neticede bu prensibinden hareket ettiğin belli oluyor.
yazdığı bu öykü sayesinde Ötedost, kafandaki bazı soru işaretlerinin bir kısmını dolaylı yoldan da olsa cevaplandırmış olabilir.evet, buna katılıyorum …
elbette ona minnettarız; fakat bu öykü kendin için sorgulaman gereken birçok ayrıntı hakkında sana bir fikir de vermiyor doğrusu ve böyle bir misyonu olması da beklenemez zaten …

öyleyse söyle bana Hezekel! yüzünde olması gereken etler neden tırnaklarının içinde! ”

bana düşmanıymışım gibi baktı … o an, çakıl taşlarına yaptığı gibi beni de {içeri}nin koyu karanlığına fırlatıp atacağını düşündüm.

ama yapmadı; gözlerini kıstı ve uysallaştı … düşünüyordu.

(Devam Edecek)

0 y o r u m :: İÇBÜKEY YAN(IL)sıMA (2/6)

Yorum Gönder