dört : düşmanı tanıyoruz artık

(burada başladı, burada da bir önceki bölüm var)

çok hoş falan değilim. aslında hiç de hoş sayılmam. şu kedi konusunu tekrar açmak istemiyorum ama sabah iğrenç bir kokuyla uyandım. bok kokusuydu... kedi boku. ben uyurken bacağımı ısırmaya bir süre ara vermiş ve bir yere sıçmış. bulamadım nereye sıçtığını. burnumdan bok kokusu gitmiyor bir türlü. nasıl hoş olacağım ben gün boyunca? doki, ben de biliyorum tepeme sıçmadı ama duyuyorum işte kokuyu! kıçına vurdum üç kere, bir daha sıçmasın diye ama bir yandan da boklarını koklatmak gerek bunu yaparken. anlamıştır heralde. aslında beş kere vurdum. kaçmıyor ama... ölmemi mi bekliyor acaba? boynum değil ki bacağım! boynumu ısırsa ne olacak; ben yine ölmem ona inat!

kokuyu her an alıyor olmama rağmen ayna karşısında sanki almıyormuş gibi bakma çalışmaları yaptım. benim genelde nasıl bir ifadem var doki? suratsız mıyım, aval aval mı bakıyorum, bruce willis gülümsemesi gibi özelleşmiş bir gülümsemem var mı? ayna karşısında bulamadım kendimi. şöyle tamamen kendi halimdeyken nasıl göründüğümü çok merak ettim. sonra da kendimden ne kadar da habersiz olduğumu fark ettim. olacak şey mi yahu, insan nasıl bir yüzü olduğunu bilmez mi? ben bilmiyorum işte doki... daha önce hiç düşünmemiştim aslında bunu. kimse de söylemedi ki bana, sen genelde şöyle bakıyorsun, böyle bir ifade oluyor suratında...

demek ki bir abuk sabukluk yok... olsa söylerdi biri. en azından dalga geçerdi ifademle... gerçi her abuk sabuklukla da dalga geçilmez ya... of!

suratımı merak ediyorum doki! yardım et bana! lanet herifin teki miyim yoksa! ama sempatik olduğumu söylerler... yok söylemezler, ama bana bunu çok hissettirmişlerdir... kim... ee... mesela... yahu o zaman neden çok hoşsun, pek hoşsun diyorlar? ah, evet aslında benim sözlerime diyorlar bunu... “alem adamsın” falan anlamında... hayır! bunu daha önce de düşünmüştüm... “neyse...” anlamında diyorlardı... muhabbeti, getirdiğim noktadan kurtarmak için... görünüşümle ilgisi olmadığına göre bunun, ben biçim olarak değil içerik olarak “hoş” ama aslında “geçiştirilen” biriyim demektir... bok kokusu alıyorum bok!

al işte kendime güvenimi tamamen kaybettim! milletin abuk sabuk şeylerini bulmakta üzerime yok; peki kendime güvenimi hangi cehennemde bulacağım? kaybettim diyorum doki, elimde avucumda hiçbir şey yok... neye tutunacağım ben şimdi? saç şeklime mi, en sevdiğim gömleğime mi? daha yeni tıraş oldum; temiz yüzümle ilgisi yok kendime güvenimin... önce ifademi şimdi kendime güvenimi birazdan da aklımı! hep o kedi yüzünden! onun boku! asla çıkamam bu haldeyken dışarı... tüm varlığım tehlikede... tamamen savunmasız bir durumda kalıverdim işte. düşüyor gibiyim. düşmek denir mi buna? boşlukta savrulmuş gibiyim... savrulmuş gibi bile değilim... bişey bana dokunmuş öylesine, beni hareket ettirmiş... bir toz zerresi gibi... düşüyorum, kayıyorum, havalanıyorum...

“merhabalar! canlı yayındasınız!”

“ah!”

“sizi düşerken yakaladık galiba?”

“...ben...”

“yeni bir güne başlarken düşmek sizin tercihiniz miydi?”

“henüz bir açıklama yapamam... şimdilik gelişmeleri takip ediyorum... evet...”

“ama düşüyorsunuz! evet sevgili izleyenler, sabah programımız devam ediyor... sizler belki kahvaltılarınızın başında, belki yeni açtığınız dükkanınızda bizi izlerken...”

“pardon?”

“evet bir açıklama geliyor galiba?”

“ben düşmüyorum!”

“ben, dediniz? siz kimsiniz?”

“ben işte... adım min...”

“adınız sizi anlamamıza yeter mi? tam olarak sizi kapsıyor mu adınız?”

“ben işte! ben olan ben...”

“bir şeyi kendisiyle açıklayamazsınız... örnek verebilir misiniz?”

“tanıyanlar var beni...”

“kendinizi başkalarının hayalleriyle açıklayamazsınız?”

“ne hayali? ben...”

“ben deyip durmayın lütfen... bu kadar saçmalık olmaz sevgili izleyenler!”

“minnet!”

“o ne?”

“ismim benim... biri minnet derse ben bakarım...kim bakar, ben!”

“ha ha ha! sakın bizden ayrılmayın sevgili izleyenler, biri minnet derse kimin bakacağını bulduk sonunda! oradan biri minnet desin!”

“ama siz...”

“minnet?”

“ee.. efendim?”

“bir kelimeye karşı bu denli duyarlı olmanız çok güzel!”

“bakın zaten düşüyorum bir de...”

“düşüyorum dediniz! düştüğünüzü itiraf ettiniz işte! neden düşüyorsunuz? bir intihar mı bu yoksa?”

“ben düşüyorsam siz de düşüyorsunuz demektir!”

“evet sevgili izleyenler... tehdit edilmek işimizin bir parçası!”

“ısırırım seni!”

“minnet!”

“ee.. efendim?”

“ha ha ha! minnet denilince bakan adamın tüm öyküsünü bu akşamdan itibaren yayınlamaya başlayacağız sevgili izleyenler... baş rollerde...”

“ne baş rolü! benim öykümde başkaları mı oynayacak?”

“büyük iddia! özgün senaryo benim mi diyorsunuz yani siz?”

“benim hayatıma senaryo diyemezsiniz siz!”

“hayır, lütfen demagoji yapmayın... senaryo size mi ait?”

“bakın benim bacağımda bir kedi var! işte haber bu!”

“çok iğrenç! ama siz kediyi ısırırsanız haberdir asıl... ha ha ha... sevgili izleyenler minnet-gate haber programımız bu akşam ana haberden sonra, minnet’in düşüşü dizisinden hemen önce...”

...yere çakılmam gerekmiyor ama ayaklarımın yere basması gerekiyor. insanlar kendime olan güvensizliğimi hemen fark edeceklerdir. alnımda bir çiviyle dışarı çıkacağımı bilseler yanlarına mutlaka çekiç alır onlar... ilk fırsatta da tak! dene bak doki, diyelim ayak baş parmağının tırnağı söküldü... örnek veriyorum sadece... hiç basmadıkları kadar ayağına basarlar... ay pardon! sen acı içinde kıvranırken de abarttığını düşünürler. bundan kaçış yoktur. o yüzden hiçbir zaman açık vermemek gerekir.. hep tetikte olmak ve evet... kendine güven gerekir!

kısadalga’yı aramalıyım... ona bu günkü buluşmayı ertelememiz gerektiğini söylemeliyim... ona en sevdiğim kedimi yanlışlıkla öldürdüğümü, yüzümün şeklini bulmam gerektiğini, düşüyor olduğumu, kendime güvenimi nereye koyduğumu bir türlü hatırlayamadığımı, doğrusu çok önemli bir işimin çıktığını söylemeliyim....

onunla buluşamam doki! bu gün olmaz....

bak şimdi daha rahat arıyorum.. şimdi cin desteği olmadan arıyorum... şimdi daha güzel geliyor kulağıma çalan telefon sinyali... dııııt.... dıııt.... 3.....4.....5.....8....11.....

yok! sana dediğim gibi işte doki! hissediyorlar! kendime güvensizliğimi hissediyorlar ve hemen pozisyonlarını alıyorlar.... ama kısadalga da onlardan olamaz ki? beni özlediğini söylemişti... o eline çekiç almaz... peki neden evde değil!

çekiç almaya çıkmıştır! hah!

o halde öncelikle şu kokudan kurtulmak gerekiyor. her şey onunla başladı. bir kokudan nasıl kurtulursun? kokunun kaynağını bulursun. bu kokunun kaynağı tabii ki bu kedi. o zaman ondan kurtulmak gerekiyor. hayır kokunun kaynağı kedi değil... kedinin boku... kedi mi kokuyor; boku kokuyor! o zaman kedinin bokunu bulmak gerek. bunu biliyorsun. evet biliyorum. hadi. ne hadi? bul. aradım bulamadım... iyi bak.. ne demek yahu iyi bak? kapıyı pencereyi iyi kapa gibi bir şey mi? bir daha bak ama daha dikkatli bak... nereye sıçar bu hayvan? sen kedi olsan nereye sıçardın? ben kedi olsam öncelikle birinin ayağına yapışmazdım ve ne bileyim kuma toprağa falan sıçardım. sıkıcı bir kedi olurmuşsun... böyle olmayacak... olmak zorunda... kendime güvenimi kazanmam gerekiyor. benim de... hay aksi! şöyle yapalım. nasıl yapalım? kedi sıçmak için senden ayrılmak zorunda değil mi? hayır değil aslında. bu manyak yatağa da sıçabilirdi istese. o zaman üstü başı bok olurdu... üstü başından çok yatak bok olurdu! kedi yatağı düşünecek değil ya. kendini düşünüyor o sadece. ve üstü başı bok olduğunda yalanarak temizlenmesi olanaksız olurdu. tamam, sıçmak için beni terk etmesi şart, kabul ediyorum bunu... ama hissetmedim ki ayağımı bıraktığını? dişlerini öyle bir geçirmiş ki, sanki bir parçam olmuş... nasıl hissedemezsin! bilmiyorum, hissetmedim! madem bir parçan olmuş, bir parçan senden ayrıldığında hissetmen gerekirdi! his-set-me-dim! pekala, bunu kedinin ustalığına verelim, senin yetersizliğine değil. nereye verirsek verelim, hissetmedim ben. anlaşıldı. ee? ne demek ee? bok nerede? bir arpa boyu yol aldık mı? baştan başlayalım. başlayalım bakalım. bir koku var. evet, bok kokusu... pis bir koku... bok kokusu... ve bu koku bok kokusuna benziyor. hayır benzemiyor, bu kesinlikle kedi boku kokusu. o zaman kedi boku kokuyor. boku bulup ondan kurtulmak gerekiyor. ansiklopedilere bakalım. kedi bokunun biyokimyasal özelliklerini öğrenelim. bok uzmanı mı olaca’z? ne aradığımızı tam olarak bilmemiz gerek, düşmanı tanımalı... bok işte... kedi boku... evet kedi boku... nedir kedi boku? kedinin zıkkımlandıklarını hazmettikten sonra vücudundan attığı işe yaramaz pislik madde... bok işte... peki bu kedi ne zıkkımlanıyor? a-ha! evet! bu kedi bir süredir benim iliğimle kemiğimle kanımla damarımla beslendiğine göre... işte bok! düşmanı tanıyoruz artık... bir dakika! ne? sakın bu kedi osurmuş olmasın? osuruk bu kadar uzun süre kokmaz... havada asılı kalacak değil ya osuruğu! gerçi benim bacağımı yediği de söylenemez... sadece ısırdı ve bırakmadı? belki benimle beslenmiyordur? ben uyuyunca gidip bi’şeyler zıkkımlanıyor sonra ısırmaya devam ediyordur? olamaz. neden olamaz? bunu hisseder insan. ben hissetmiyorum! ben insan değil miyim, ama hissetmiyorum işte! pekala araştırmaya başlayalım artık. bu kadar teorik bilgi yeter. sadece bu odada mı var koku? hayır gittiğim her yerde aynı derecede var. o zaman her yere mi sıçmış bu itoğlu it! kedi! sikik kedi! şimdi derin bir nefes alıp konsantre olmak gerekiyor. konsantre olalım... koku en yoğun nerede bakalım. bakalım... ben boka yaklaştıkça biri sıcak dese ya. ben boktan uzaklaşırsam da soğuk... ama hayır, bana kendimden başka kimse yardım edemez! kendime olan güvenimi arıyorum ben! şu elbise dolabımdan başlayalım... sıçmak için çok uygun... ama kapıyı nasıl açacak? her şey beklenir bu iğrenç yaratıktan! açmıştır bir şekilde... yok! burası soğuk... yatağın altı? kaç kere bakacağım! çekmeceli dolap? çekmeceyi açacak ve sıçacak ha? sonra da kapayacak! ama sıcak burası? ozon tabakasındaki delik yüzündendir; sera etkisi... güneşin ışınları uzunlu kısalı kanserojen dalgalar halinde üzerimize yağıyor... bu da hararet yapıyor tabii... yok bu çekmecede bişey... eski telefonumun şarj cihazı var... keşke ericsson kullansaydım... hala sıcak burası... hassiktir, kaybettim sanıyordum, buldum güneş gözlüğümü! kanserojen dalgalara karşı bunu takmak iyi olur... bak sen, tarot kartları da buradaymış... yok buraya da sıçmamış... sıcak ama hala? hep ozon tabakasındaki delik yüzünden! daha iki çekmece var... bu ne be?

çok sıcak!

atmamış mıydım ben....

çok çok sıcak!

demek bu zarfın içine sıçtın piç kurusu!

(devam edecek... o-hoo... daha bi kamyon şey olacak: buradan)