İÇBÜKEY YAN(IL)sıMA (2/4)

birinci bölüm burada
ikinci bölüm burada başladı

tekrar suskunluğa büründü; ayağa kalktı, genellikle dizlerinin üzerine çömelerek otururdu.bir ileri bir geri adımlamaya başladı içerisinde bulunduğu birkaç metrekarelik loş aydınlığı …

karanlığa doğru üç-beş kararsız adım attı; girecek gibi oldu ama durdu, geri döndü ve yine yürümeye başladı … elleriyle yüzünü ovuşturdu … parmaklarını saçlarının arasına daldırdı; karıştırdı onları düzensizce … vazgeçti ya da sıkıldı, bıraktı saçlarını.

Aniden durdu; duvarını arkasına alarak çömeldi tekrar dizlerinin üzerine … bir kez daha yüzüne yaklaştırdı beni … bir süre baktı sadece, sonra aklına yeni düşmüş de anlatmadan edemeyecekmiş gibi haller takınarak konuşmaya başladı :

“ Ötedost -onların- arasında yaşayan biri ama asla -onlardan- birisi değil! ”

devam etmeden önce bir kez daha sustu …

“ benimle konuştuğun birçok şeyin arasında … sen de hatırlayacaksın, midemizin kaldırmadığı hatta öğürerek tasvir etmeye çalıştığımız aşk ve onun nedenleri, kaçınılmaz sonuçları gibi meseleler de vardı.

Neyi çözebildik peki! anlamamızı kolaylaştıracak bir dil kullanabildik mi? sözcüklerimizle yetkinliğin sınırlarını zorlayamadık bile!

Hep bir şeyler eksik kaldı … birbirimize, bir kibrit çöpünün alevi kadar çabucak parlayıp sonra sönüveren o manasız tutkuyu asla anlatamadık.anlatılamayan şeyler belki de yazılmayı hak eden … anlaşılabilirliği yalnızca bu yolla mümkün olabilen şeylerdir! dilimizin döndürmekte üstesinden gelemediği lisanı, zihnimizin tasarımıyla kağıda dökebiliriz ve en etkili yöntem de budur aslında!

işte o bunu yaptı … Ötedost üstüne çok düşünülen üç temel kavram hakkında kısa bir öykü yazdı ve benim de fikrimi almak için okumamı istedi. ”

“ Hezekel … ”

“ dinle lütfen beni! çok uzun süre önceydi … o yazı hakkında sadece defterime çiziktirdiğim birkaç nottan daha fazlası yok elimde … hem yaptığımız çözümlemelerin daha etkili olmasını istiyorsak her fikrin bir değeri olduğunu düşünerek hareket etmeliyiz değil mi?

evet … şimdi bir bakalım … neredeydi ... ha!

öykü, -onların- genelde üç temel sorun üzerinde saplanıp kaldığından söz ediyordu.bunların : tanrı, aşk ve ölüm olduğuna işaret edilmekteydi.

kesinlikle kolaylıkla anlatılamayacak derinlikte olan bu üç temel konuyu öyle bir kurgu üslubu içerisinde öyküye yedirmek gerekiyordu ki; hiçbir kavram basitçe geçiştiriliyor izlenimi bırakmasın ve okuyucu sırası gelen her temanın layığı ile anlatıldığı konusunda herhangi bir şüpheye kapılmayacağı oranda ikna olabilsin!

bunu mümkün kılmanın anahtarı, bence dahice bir fikirden yola çıkılarak; elleri arkadan bağlanarak bir sandalyeye oturtulmuş ve işkence gören bir adamın, ona işkence yapan bir başka adam tarafından sorguya çekilmesinde … dahası, sorgunun mahiyetini bu üç temel sorunun yörüngesine oturtarak detaylı cevaplar almaya çalışması hem de farklı kavramlarla da ilişkilendirerek bunu becermesinde yatıyordu.gerçekten övgüye değer bir kurgusal biçimlendirmeydi.

işkence yoluyla fikirleri, beyin hücrelerinden çalınan bu adamın sıra aşk temasına geldiğindeyse görüşleri bir hayli olağandışıydı … aşkı, matematiksel bir dönüşüm keza bireysel bir arayış şeklinde cümlelerle anlatıyordu.

arada sırada bedenine sertçe indirilen demir çubuğun etkisiyle de olsa gerek, asla kaypak bir anlatımın tuzağına düşmeden ve belki de şimdiye dek hiç dillendirmediği düşüncelerini o anda birbiri ardına sıralıyordu!

mesela bir paragrafta :

...aşk, insanın kendini başka bir bedende aramasıdır…’ diyordu.

yine aynı paragraf içerisinde :

…herkesin aşkı kendinedir ; bir insanın aşkını anlayan, o insanın aşık olduğuna aşık olmak zorunda kalacağından, en üst düzeyde bireysel bir şeydir…

cümlesi aşkın bireysel bir arayış olduğuna dair bir vurguydu!

fakat benim ilgimi çeken cümleler daha çok … az önce sözünü ettiğim tanımlamalarda ki, aşkı matematiksel bir dönüşüm kalıbına oturtan benzetmelerde ortaya çıkıyordu.

şöyle yazmıştı Ötedost işkence gören adamın ağzından :

…kişi aşık olduğunda, artı neye aşık olduysa, onu benliğine alır ama bir yandan da kendini onun benliğine gönderir…için dış, dışın iç olması bu demektir işte : sağlam görünen bir mantık kuralının ihlali! artık o, iki kişidir ama bu, bir artı bir demek değildir; iki kişinin tek kişi olmasıdır …

…gerçek bir aşk söz konusuysa, iki kişinin tek kişi olması ne kadar büyülü ve güzelse, ikili olduktan sonra ondan mahrum bırakılmak o denli lanetli ve korkunçtur.çünkü aşk insanı değiştirir ve yoksunluğun neden olduğu bir başka değişime ayak uydurabilmek çok zordur.matematik basittir : bir artı bir iki … ikiden bir çıktı bir … ama bu durumda, iki aslında bir(tek) olduğundan; ikiden(birden) bir çıktı … sıfır! aşkın mantığa gelmez büyülü matematikselliğinden gerçek dünyanın mantıkla işleyen matematiğine geçmeyi başaran, yani bir(tek parça) kalabilen, bu acıdan sağ kurtulmuş demektir…

(Devam Edecek)