altı : bana yardımcı olabilir misin peki?

(burada başladı, burada da bir önceki bölüm var)

insan sürekli olarak kendini kandırma eğilimindedir. işte hiçbir işe yaramaz bir hakikat! bende bunun gibi daha bir dolu işe yaramaz hakikat var... insanlar hakkında, eylemler hakkında, hayatın yapısı hakkında.... kendimi futbol hakkında her şeyi ama her şeyi bilen ama bacakları olmayan biri gibi hissediyorum. biraz daha sol ayağının içiyle vursaydı kesin gol olurdu diyor ve yutkunuyorum, olmayan ayaklarıma bakarak.... insan olmayan bir şeye de bakabilir doki... bunda mantıksızlık yok... mesela ben karşı sandalyede henüz oturmayan kısadalga’ya bakıyorum. tabii ki yine zamanında gelmedi... daha doğrusu gelmeyecek çünkü buluşma zamanına daha iki dakika var. ben her zaman olduğu gibi beş dakika öncesinden buluşma yerine vardım. ortama alışmam bir dakika bile almadı. çalan müzikten hoşlanmamam ise saniyelerle ölçülebilir. ve diğer masalarda oturanları, çalışanları ve dekoru inceleme zamanım oldu böylece. buna hayata karışırken uyanık ve ihtiyatlı olmak denmez de ne denir? belki paranoyaklık?

“hoş geldiniz...”
“aa.. bir arkadaşımı bekliyorum da ben... o gelince....”
“tabii... nasıl dilerseniz...”
“gerçi... bir bardak neskafe... var di mi neskafe?”
“evet.. sade mi olsun?”
“ya da ben çay alayım en iyisi... evet... kulplu bardakta olursa....”
“ tabii...”

evet buna paranoya denir ve aklın hükmettiği bir paranoya insana zarar getirmez... insana zarar getiren aptallıklarıdır... off... işte ilk dakika geçti... en iyi ihtimalle dört beş dakikam daha var... şarj aletini unutmamış olsa bari... çok şaşırtıcı olur ama unutmaması! gecikme davranışı değişmediğine göre unutma davranışı da değişmemiştir. belki hiç değişmemiştir aynı kalmıştır? ben ne kadar değiştim acaba? sabahtan bu yana epeyce değiştiğim söylenebilir... söylenebilir tabii... kendime güvenim tam... evet tam! bunu ta içimde...
bu kadının zamanlama konusunda sıkıcı bir yeteneği var!

“efendim?”
“merhaba... ben şarj aleti için...”
“aa merhaba... nasılsınız efendim?”
“teşekkür ederim siz nasılsınız?”
“teşekkür ederim... şarj aletini arama çalışmalarım oldukça umut verici sonuçlara doğru yol alıyor efendim...”
“pardon duyamadım... sesiniz gitti geldi?”
“teşekkür ederim diyordum... şarj aleti...”
“neden teşekkür ettiniz?”
“hanımefendi, hatırımı sormuştunuz ya o bakımdan...”
“gidip geliyor sesiniz...”
“şarj aletini diyorum! bulmak üzereyim!”
“çook sevindim! demek buldunuz?”
“hayır hanımefendi! ben... ben onu bulacağım yakın zamanda.... şimdi kapamam gerek....”
“aman efendim biliyorsunuz çok önemli mesaj...”
“alo? aloo? sesinizi hiç alamıyorum artık! ben sizi arayacağım! iyi günler!”

teker teker gelin be! dağıtacaksınız beni!

“kusura bakma geciktim biraz...”
“yok canım... önemli değil... ne haber?”
“kimle konuşuyordun öyle bağıra bağıra?”
“ee.. bir müşterimle... telefonu çekmiyordu heralde... bir türlü duyamıyordu beni....”
“ay çok hoşsun! yerin iki kat altındayız asıl senin telefonun çekmiyordur...”
“her neyse... görüşmeyeli hiç değişmemişsin...”

yalan bir: kesinlikle kilo almış... eski samimiyetimiz ya da muhabbetimiz olsa “kıçın kazan gibi olmuş!” bile derdim.

“...yok bee... biraz kilo aldım... belli olmuyor mu?”
“yoo?”

yalan bir buçuk: bal gibi belli oluyor. oturduğu için görüş alanımdan çıktı sadece...

“sen de değişmemişsin...”
“eh işte...”
“ne içiyorsun?”
“çay?”
“neskafe içerdin sen?”
“kendim hazırlamayınca sevmiyorum... ayarını yapamıyorlar bir türlü... ben hissederek yaparım neskafeyi ve hatırlarsan çok da güzel olur...”

bir görüntü: ben neskafe yapıyorum. içiyor ve eline sağlık çok güzel olmuş diyor. ben de neskafe işte... alt tarafı... afiyet olsun... diyorum... böyle bir görüntünün canlanmasına gerek var mı? tabii ki yok! ama canlandırmaya çalışıyorum... eski günlerden bahsederek şimdinin yapmacıklığına gölge düşürmek ve böylelikle bir gerilim yaratmak istiyorum... neden? çünkü ben sakatım!

“ilahi... neskafe işte... alt tarafı... neyse afiyet olsun... ben neskafe içmek istiyorum ama.. niye bakmıyorlar?”
“gelir şimdi... ee? nasıl gidiyor?”
“eskisi gibi aslında... müşterim dedin? ne yapıyorsun?”

işte bu kadar... şarj aleti hedefte belirdi... konuyu hedefe ayarlayın!

“insanların bulmak isteyip de bulamadıkları şeyleri onlar için arıyor ve buluyorum?”
“gerçek aşk, mutluluk, bol para gibi şeyleri mi?”

şimdi buna bir cevap verirdim ama kariyerim ve insan hakları bakımından susmam daha doğru olacak... dalga geçiyor benimle yahu? doki duyuyorsun di mi? oysa ben uygar ve iyi niyetli bir insan olmaya çabalıyorum...

“o tür şeyleri isteyenlerden ücret almıyorum... sen arıyor musun saydıklarını?”

hay aksi, ağzımdan çıkanları kontrol edemiyorum... şarj aleti konusundan uzaklaşıyoruz...

“kim aramıyor ki?”
“daha çok maddi şeylerle, eşyalarla falan ilgileniyorum...”
“tabancaydı uyuşturucuydu? gerçi senin pek işin olamaz o tür şeylerle...”

hah! sana inat, gazına gelip suç dünyasına atılayım bari... bak becerebiliyorum işte, al sana kokain, al sana şaibeli ilişki, al sana onbeşlik... onaltılık mıydı yoksa?

“tabii ki işim olmaz... ne bileyim adamın biri gelip benden bir buçuk litrelik cam coca cola şişesi bulmamı istiyor... kola şişesi koleksiyonu yapıyormuş...”
“aa... bizde var onlardan... su şişesi olarak kullanıyoruz...”
“iyi de açılmamış, içinde kola olan bir şişeden bahsediyorum...”

ayrıca sende bana lazım olan başka bir şey var... acele etme...

“ne olacak canım... kola koyarsın içine, bi tane de kapak uydurursun olur biter?”

yalan iki: bırak şimdi şişeyi yahu! attım! yok öyle bir müşterim... bu benim idealim... kapıdan girmesini beklediğim sevgili müşterilerimle ilgili kurduğum onlarca hayalden sadece biri... ben sadece boktan demode bir şarj aleti arıyorum.

“ama bu müşteriyi kandırmak olur ve ben dürüst çalışmak isteyen biriyim...”

yalan üç: yaşlı bir kadını kazıklamaya çalışıyorum ve ne zaman aklıma gelse beni iplerin üzerine çıkarıyor bu durum!

“kim dürüst ki bu günlerde! biraz değiştirmen gerek kafa yapını....”

bana yardımcı olabilir misin peki? kafa yapımı sana bırakayım hatta, kafana göre biçimlendir... ben sabahtan beri cebelleştim hala rayına oturtamadım da kafamı, düşüncelerimi, otumu bokumu... belki sende bir keramet vardı da ben hiç fark edemedim bunu! hah! hayır! seninle tartışmayacağım... biraz aklın olsaydı zaten bana böyle bir şey diyecek konumda olmazdın... doki! omuzlarıma masaj yapar mısın lütfen... kid loco çalsın; relaxin' with cherry adlı eseri...

“her neyse... işte bir şeyler arayıp duruyorum...”
“ne demişler arayan mevlasını da bulur...”

geceyi bir geyikle geçirdin galiba? merak etme doki... kendimi tutabiliyorum... çok mu saldırganım? hayır değilim... savunmadayım ben... neye karşı... eee... kendime güven duygumu kaybetmemeye karşı? pekala... olumlu düşüneyim... arayan mevlasını da bulur... şarj aletini de!

“sen eskiden bu kadar espirili değildin... yani bu kadar kötü espirili demek istiyorum...”
“yok canım aynıyım hala....”

dikkat: şarj aleti hedefinde sapma var... bu muhabbet it dalaşına doğru dümen kırıyor sanki! derhal hedefe kilitlenmekten başka yapacak bir şey yok!

“bu arada... baktın mı şarj aletine?”
“şarj aleti mi?”
“bahsetmiştim ya sana... telefonda...”
“tamamen unuttum ben onu... neydi?”
“en baştan başlayım mı?”
“şu gaz toz bulutu esprisini mi yapacaksın her zaman olduğu gibi?”
“hayır sadece mobil telefonlara geçilmesiyle beraber insanların hayatına giren kavramlardan başlayacağım!”

iki insanın anlaşamamasının her zaman için en az iki nedeni vardır. tek bir neden olamaz... demek istiyorum ki aslında benden de kaynaklanıyor anlaşamamamız... ama ne var ki tüm esin kaynağım o! öyle laflar ediyor ki dayanamıyorum! ve tanrıya şükür garson geliyor!

“hoş geldiniz...”

ben daha önce gelmiştim!

“merabalaar... neler var?”

saydır adamcağıza ne varsa... neskafe içeceksin işte....

“soğuk, sıcak?”
“soğuk ne var?”
“kola, gazoz, soda, meyve suları...”
“ananas suyu var mı?”

neden portakal suyu vişne suyu değil de ananas suyu? neskafe içeceksin... laf olsun diye soruyorsun... ananas suyu yok desin diye soruyorsun... sormuş olmak için soruyorsun... bir önceki yaşamında ananas yetiştiricisiydin de ondan soruyorsun... kim bilir beynindeki hangi sapıkça elektrik atlaması sorduruyor o soruyu sana!

“ananas suyumuz kalmadı... portakal, vişne, şeftali...”
“ya da ben bi kahve alayım?”
“nasıl isterseniz... sütlü mü olsun?”
“evet... ama bol sütlü.. ya da sütü ayrı olarak getirebilir misiniz?”
“tabii...”
“sıcak di mi süt?”
“hayır efendim... soğuk...”
“tamam fark etmez...”

sen zavallı adamı hayatından bezdirirken ve zavallı adamın senin hakkında itinayla küfretmesine neden olurken ve alt tarafı boktan bir kahve isteyeceğini bildiğin halde mal sayımı yaptırırken ben ne yapıyordum biliyor musun? yaşlanıyordum... hem de yıpranarak yaşlanıyordum... almanya’ya gidip ericsson iletişim araçları müzesinden 337’nin şarj aletini çalmanın daha iyi bir fikir olabileceğini düşünüyordum... aslında şarj aleti bir kenara seni bunca zaman sonra görmenin bana çok iyi geldiğini, bok kokusundan tamamen kurtulduğumu düşünüyordum.... ve şimdi bana ne düşünüyorsun diye sorsan kesinlikle “senii...” diye cevap veririm ama buna sakın aldanma..... hadi sor... hadi!

“niye öyle garip garip bakıyorsun suratıma?”
“ee... yok bişey dalmışım... işle ilgili düşünüyordum da...”
“aslında çok ilginç bir işin var...”
“evet... sayılır... insanlar biraz daha ilginç olsalar....”
“bu arada şarj aleti diyordun?”
“senin telefonun vardı... ericsson... 337 miydi o?”
“hiç bilmiyorum... çok eskiden olanı mı diyorsun?”
“işte... benim bildiğim...”
“onun üzerine kaç telefon değiştirdim allah bilir... bilmiyorum gerçekten modelini...”
“şundan değil miydi?”
“a-a! evet bundandı... bu mu yoksa?”

buna düşünmeden tamamen arınarak konuşmak denir... nasıl bu telefon olabilir ya!

“yok canım...”
“ay doğru... ekranı parçalanmıştı benimkinin...”

salak... hayır, düşünme tembeli... hayır, garip bir şey olsa da şaşırsam budalası...

“işte bunun şarj aleti lazım bana...”
“bu telefona mı ait olması gerekiyor?”
“...”
“şaka be! şaka yapıyorum!”
“bir an gerçekten endişelendim.... senin şarj aleti duruyor mu?”
“bilmem? duruyordur... kolay kolay atmam ben ıvır zıvırları...”

o zaman ilişkimizin psişik kayıtları da duruyordur zihninde! ha ha ha! bunu ona da söylemek isterdim ama başta psişik kelimesine takar kafayı sonra da yeni bir it dalaşının yaldızlı davetiyesini elime sıkıştırıverir.... eh ben de hayır demem kabul ederim o daveti... hiç gerek yok...

“umarım onu da atmamışsındır... çok yaşlı ve çok şirin bir teyzeye lazım da...”

yalan 4: oldukça geveze ve kesinlikle şirinlikten nasibini almamış bir ihtiyar o! ama böyle söylendiğinde hoş bir etki bırakmıyor....

“hadi ya? ne yapacakmış?”
“bilmiyorum... bu telefon onun... benden şarj aletini bulmamı istedi ve ben de tamam dedim...”

yalan 5: hayır biliyorum... saçma sapan bir amacı var ve içimin rahat olabilmesi için bunu bilmezden gelmek durumundayım.

“bakayım ben ona bu akşam...”

bir adile naşit imajı gözünün önünde canlandı... işte buna başarı denir. çok yaşlı şirin bir teyze için bunu yapacağım, senin için kılımı kıpırdatmazdım diye bir şey duyar gibiyim... onu bulacak ve bana getireceksin... bu kadar... bu da bitti... bundan sonrası artık adile teyzenin sponsorluğunda, olabildiğince uygar, olabildiğince yapmacık bir muhabbet... artık kivi suyu bile istesen umurumda değil!
şimdi bir kahve isteyebilirim....

(devam ediyor)