yedi : iyi günler bu gün kimlerin cenaze törenleri vardı

(burada başladı, burada da bir önceki bölüm var)

şimdi içeri biri girse, bende ericsson 337’nin şarj cihazı var, ama telefonunu bulmam gerekiyor dese, ben de çekmecemdeki tabancama çaktırmadan uzansam aa öyle mi al sana diye üzerine kurşunları yağdırsam sonra şarj aletini cebime atıp yaşlı kadının yanına gitsem, alın bakalım size istediğiniz şarj aleti, verin bana paramı desem, o da çok iri ve çok siyah takım elbiseli dört korumasını çağırsa, dur hele bakalım mesaj yerinde mi dese, ben de ne mesajı, benden şarj aletini istediniz ve getirdim benim hiçbir şeyden haberim yok alın üzerimden şu gorillerinizi desem ama beni dinlemese ve telefonunu çalıştırsa, mesajlar bölümüne gelse ve kadim dillerden birini özenle kullanarak bir şeyler okusa oradan, ben neler oluyor, bakın çok fena olacak, bırakın beni diye bağırsam, ama beni dinlemeseler ve kadın çok korkutucu olmaya gayret ederek, kabala hakkında ne bilirsin sen diye sorsa bana, ben de tabii ki, ne kabalası yahu, benim matematiğim berbattır desem ama bu cevabıma sadece gülse ve zavallı aptal ulaşmaya çalıştığım mesaj sadece bu telefonda okunabiliyor çünkü bu telefonun yazı karakterleri ustaca bozulmuştur ve harfler oldukça değişik çıkar, yoksa ben de biliyorum sim kartının ne olduğunu ne işe yaradığını, dese, ben hayretler içinde kadına bakakalsam ve yine hayretler içinde aslında onun hiç de yaşlı olmadığını hatta çok genç ve güzel olduğunu hatta ve hatta kafeteryada benimle tanışmaya çalışan, pekala tanışmak istediğim kadın olduğunu titreyerek fark etsem ve ne tür bir manyaklık bu, kimsiniz siz diye haykırsam ve onlar beni bir kenara fırlatıp attıktan sonra bir cipe binip kaçmaya başlasalar tam bu sırada doki ve kısadalga bir arabayla gelseler ve beni alsalar, hep beraber onların peşine düşsek, ben neler oluyor sizin ne işiniz var burada diye onları sıkıştırırken onlar ceplerinden tabancalarını çıkarsalar ve işlerin bu noktaya geleceğini tahmin etmiyorduk, biz gizli servisteniz ve sen bu aşağılık orospu çocuklarıyla aramızdaki tek bağlantıydın al şu silahı deseler ben hayretler içinde benim de silahım var deyip silahımı çıkarsam ve çok şaşırıp gülümseseler ve vay be aslında hiç de boş biri değilmişsin deseler ama ben hiç havaya girmeyip, kısadalga’ya, benimle bu operasyon yüzünden mi beraber olmuştun diye sorsam o da evet ama senden gerçekten hoşlanmıştım dese ama ben ona pis pis baksam ve hiçbir şey insanların duygularıyla oynamanın bahanesi olamaz desem ve fakat bunun bir önemi yok çünkü ben seninle ilgili her şeyi doğru yere koydum artık kendime güveniyorum hem de tamamen güveniyorum desem ve arabanın camını açıp takip ettiğimiz arabanın lastiklerine ateş etsem ama ha ha ha aslında başka bir araba olsa o ve sert bir çarpışmayı ucuz atlatsak ve ben de hay aksi takip ettiğimiz arabayla aynıydı fark ettiniz mi desem ama onlar bana saçmalama alakası bile yoktu, bi kere o cip bile değildi deseler ve aman be her şeyi siz bileceksiniz bundan sonra sadece nefsi müdafaa söz konusu olursa ateş edeceğim, size yardım için tek bir kurşunumu bile harcamayacağım desem, bu sırada öndeki cipin benzini bitse ve biz de onları yakalasak, ben silahımı kadına doğrultsam ve yaşlı bir bayana göre çok hızlı bir yaşantın var desem o da bana küstahça bir kahkahayla karşılık verdiği sırada....

“iyi günler... aidatı şeyetmek için...”
“ne aidatı kardeşim?”
“ama her ay siz bunu yapıyorsunuz?”
“siz bir şey yapmasanız ben de yapmayacağım?”
“ne yapıyoruz ki biz?”
“ben aidat vermek istemiyorum... aidatı ne için verecekmişim hem?”
“bu binanın bir dolu masrafı var biliyorsunuz...”
“asansör bile çalışmıyor?”
“ama siz zaten birinci kattasınız?”
“o zaman neden asansör masrafları alınıyor benden?”
“asansör çalışmıyor biliyorsunuz....”
“ben de onu diyorum... asansör bile çalışmıyor ama siz aidat topluyorsunuz...”
“temizlik, güvenlik ve diğer masrafların karşılığı olarak bu binadaki her büro sahibi... pardon her işyeri sahibi aylık periyotlarda katkıda bulunuyor... biliyorsunuz...”
“hayır bilmiyorum... ne temizliği yapılıyor ki bu binada? her yer izmarit dolu... ayrıca güvenlik diye geceleri bekleyen o amcayı diyorsanız bir de sağlık memuru tutmak gerektiğini söyleyebilirim çünkü adamcağız yıkıldı yıkılacak halde... diğer masraflardan elektrik harcamasını falan kastediyorsanız... eh o da talep ettiğiniz parayla on kere karşılanır!”
“aidatları zamanında ödemeyenler için yaptırım hakkımız var....”
“hapis cezası mı? hah!”
“yönetim ciddidir bu konuda...”
“yönetim başka konularda da ciddiyet göstermeli... buyrun...”
“teşekkürler...”
“bir harcama raporu istiyorum! zor değil harcama listesi oluşturmak!”

aptal adam! bak burada iş yapmaya çalışıyorum ben... kontörüm de azaldı; şimdi bu geveze kadın tüm kontörlerimi eritecek!

“e.. merhaba müesser hanım ben minnet...”
“pardon yanlış numara galiba?”
“yanlış mı? hay aksi; çok özür dilerim hanımefendi...”

cep telefonuyla yanlış numara düşürebilmek de bir yetenektir... ama numara doğru sanki? aptal ihtiyar! ev numaran neydi senin? cep telefonuyla daha ciddi dolayısıyla daha kısa süreli bir konuşma olacaktı ama böyle de idare edebilirim galiba....

“merhaba...”
“alo?”
“ee. merhabalar... ben ee... müesser hanımla görüşmek istiyordum?”
“ben onun torunu sinan...”
“evet... müesser hanım benden bir şarj aleti bulmamı istemişti de... bilgi vermek için aramıştım... görüşebilir miyim acaba kendisiyle?”
“kendisi dün akşam öldü...”

başka bir yıldız sisteminden ışık hızıyla fırlayan bir kafa, evet bu benim kafam, tam burnumun ucunda durmak üzere koşullanmış olarak yola çıktı... birkaç saniye içinde karşımdaydı ve hemen yok olmadan önce, sadece şunu dedi:

“sıçtın!”

“ee... başınız sağ olsun... çok üzüldüm...”
“annemi vereyim mi?”
“ee... yok... oldu....”

bir süre öylece durmam gerek... durmak konusunda bir uzman olduğumu düşünmüşümdür zaten. hatta astral durma konusunda, tamamen para kazanmaya yönelik bir meditasyon kursu bile açmayı düşünmüştüm. çok kolay, sadece duracaksınız... gümüş kordonunuz da içinize doğru uzayacak.... böylece hem kendinizi de tanımış olursunuz... falan filan bir sürü saçmalık... saçmalık ama kendimi bulmam gerek çünkü dağıldım. birazdan kendime olan güvenimi tekrar kaybedebilirim hem de bir daha bulamamak üzere...

doki bana yardım et! gerçekten sıçtım! ama bana sen yardım edemezsin, bana daha güçlü biri yardım etmeli... hayatla ve ölümlerle mücadele etmeyi bilen, bu konularda tecrübe kazanmış biri... bana atatürk yardım etmeli! olmadı ismet paşa!
“evlat! sen nasıl gençsin böyle!”
doki! bu ne soytarılık! hemen tanıdım sen olduğunu... utanmadan dedemin kılığına girmişsin sen! farkettin paşa olmuşsun! ayıp bu yaptığın ama hadi neyse....
farkettin paşa bana yardım et!
“evet, bana farkettin paşa derlerdi...”
paşam ben galiba mahvoldum!
“dur bakalım delikanlı! gidişata el koymuş durumdayım... evelallah ne badireler atlattık, bunun da üstesinden geliriz...”
o öldü paşam... tek müşterim öldü!
“ölüm karşısında soğukkanlı olmak gerekir. doğal bir hadiseye fevri yaklaşmak pek akıllıca değildir...”
ama tek müşterim...
“şimdi önce rapora göz atalım... vaziyet neymiş anlayalım...”

farkettin paşaya sunulan vaziyet raporu:

1. şarj cihazının bulunmasını isteyen yaşlı bayan bazı istihbarat kaynaklarına göre, ölmek suretiyle müşterilik vasfını kaybetmiştir.
2. elinde ericsson 337 ile bok gibi kalan minnet isimli kişi böylelikle tek müşterisini kaybetmiştir.
3. bu kişi her ne kadar müşterisini bazı konularda bilgilendirmemek suretiyle aldatmış olsa da kendisine bırakılan avansı yaşlı kadının yakın bir akrabasına iade etmelidir. bahsi geçen paranın bir bölümünün keyfi harcanmış olması ödemenin tam olarak yapılmasına engel teşkil etmez.
4. kısadalga ile bir görüşme daha yapılmasına gerek kalmamıştır. bu durum olayın bir yan sonucudur.
5. abartılacak bir şey yoktur. minnet isimli kişinin pireyi deve yapma gibi bir huyu vardır. akıl ve zaman açısından bu durum bir kayıptır.

“kadın ölmüş ve sen onun bıraktığı parayı iade etmelisin. ben rapordan bunu çıkarıyorum...”
ama ben onu harcadım... az önce aidat verdim... başka şeyler de var... ama siz bana yardımcı olmuyorsunuz ki?
“ne yapayım ölmüş kadını mı dirilteyim? ölmüş işte... başka müşterilerin de olacaktır... sadece bu kadın için mi çalışıyorsun?”
hayır ama ne kadar belli etmemeye çalışsam da o benim ilk müşterimdi ve bu durum bir uğursuzluk belirtisi!
“saçmalama evlat! yıkma koca dünyayı! kendine güven biraz! dik dur!”
ama doki! pardon, paşam! şu raporu bir de beraber inceleyelim! benim de fark edebileceğim bazı gerçekler vardır belki! böyle paşalık yapılmaz ki? bana taktik vermeniz gerekir sizin!
“dün akşam öldüğüne göre bu gün cenazesi vardır. genellikle öğle namazı sırasında olur... yani iki saatin var. git cenazesine... kalan parayı ve telefonu iade et. başsağlığı falan dile. insani ilişkiler kurmak için cenazeler çok uygundur. hem küçük de olsa tanıtımını yapmış olursun... sonra işyerine dön ve kapın çalınana kadar bilgisayar başında mayın tarlası oyna...”

bunu ben de düşünebilirdim... ama cenazelerden hiç hoşlanmam ki ben. gerçi mezarlıkları huzur verici bulurum... benim katlanamadığım cenaze evleridir. sanki ölmek çok sıra dışı bir şeymiş gibi herkes, özellikle garip olmasına özen göstererek bir ölü hatırası anlatır. şu şöyle ölmüş bu böyle ölmüş allah böyle ölüm nasip etsin... bu tıpkı bir düş anlatıldığında mutlaka dinleyen kişinin de kendi düşünü anlatmadan rahat edememesi gibi. dinlemezler bile aslında. sabah çok zattırı zutturu bir düş gördüm der demez karşıdaki, lan ben de düş gördüm galiba, ne gördüm, haa amcamgillerle bir minibüsteydik, gibi bir şeyler düşünmeye başlar. anlatılan düşlerden sonra genellikle, hayırdır inşallah denmesinin nedeni de bu: dinlememiş olmak. cenaze evlerinde de aynı kendini tatmin etme duygusu eser işte. senin ölü öykün senin cenazende anlatılsın; sus ve saygı göster demez kimse. sonunda muhabbet mutlaka hortlak hikayelerine gelir dayanır. ben de hiç gelemem böylesi şeylere... kadını bir daha mı arasam? ne kadını yahu, kadının evini... ama ne diyeceğim ki? cenazeye gidemem ben. bu paşa da çok bilmişin teki... paşa işte... hem hangi mezarlıkta? mezarlığın neresinde? kimseyi tanımıyorum ki? iyi günler bu gün kimlerin cenaze törenleri vardı, diye sorabileceğim bir danışma da olmaz ki?

“ev adresi var sende, oraya en yakın mezarlığa gideceksin! beni hiddetlendirme!”

hiddetlendirme!... hiddetlendirme!... hiddetlendirme!...

sesin yankılanıyor paşa! tamam be! nasıl olsa artık bir işim yok...

(...devam ediyor)