Κιτρινα Ματια Εχουν Η Μοιρα Σου

Kaderin, Sarı Gözlerindir

Bulutlar akşamdan kalma bir karmaşayla birbirinin içinden geçerek, hafif okşayışlarla sürtünürek ve sinsi bir sokak kedisi gibi uzak vadilerin dibine çökerek ilerliyorlardı. Renkleri sabah melteminde denizin üstünde sıçrayıp duran balıklarla aynıydı, karanlık ancak neşeli bir mavi...

Haftalardır yağan yağmurlar ne de olsa bir o kadar daha sürer diye temizlemeye gerek duymadığım penceremden içeri süzülen ışık huzmeleri soğuk mermerden yüzüme yansıyordu. Üzerimdeki yorganın, beni boğan ağırlığından kurtuldum. Başım yatağın kenarından sarkmıştı. Gözlerimse nehirlere benzeyen siyah damarlarında akıp gidiyordu zeminin.

Boştaki elimle ağzımın kenarından beyaz örtüye akan salyayı sildim. Başımı çevirmeye çalıştığımda boynum kıtırdadı. Bir an sonra yatağın üzerinde oturuyordum. Oda, devriliyor ve ben de nasıl oluyorsa sabit duruyor gibi hissettim. Dışarıdan gelen ışık odayı doldurmaya başlarken yatağın hatırladığımdan daha yüksek göründüğünü farketince şaşırdım. Ciddi bir atlayış yapmam gerekiyormuş gibiydi. Ben ise son derece zayıf hissediyordum, aşağı atlasam bile devrileceğimden korktuğum için karşı duvardaki çatlakları saymaya başladım.

Odaklanmakta zorluk çektiğim için doğru saydığımdan emin olamadım ve daha fazla oyalanmamaya karar verdim. Yere baktım, ayaklarım uçurumdan aşağı sallanan birer dal gibi seyiriyorlardı. Uyurken altımda kalmış olan elimin uyuşukluğu geçmişti, şimdi sadece garip bir karıncalanma vardı. Yatak örtüsünü sıkıca tutup kendimi aşağıya bıraktım.

Ayaklarım soğuk taşı hissedene kadar birkaç saniye düştüm gibi geldi. Dizlerim beni taşıyamadı ve ben sendeleyerek devrilirken yazı masasına tutunmaya çalıştım. Elim, kapağı açık siyah mürekkebe çarptı. Deriyle ağaç arasına giren sıvı hayli haykangı ve ben önce dizlerimin üstüne düştüm. Ardından başım döndü, az önce saymaya çalıştığım çatlakların her biri bana gülümseyen, muzurca sırıtan, biraz da içten pazarlıklı tebessümleriyle baktılar. Onlar yukarı çıkarken ben de aşağı iniyordum.

Tekrar kendime geldiğimde kirlik camlardan giren ışık yukarı doğru bükülüyordu, ama ilk uyandığımda olduğu kadar net değildi. Burnuma mürekkebin kokusu geldi, ve paslı bir şey... Başımı çarpmıştım, kanıyordu. Aslında çok güzeldi, o an, insanın kendini akıllı kılmak için kullandığı sıvıyla, -benim gibi- aptallığı nedeniyle meydana çıkan şeyin, alaca bir ufuk çizgisi gibi önce karışıp sonra bir olmasını izledim.

Artık başım dönmüyordu, ve bu sefer ayakta durabildim. En sonunda kafamı kaldırıp dışarı bakabildiğimde bu bahar güneşinin, nerden geldiği belirsiz bir pusun arkadasında kaldığını gördüm. Ağaçalar donmuş gibiydi. Hava soğuk değildi bile...

Aniden penceremde bir tilki belirdi, camın pisliğine rağmen doğrudan gözlerime baktığını söyleyebilirdim. Onda tanıdık bir şeyler vardı. Gerçi bir hayvanda tanıdık ne olabilirdi... Gene de beni o kadar etkiledi ki, kendimi ona bakmaktan alıkoyamadım. Bir an bıyıklarından biri titrer gibi oldu, ya da bana öyle geldi. Sonra da geldiği gibi zamansız şekilde, gerçeküstü bir kıvraklıkla arkasını dönerek, ormana doğru koştu, gözden kayboldu.

0 y o r u m :: Κιτρινα Ματια Εχουν Η Μοιρα Σου

Yorum Gönder