KUTSAL KASE'NİN EREKSİYONİST BEKÇİLERİ (3)

5.
(Özetlemek gerekirse : Bir adam vardır ve içiyordur ... adamın içmeye ihtiyacı vardır ... zaten o da içiyordur ... daha içmek istediklerini de hesaba katarsak, adamın başı büyük beladadır ... hikayede paralel kurguyla anlatılan diğer adam ise, daha insani ihtiyaçların peşindedir ... gün aşırı fiziksel temas arzulamaktadır ... başının belaya bulaşması ihtimali çok düşüktür ... belki de başka mecralarda, bambaşka belaların özlemindedir ... saçma ve abartılı bir özet de olsa, başı ve kıçı itibarıyla gayet tutarlı bir anlatımı olduğu bir gerçektir.)

Tanrı’nın muhafazakar kafalara, dini hiyerarşiler kapsamında kolaylıkla dikte edebileceği ve ona yeni açılımlar getiren fikirleri üşenmeden -yada konuya haddinden fazla hakim olan beyinlerin değerlendirmesiyle: utanmadan- denilebilecek bir özveriyle -yine aynı beyinler tarafından algılanacağı şekliyle: ahlaksızca bir cüretle- beyninde yeşertebilen Zebulun, gösterdiği bu hassasiyetin onda birini Tanrı’nın kendisine hiç olmazsa kilitlenip kaldığı şu içinden çıkılmaz sorunda bile neden göstermediğini ve bir çıkış yolu bulmasını sağlayacak ulvi müdahaleleri neden yapmadığını çok merak ediyordu doğrusu.

Belki de o taş tabletlerden birisinin kendi kafasına fırlatılması gerekiyordu.Zebulun aslında, kafasına fırlatılacak taştan bir tableti çoktandır hak ettiğini de düşünüyordu.

Tabi … bu yapılmalı … tabletin üzerine yazılması gereken yazılmalı ve hiç bekletilmeden, rötarsız kafamın tam orta yeri nişan alınarak fırlatılmalı … öyle, fikir babası benim diye asla bir ayrıcalık veya kayırma durumları olmamalı … ilahi adalete yaraşan bir düzen gözetilmeli!

Bunu hak ettiğimi kabulleniyorum.Sadece kabullenmiyor ayrıca istiyorum da.Ben hak ettiğimi istiyorum!

Evet, bekliyorum … hemen şimdi!Saçlarımı da ortadan ayırmışım; Nazca Düzlüğünde ki yollar benzeri, düz istikamette ilerleyen bir boşluk zaten mevcut … mevcut olan o boşluk, yine aynı boşluk … içinde hiçliği barındıran boşluk; saçlarımın arasında düz bir istikamet tutturan yolda, arada, kafamın üzerinde!

Ulan, bir adres ancak bu kadar net tarif edilir … peki hala ne bekleniyor … taşın üzerine ne yazılması gerektiği mi?Pekala ulan … onu da ben söyleyeyim o zaman …kafama fırlatılacak o lanet olası taşa şöyle yazın:

Boşluklar mutlaka doldurulmalıdır!

Zebulun fırlatılması gerektiğine inandığı taş tabletin, gökyüzünden kafasına bir türlü düşmemesi üzerine bu gecikmenin nedenleri üzerine kafa yorarken, bir yandan da hak ettiğini düşündüğü muamelenin geciktirilmesi onu öfkelendiriyordu.

Hiç tartışılmayacak ve kesin olan bir gerçek vardı; hissettiği veya farkına vardığı bütün boşluklar onu anlamını çözemediği bir hüzne sürüklüyordu.Hüznün tek başına asla bir teselli dayanağı olmadığını çok iyi biliyordu.Yıllar içinde tecrübelendikçe, içine bir miktar öfke katılmış hüzünden çok sağlam bir harç elde edilebileceğini keşfetmişti ve öfkesi burnunda biri olmasa da, doğuştan gelen bir yetenek midir bilinmez, öfkesine ihtiyaç duyduğu her anda onu ortaya çıkarmakta hiç zorlanmamıştı.

Elbette Zebulun’un da ruhunun en derin kısımlarında bir yerlerde, sığınmak için kazdığı siperleri vardı ama o siperler yeterince derin değillerdi. Bin bir zorlukla eşeleyip kazdığı siperlere kendini sığdıramayınca, bağırsaklarında dolanıp midesinde patlayan ve boğazında yumru gibi takılı kalan bir öfke dalgası peydahlanıyordu ki sorma gitsin. Böyle zamanlarda yay gibi gerilen sinirleri onu çok huzursuz ediyordu ve bu huzursuzluk uykusunda bile onu rahat bırakmadığı için de uyurken dişlerini gıcırdatıyordu.

Hüznünden ve öfkesinden kardığı işte bu harcı, kendi mantık sınırları çerçevesinde, maalesef soyut ve somut boşluklar arasında ki geniş bir köprü inşası yapımında kullanıp ziyan etmekten çekinmeyen ve bundan delice bir haz duyan bu adam, inşa ettiği farazi köprünün üzerinden soyuttan somuta doğru bir istikamette, ironik iğnelemeler ve taşlamalarla dolu felsefi ikilemleri, kuramları yada buna benzeyen her bir haltı soğukkanlılıkla geçirme eğilimindeydi.

Nitekim hiç gecikmeden, bir süredir yüklemesiyle uğraştığı fikirlerini o farazi köprünün üzerinden yürütüp varmasını amaçladığı noktaya doğru ilerletmeye başladı.

Bu kısa yolculuk neticesinde ortaya çıkan eğreti denilebilecek kurama göre:

Bardakta oluşturulan her bira boşluğu, kendi boşluğunun ölçüsünde ve yaratıcısını da manasının ölçüsünde kapsayan bir kısırdöngüdür.

Sıçar gibi bir doğallıkla uydurduğu bu kuram çok hoşuna gitti.Keyfi tekrar yerine gelmişti sanki … bağlayayım ki sağlam olsun diye düşündü.

Öyle ise, biradan aldığımız her yudumda yalnızca kısırdöngüsel bir boşluğa (hiçliğe) hacim kazandırıyoruz!
Ulan, dedi kendine tekrar … içinde kabaran ve temelde boşluğa yönelik olan bu öfke aniden coşkuya dönüşüvermişti … işte buna içilir, diye düşündü ve uzun süredir bardağında yarım kalmış olarak duran birayı eline aldığı gibi dipledi!

Sigarasını somurdu, boş bakışlarla; dolu bir nefes dumanı saldı ağzından … sonra parmaklarını bir sapan gibi kullanarak uzağa bir yere fırlatıverdi.
(Bu yaşananları müteakip ... )

0 y o r u m :: KUTSAL KASE'NİN EREKSİYONİST BEKÇİLERİ (3)

Yorum Gönder