mucho chocolate

adam (babam olur kendisi) geçmiş sanki öğretmen, değilse ne diye öğretmen masasında ahkam kesiyor ki, zaten ben de bir sırada oturmuyor muyum, bir sınıftayız, rahatladım şimdi biraz. yanımda adını bilmediğim kara saçlı kız, alkolik değil ama çok içer biliyorum, çok güzel gözleri ve zekayı tamamen gizlemiş saf mı aptal mı, işte bir tür güzel yüzü ve bence anlamlı gülümsemesi var. benden bahsedilirken hiç sıkılmıyor, benden konuşulması hoşuna gidiyor mu bilmiyorum.

benden ne diye konuşuyor bu sınıf? bu adam (babam ama) işte diyor, şurada yazdıklarına bakın, dayanılmaz! ne oluyor yahu, başka şey mi kalmadı, benden öğrenilecek ne olabilir, yok mu kimsede bir coğrafya kitabı!

sarı sayfalı defteri önüme atıp çıkıyor sınıftan babam. çok öfkelenmiş, bu kadar da saçmalık olmaz diyor... bakıyorum defterin açık sayfasına... yıllar önce yazdığım bir yazıya çok benziyor ama kesinlikle o değil çünkü bu okuduğum şey gerçekten çok sıkıcı; anlamsız bir dolu cümle… çıldıracak gibi oluyorum, yerimden kalkmak ve olayı açığa kavuşturmak istiyorum ama yanımdaki kara saçlı buna izin vermiyor. izin ver bir yanlışlık var diyorum ama o beni tutuyor, neremden tuttuğunu anlayamıyorum, ama engelliyor, kımıldayamıyorum. dur be halletmem gerek deyip fırlıyorum. öğretmen masasına varıyorum ve orada bir dolu defter var... benim defterlerime benziyor hepsi, ama sarı sayfalılar ama hepsi sahte! biri üşenmemiş sahtelerini hazırlamış, babam kızsın diye mi ben kızayım diye mi bilemiyorum. babamın bana fırlattığı defteri masaya atıyorum ve yerime oturuyorum. çok sinirliyim. kara saçlı kız gülümsüyor, güzel yüzüyle.

her nedense öpüşmeye başlıyoruz. biz iyi ki öpüşmeye başlıyoruz; sınıftı defterdi babamdı hiçbir şey kalmıyor... evrende başka bir şey yok bizim öpüşmemizden başka; hani diyeceğim ki dudaklarımız bile yok!