sıkılgan şarabı

(26 dakika sonra...)
şimdi en az iki adam olmalı çünkü bir adamın, tek bir adamın çok sıkıcı olduğuna biraz önce karar verdik. o halde önce tek bir adam olsun ve o sıkılsın:
“sıkılıyorum.”
bir şey de yapmasın bu sıkılan adam. oturup duruyor olsun. mesela, yirmi beş-yirmi altı dakika kadar oturup dursun. tabii ki evinde, bir koltukta. pekala müzik de çalıyor olsun; adamın binlerce kere dinlediği bir şarkı... adam oturmaya devam edebilir aslında. bazı olasılıkları değerlendirmekte fayda var:

birinci olasılık: adam oturmaya devam eder. hep oturur.
ikinci olasılık: adam kalkar, pencereyi açar, olanca gücüyle bir şeylere söver. sakinleşince televizyonun karşısına geçer.
üçüncü olasılık: adam oturmaya devam eder ama arada otuzbir çeker. yine de oturup duruyordur işte...
dördüncü olasılık: adam titremeye başlar, derisi pullanır, sağından solundan kıllar, alnından da bir boynuz çıkmaya başlar. dişleri ve dili incelerek uzar, gözbebekleri kaybolur. artık o bir hilkat garibesidir. apartmana musallat olur ve böbrek koleksiyonu yapmaya başlar. üstelik dolunay falan da yoktur.

olacak olan:
adam sokağa çıkar. dolmuşa biner. dolmuşta da sıkılıyordur ama insan içine çıkmanın da tadı vardır bir yanda... ne de olsa o da bir sosyal varlık. dolmuştan sonuncu olarak iner ama bunun tesadüfi nedenler haricinde bir izahatı yoktur.
insanların arasına karışır. amacı parka gitmek sanki? salak salak çevresine bakınaraktan yürüyor. çok sıkıcı birisi,mağazaların vitrinlerine bile bakmıyor. bir sinemanın önünde duraksadı şimdi. afişlere bakıyor. gişeye gidiyor,bilet alacak galiba? bakalım hangi filme girecek? iki film var gösterimde:

özgürlüğün gölgesinde
filmin konusu:
çocuğun gözleri bir araba kazası nedeniyle kör olur ve ailesinin de desteğiyle çocuk hayata sıkı sıkı bağlanır. başarılarla dolu yılların sonunda bilimsel bir buluşa imzasını atar. bu arada çıkan iç savaş nedeniyle çocuk, hayır adam, faşist diktatörün adamları tarafından esir edilir. adamın karısı ve çocukları öldürülmüştür ancak adamın bu hazin durumdan haberi yoktur. faşist diktatör adamın elindeki (aklındaki) gizli formülleri ele geçirebilmek için adamı tehdit eder. karısının ve çocuklarının yaşamlarına karşılık gizli formülleri ister. bu arada iyi bir faşist asker, adama karısının ve çocuklarının öldürülmüş olduğunu fısıldar. adam iyi bir faşist askerin ellerini sıkar ve ona teşekkür eder. diktatöre formülü vereceğini söyler ama tabii ki yanlış formüller verir. formüle bağlı olarak çalışan biyolojik silah tam da diktatörün ele geçirmek istediği, masum insanlarla dolu ülkeyi yok etmeye hazırlandığı sırada hararetle patlar ve tüm diktatörlük binası yerle bir olur. diktatör de ölür. bu sırada haykıran adamın sözleri beyinlere kazınacak cinstendir:
“çocuklarımı, karımı, beni ve hayallerimi yok edebilirsiniz ancak insanlığı asla yeryüzünden silemeyeceksiniz! özgürlük asla ölmeyecektir! geleceğin çocukları, yemyeşil ormanları ve cik cik öten kuşları mutlaka görece...”
adamın sözleri yarım kalır ama seyirci onun ne demek istediğini çok iyi anlar...


kötülüğün gölgesinde
filmin konusu:
çocuk evinde ailesiyle mutlu mutlu otururken birden içeri uyuşturucu mafyasının adamları dalarlar ve çocuğun annesini, babasını, iki kardeşini, anneannesini, kuzenini, evdeki musluk tamircisini ve her nedense o sırada mutfakta bir şeyler atıştıran kaçak silah mafyasının liderini ve onun iki adamını öldürürler. çocuk bu sırada avizenin üzerinde olduğu için olaydan yara almadan kurtulur ve yine aynı sebepten tüm vahşi cinayetleri görmüş bulunur. yere düştükten sonra kendi kendine intikam yemini eder.
yıllar sonra, uyuşturucu mafyasının sağlam bir elemanı olmuştur. ancak bu, planının bir parçasıdır. aslında sonradan toparlanan kaçak silah mafyası için çalışmaktadır ve tek amacı uyuşturucu mafyasını çökertmektir. yıllarca kendini ispat etmeye çalışır, bu arada bir çok şiddet olayına karışmış olduğundan polis tarafından da aranmaktadır.
sonunda uyuşturucu mafyasının kökünü çok kanlı bir şekilde kazır ve kaçak silah mafyasının başına geçer. peşindeki polis müfettişini öldürürken aleyhindeki delilleri de yok ettiğinden polis bir daha onu yakalayamaz.


gayet açık görülüyor ki adamımız entelektüel açıdan vasatın altında çünkü ikinci filmi tercih etti. biz bilet almadığımız için filmi seyredemedik ama bu arada çok zaman harcadık; film bitmiş ve adam çıkıyor... devam etmeli:
adam kalabalıkla beraber sinemadan çıkar. herkes film hakkında konuşuyordur. adam da onlar gibi konuşmak istediğinin farkındadır ama sorulsa, ben filmler hakkında konuşmayı sevmem, der.

artık ikinci kişiyi devreye sokmanın zamanı geldi. belli oldu ki tek bir adam çok sıkıcıdır, hele bir de sıkılan bir adamsa... sinemaya da gitmeseydi ne sıkıcı kelimeler yer alırdı adamla ilgili olarak... sürekli de sinemalara gidilmez ki? o halde bu adamı ikinci kişi ile tanışabileceği bir duruma, konuma sokmak gerekiyor. adamın durumu neyse de konum söz konusu olduğunda ikinci kişinin birazcık aktif olması yeterli görünüyor. o zaman ortamlara bakmak lazım:

birinci ortam: adam dalgın dalgın yürürken karşıdan gelen kadını fark etmez. kadın da dalgın olduğundan çarpışma kaçınılmazdır. adam özür diler, kadın sütyenini takarken, bir gören oldu mu, diye çevresine bakınır... pekala abartmamak gerekiyor: adam özür diler, kadın gülümser ve olaylar, her nedense, gelişir...

ikinci ortam: adam parka girer, bir banka oturur. küçük havuzdaki ördekleri izler. yanına bir kız çocuğu gelir.

“bunlar kuş mu amca?”
“evet.”
“uçar di mi o zaman bunlar?
“bilemem.”
“bence uçarlar... neden uçmuyorlar o zaman?”
“annen baban yok mu senin?”
“ben olsam bu sıkıcı parkta durmazdım....”
“git o zaman!”
“ama ben su tavuğu değilim ki?”
“su tavuğu mu?”
“onlardan işte...”
“onlar ördek.”
“ben ördek değilim...”
“iyi.”
“işte... uçardım, başka yere giderdim...”
“git o zaman!”

“amca sen deli misin?”
“(...)”
“(...)”
“annen baban yok mu senin?”
“bunlar geceleri uyurlar mı acaba?”
“uyumazlar.”
“niye?”
“bilemem.”
“bence uyurlar...”
“annen baban...”
“ama suda uyumuyorlardır. çünkü o zaman boğulabilirler. ben olsam uyurdum ama suda uyumazdım.”
“uyu o zaman!”
“ben... şey, neydi?”
“ne neydi?”
“onlar...”
“ördek!”
“işte, ördek değilim ki?”
“iyi.”

olacak olan:
adam bir bara girer. kapının ağzında dikilir bir süre. içeriyi gözler. boş masa yoktur. çıkar, yan bara girer. aynı şekilde bakınır. diplerde bir masayı gözüne kestirir. iç içe girmiş masaların arasından geçer ve beğendiği masaya ulaşır. oturur. ayağa kalkar, paltosunu çıkarır, katlar, çevresine bakınır. bir çıkıntıya koyar paltosunu. oturur. kalkar, paltosunu alır, iç cebinden sigara paketini ve kibriti çıkarır. paltosunu katlar ve çıkıntıya koyar. oturur. bir sigara yakar. garsonlar kendisini fark etmezler. gözüne kestirdiği bir garsona işaret eder. bir bira ister. üç beş dakika sonra bira gelir. üçüncü biranın sonlarına doğru, bar biraz sakinleşmiştir. bu arada adam, üç dört masa ötede oturan kıza arada bir bakmaktadır. derken bir kadın girer bara. bakınır bir süre. masaların hepsi doludur. kadın yalnız başına oturan adama bakar ve onu oturduğu tarafa yönelir. adama yaklaşır.

“oturmamın bir sakıncası var mı?”
adam nedenini bilmeksizin saate bakar.
“hayır, buyurun, oturun, lütfen, tabii...”
kadın montunu çıkarır, çevreye bakınır. adam atılır.
“verin şuraya koyayım...”
kadının montunu paltosunun üzerine koyar. bir sigara çıkarır, sonra kadına ikram eder. önce kadının sigarasını sonra kendininkini yakar. garson gelir, kadın bira ister. adam kül tablasına bakmaktadır.
“birini beklemiyordunuz değil mi?”
“ben? yok, hayır. hayır beklemiyordum... yani...”
kadın adını söyler. adam da adını söyler, tanışmış olurlar. hayatlarından bahsederler kısaca... bir süre susarlar.
“bu gün çok sıkıldım...” der kadın.
“neden?” diye sorar adam, ilgilenmiş görünür.
“aslında bilemiyorum. hani bazen olur ya, bilmiyorum size de oluyor mu, insanın içine bir sıkıntı çöküyor, nedensiz... evde oturuyordum, çok daraldım, kendimi dışarı attım, insan yüzü görmek lazım...”
“haklısınız, ben de aynı durumdaydım... işte, sinemaya falan gittim, sonra...”
“aa, hangi filme gittiniz?”
“öyle, zaman geçirmek için... ismini hatırlamıyorum bile...”
“keşke ben de sinemaya falan gitseydim, hiç aklıma gelmedi doğrusu... özgürlüğün gölgesinde diye bir film varmış, çok güzelmiş, öyle diyorlar..."
“bilemiyorum, hiç duymadım... neyle ilgili?”
“konusunu ben de bilmiyorum ama çok güzelmiş...”

iki kişinin yakınlaşmasını izlemek de sıkıcı olabiliyor demek ki. en iyisi yakınlaşmış halleri:

“...ben de bağırıp çağırıp çıktım!”
“iyi yapmışsın. önceleri işyerlerinde levhalar olurdu, müşteri ne derse haklıdır, yazardı... şimdi seçenekler çoğaldı ya, alırsan al almazsan alma düşüncesi yaygınlaştı...”
“ay bana ne, di mi, üzerime yakışacak mı bakmak isterim ben, denemek isterim, en doğal hakkım bu!”
“hı hı..”
adam saatine bakar. kadın üçüncü birasını da bitirmiştir. gülümser.
“saat kaç oldu?”
“on ikiye geliyor...”
“sanırım kalkmam lazım...”
“gideceğin yer uzak mı?”
“ay evet, bu saatte taksiler de gitmek istemez o tarafa...”
“sorun olmayacaksa benimle kalabilirsin?”
“bilmem ki, sizin için bir sorun çıkar mı?”
“yok canım...”

adam garsona işaret eder, hesap gelir, adam hesabı öder. bardan çıkıp taksiye binerler ve adamın evine varırlar. adam kahve yapar.
“güzel bir evin varmış...”
adam kadının hemen yanına oturur.
“güzel müzel ama sıkıcı ya...”
kadın, nedense, abartılı bir kahkaha koyuverir. bunun üzerine adam sırıtır. sonra neredeyse aynı anda susarlar. adam kadına yaklaşır. öpüşmeye başlarlar. yatağa geçerler ve sabaha kadar düzüşürler.
öğleye doğru uyanırlar. kadın giyinir, görüşürüz, der, gider. adam ıslık çalarak ortalığı toplar. birkaç bardak yıkar. televizyon seyreder. birkaç telefon görüşmesi yapar. duş alır. yemek yapar, yemek yer.

akşam yatağına girer ve uyur. sabah tıraş olur. televizyon seyreder. bulaşıkları yıkar. kahvaltı yapar. bir arkadaşı ile telefon görüşmesi yapar.
akşam yatağa girer ve uyur. sabah kahvaltı yapar. televizyon seyreder.
akşam yatağa girer ve uyur. sabah kahvaltı yapar, bulaşıkları yıkar. televizyon seyreder.
adam koltuğa oturur. sıkılıyordur. yirmi beş yirmi altı dakika sonra konuşur:
“sıkılıyorum.”

0 y o r u m :: sıkılgan şarabı

Yorum Gönder